Ne Olursan Ol_Yinede Gel_ Aynı dili konuşan değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. (Hz. Mevlana)
22 Nisan 2012 Pazar
yestur.com: BESMELE NASIL VE NE ZAMAN SÖYLENMELİDİR?
yestur.com: BESMELE NASIL VE NE ZAMAN SÖYLENMELİDİR?: Besmele'den maksad; Allahû Teâla (cc)'nın herhangi bir ismini zikretmektir. Esasen meşru olan her işe başlarken "Besmele" çekilme...
BESMELE NASIL VE NE ZAMAN SÖYLENMELİDİR?
Besmele'den maksad; Allahû Teâla (cc)'nın herhangi bir ismini zikretmektir. Esasen meşru olan her işe başlarken "Besmele" çekilmelidir. Aksi takdirde; yapılan amelde bereketsizlik ortaya çıkar.(31) Kur'ân-ı Kerîm'de: "Artık üzerine Allah'ın ismi anılan (besmele çekilen hayvan)lardan yeyiniz. Eğer O'nun ayetlerine iman edenler (den) iseniz"(32) hükmü beyan buyurulmuştur. Kesilecek hayvanı kesecek olan kimsenin kıbleye doğru yönelmesi sünnettir.
Daha sonra sesli olarak;
"Bismillâh-Allahû Ekber-Allahû A'zam-Allahû'r-Rahman, Allâhu'r-Rahim ve bunlar gibi" Allah'ın isimleri anılır. Tehlil (Lâ ilâhe illâllah), Tesbih (Sübhânâllah) veya Tahmid (El-Hamdû Li'llâh) demek de mümkündür.(33) Fakat dua hükmünde olan ibâreler (Allahümmağfirli -Allah'ım bana mağfiret et gibi) besmele hükmünde değildir. Allahû Teâla (cc)'nın ismini Arapça söylemek şart değildir. Ancak müslümanların; başta besmele olmak üzere, namazlarını edâ edebilecek kadar sûreyi (Hangi kavimden olursa olsun) ezberlemeleri farzdır. Fakat yeni müslüman olmuş bir kimse; kendi kavminin diliyle Allah (cc)'ın adını anarak hayvanı kesse yenilir.
"Bismillâh-Allahû Ekber-Allahû A'zam-Allahû'r-Rahman, Allâhu'r-Rahim ve bunlar gibi" Allah'ın isimleri anılır. Tehlil (Lâ ilâhe illâllah), Tesbih (Sübhânâllah) veya Tahmid (El-Hamdû Li'llâh) demek de mümkündür.(33) Fakat dua hükmünde olan ibâreler (Allahümmağfirli -Allah'ım bana mağfiret et gibi) besmele hükmünde değildir. Allahû Teâla (cc)'nın ismini Arapça söylemek şart değildir. Ancak müslümanların; başta besmele olmak üzere, namazlarını edâ edebilecek kadar sûreyi (Hangi kavimden olursa olsun) ezberlemeleri farzdır. Fakat yeni müslüman olmuş bir kimse; kendi kavminin diliyle Allah (cc)'ın adını anarak hayvanı kesse yenilir.
Çünkü farklı dillerle de olsa;
Allahû Teâla (cc)'nın adını anmak kâfidir.
Zekât'ın Tarifi ve Önemi
Zekât;
Arapça bir kelime olup, temizlik ve üremek (çoğalmak) manalarına gelir.(1)
İbn-i Abidin: "Zekât lûgatta üremekten başka mânalara da gelir. Meselâ: Bereket, medih, senâ mânalarına da kullanılır. Ama bu mânaların hepsi şer'î mânasında mevcuddur. Çünkü zekât, sahibini günahlardan ve cimrilik sıfatından temizlediği gibi, malı da bir kısmını vermek sûretiyle temiz pak eder. Onun için verilen cüzü kirli sayılır. Ve Resûlullah (sav)'in âline (Hanedanına) haram olur"(2) hükmünü zikreder.
İslâmî ıstılâhta zekât; "Bir müslümanın, haşimi ve haşimi'nin kölesi olmayan mü'min bir fakire, ondan hiçbir menfaat beklemeksizin, sırf Allahû Teâla (cc)'nın rızası için, malının bazısını temlik etmektir."(3) Zekâtın şer'i şerifteki tarifi budur. Tebyin'de de böyle tarif olunmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de: "Namazınızı kılın ve zekâtınızı verin" emri, birçok Ayet-i Kerimede tekrar tekrar beyan buyurulmuştur.(4)
Esasen zekât ibadetinin Kur'an-ı Kerim'in muhtelif sûrelerinde otuz iki defa zikredilmiş olması, meselenin ehemmiyetini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Hz. Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur. (Bu beş şey) Kelime-i Şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek ve Ramazan-ı Şerif orucunu tutmaktır"(5) buyurulduğu bilinmektedir.
Yine Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mallarınızın zekâtını veriniz"(6) emrinin kat'iyyeti malûmdur. Dolayısıyla zekât; kitab, sünnet ve icmai ümmetle farziyyeti kat'i olan bir ibadettir. Nitekim Feteva-ı Hindiyye'de: "Zekât, muhkem bir farzdır. İnkâr eden kâfir olur. Vermeyen ise öldürülür. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir"(7) hükmü kayıtlıdır. Buradaki "Vermeyen ise öldürülür" hükmü üzerinde iyi tefekkür etmek borcundayız.
Ebû Hureyre (ra)'den rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) vefat ettikten sonra Hz. Ebû Bekir halife seçildi. O zaman arab kabilelerinden bir kısmı (Zekât hususunda) isyan ederek küfre döndü. Hz. Ebû Bekir (ra) isyan eden kabilelerle cihad etmeye karar verdi. Fakat Hz. Ömer (ra) buna mani olmak için "Sen bu insanlarla nasıl cihad edersin? Halbuki Resûl-i Ekrem (sav) "İnsanlarla "Lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah" deyinceye kadar cihad etmekle emrolundum. Kim bu şehadeteyn'i söylerse, malını ve canını şer'i bir vecibe olmadıkça, korumuş olur. Kalbinde gizlediğinin (Küfür ve şirkin) hesabı Allahû Teâla (cc)'ya aittir" buyurmuştur. Sen de bunu biliyorsun" dedi. Hz. Ömer (ra)'in bu sözü üzerine, Halife Hz. Ebû Bekir (ra): "VAllahi her kim namazla zekâtı birbirinden ayırırsa, mutlaka onunla harbederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allahû Teâla (cc)'ya yemin ederim ki; Resûlullah Sallâllahü Aleyhi Vesellem'e verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgerlerse, bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) dedi ki: "VAllahi bildim ki, bu sözler Allahû Teâla (cc)'nın Hz. Ebû Bekir'in gönlünde meydana getirdiği genişliğin bir eseridir. Bu sayede onlarla savaşmanın hak olduğunu öğrendim."( 8 ) Yine İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlarla "Lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah" deyib, namaz kılıb, zekât verinceye kadar cihad etmekle memur kılındım."(9)
Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Şu muhakkak ki (Yahudi) bilginlerinin ve (Hıristiyan) rahiblerinin bir çoğu batıl (sebebler)le, insanların mallarını yerler, (onları) Allah yolundan men ederler!.. Altını ve gümüşü yığıb ve biriktirip de, onları Allah yolunda harcamayanlar (yokmu?), işte bunlara pek acıklı bir azabı haber ver. O gün bunlar üzerinde (yakılacak) cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da, o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak, "İşte bu (Denilecek) nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız. Artık saklayıp, stok ettiğiniz bu nesneleri(n acısını haydi) tadın"(10) hükmü beyan buyurulmuştur.
Hz. Ömer (ra); bu Ayet-i Kerimede geçen "Stok hükmündeki (Kenz) malla" ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Zekâtı ödenen mal, toprak altında gömülü de olsa stok hükmüne (kenz'e) dahil değildir. Kenz (Stok, istif) hükmündeki mal, zekâtı edâ edilmeyen maldır. Zekâtı verilen mala gelince; o asla kenz (stok) hükmünde değildir. Velev ki toprak altında gömülü olmasa da, zekâtı verilmeyen malın sahibi, cehennemde dağlanacaktır"(11) İbn-i Abbas (ra) "Mallarını stok edib, Allahû Teâla (cc) yolunda harcamayanlar" Ayet-i Kerimesini tefsir ederken, "Allahû Teâla (cc) bununla, zekâtı verilmeyen malları ve o malların sahiblerinin durumunu izah buyurmuştur"(12) hükmünü zikreder. Allahû Teâla (cc)'nın kendisine ihsan buyurduğu malı; şer'i şerifin çizdiği hududlar içerisinde harcamayan ve cimrilik sebebiyle zekât ibadetini terkeden kimselerin, hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğrayacakları kat'i nasslarla sabittir. Günümüzde "Zahiri" ve "Batıni" malların zekâtını tahsil edecek bir "Ulû'lemr" olmadığı için; zekât ibadetini hafife alanları cezalandırmak mümkün değildir. Ancak Allahû Teâla (cc)'nın dinine ihlâsla bağlı olan mü'minlerin, bu hususta hassasiyet gösterecekleri malûmdur.
-------------------------------
(1) İmam-ı Serahsi - El Mebsut - Beyrut: ty D. Marife Neşri, C: 2, Sh: 149. Ayrıca Abdülgani El Meydani - El Lübab fi Şerhi'l Kitab - Beyrut: 1400, C: 1, Sh: 136.
(2) İbn-i Abidin - Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar - İst: 1983, C: 2, Sh: 7.
(3) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - El Feteva-ı Hindiyye - Beyrut: 1400, C: 1, Sh: 170.
(4) Bakınız!.. El Bakara Sûseri: 43, 83, 110. En-Nisâ Sûresi: 162. Et-Tevbe Sûresi: 11. El Mücadele Sûresi: 13.
(5) İmam-ı Serahsi - A.g.e. C: 2, Sh: 149. Ayrıca İmam-ı Kasani - El Bedaiû's Senai - Beyrut: 1974, C: 2, Sh: 2 - Sahih-i Buhari - İst: 1401, Çağrı Yay. C: 1, Sh: 8, Sahih-i Müslim - C: 1, Sh: 45, K. İman: 5 Had. No. 20, Sünen-i Nesai - K. İman: 13.
(6) İbn-i Hümam - Fethû'l Kadir - Beyrut : 1315 D. Sadr Mtb. C: 1, Sh: 481.
(7) Şeyh Nizamüddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 170.
( 8 ) Sahih-i Buhari - İst: 1401, Çağrı Yay. (K. Sitte Serisi) C: 2, Sh: 109-110. Ayrıca Sünen-i Nesai - C: 5, Sh: 14-15, K. Zekât Bab: 3, Sünen-i Ebû Davud ve Tirmizi.
(9) El Ayni - Umdetû'l Kari Şerhi Sahih-i Buhari - İst: 1308 - 11, C: 4, Sh: 271.
(10) Et Tevbe Sûresi: 34-35.
(11) İbn-i Kesir - Tefsirû'l Kur'an'il Azim - Beyrut: 1969, D. Marife Neşri, C: 2, Sh: 350. Ayrıca Fahrüddin-i Razi - Mefatihû'l Gayb (Tefsir-i Kebir) İst: 1308, C: 4, Sh: 630.
(12) Fahrüddin-i Razi - A.g.e. C: 4, Sh: 630 vd.
Ölüm Üzerine ...!
Bir anda uykudan kalktim
çok ilginç bir ışık gördüm ama odanın ışığı kapalıydı
bir baktım saat 3:30 gece facir vakti
peki gördüğüm bu kadar ışık nerden
-----
birden şaşırıp kaldım baktım ki elimin yarısı duvarın içinde
hemen elimi çıkardım korku içinde oturup elime bakıyordum
tekrar elimi duvara dogru uzattım yine elim duvarın içine giriyordu!!!!!!!!
--
bir gülümseme sesi duydum
çok ilginç bir ışık gördüm ama odanın ışığı kapalıydı
bir baktım saat 3:30 gece facir vakti
peki gördüğüm bu kadar ışık nerden
-----
birden şaşırıp kaldım baktım ki elimin yarısı duvarın içinde
hemen elimi çıkardım korku içinde oturup elime bakıyordum
tekrar elimi duvara dogru uzattım yine elim duvarın içine giriyordu!!!!!!!!
--
bir gülümseme sesi duydum
Yüzümü kardeşime dogru
çevirdim, yatıyordu
korku içinde yatağımdan kalkıp kardeşimi uyandırmaya gittim
ama cevap vermedi
annemin odasına doğru gittim
babamı uyandırmaya çalıştım
birilerinin bana cevap vermesini istiyorum ama kimse cevap vermiyordu
korku içinde yatağımdan kalkıp kardeşimi uyandırmaya gittim
ama cevap vermedi
annemin odasına doğru gittim
babamı uyandırmaya çalıştım
birilerinin bana cevap vermesini istiyorum ama kimse cevap vermiyordu
annemi uyandırmak
üzereyken, baktım ki annem uykudan uyandı
uykudan uyandı ama
benimle konşmuyordu
---
bismillahirrahmanirrahim diyordu ve tekrarlıyordu
---
bismillahirrahmanirrahim diyordu ve tekrarlıyordu
babamı uyandırdı, kalk
kalk bir bakalım çocoklara dedi annem
şimdi zamanımı bırak
uyuyayim yarın ola hayr ola dedi babam
ama annemin israrı
üzerine babam kalkıverdi şaşkınlık içerisinde beraber odamıza doğru geldiler
---
başladım bağırmağa, anne, baba ama hiç birisi cevap vermiyordu!!!
---
başladım bağırmağa, anne, baba ama hiç birisi cevap vermiyordu!!!
annemin elbisesini
çekiyor beni dinlemesini istiyordum ama annem beni hissetmiyordu!!!
başladım annemin
arkasından yürümeye ta bizim odaya kadar
odamıza girdi ve ışıkları açıverdi
ama benim için fark etmiyordu çünkü benim için her taraf ışıktı
tam o sırada çok ilginç bir şeyle karşılaştım
---
kendi vücüdumu gördim!!!
evet kendi vücüdumu
odamıza girdi ve ışıkları açıverdi
ama benim için fark etmiyordu çünkü benim için her taraf ışıktı
tam o sırada çok ilginç bir şeyle karşılaştım
---
kendi vücüdumu gördim!!!
evet kendi vücüdumu
oturup kendi kendimi
seyredıyordum, iki taneydim
kendi kendime
soruyordum kimdir bu acaba? Nasılda bana benziyor!!!
başladım kendi kendimi
uyandırmaya, bu kabustan kurtulayım diye
ama uyanamadım
---
babam dedi ki bak yatıyorlar işte hadi yerimize gidelim
---
babam dedi ki bak yatıyorlar işte hadi yerimize gidelim
ama annem sakin olamadı
ve benim uyuduğum yatağa doğru gelerek
beni uyandırmaya
başladı kalk muhammed kalk bana cevap ver
ama cevap
veremiyordu!!!
bir kaç defa uğraştı
ama yok. Birden baktım ki babamın gözlerinden yaşlar dökülüyor
o babam ki şimdiye
kadar onun göz yaşlarını görememiştim
bağırışmalar başladı
oracık yerden .. kardeşim uyandı ve sordu ne oldu?
annem ona bağırarak,
abin muhammed olmüş çok acıklı bir şekilde ağlıyordu
---
bağırmalar fazlalaştı
---
bağırmalar fazlalaştı
anneme giderek, anne
ağlama ben burdayım bak bana!!
ama kimse bana cevap
vermiyordu, neden?
oturup bağırmaya
başladım, burdayım bakın işte
ama kimse cevap vermiyordu
ama kimse cevap vermiyordu
başladım bağırmaya ya
rabbi, ya rabbi ne olur beni bu rüyadan ve olduğum durumdan kurtar
---
uzaktan bir ses duydum ve geldikçede yükseliyordu
---
uzaktan bir ses duydum ve geldikçede yükseliyordu
bu ses allah’u taalenin
bir ayeti idi
((andolsun sen bundan gaflette idin, derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir))
((andolsun sen bundan gaflette idin, derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir))
birden iki kişi beni
tuttular, ama insan değillerdi
çok korktum !!
başladim bağırmaya, bırakın beni, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz?
çok korktum !!
başladim bağırmaya, bırakın beni, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz?
kabire kadar senin
gardiyanlarınız dediler
----
ben ölmedim, daha yaşıyorum dedim
----
ben ölmedim, daha yaşıyorum dedim
neden beni kabire
götürüyorsunuz? bırakın beni!! Ben hissediyorum, konuşuyorum ve görüyorum, ben
ölmedim
bana gülümseyerek cevap verdiler
dediler ki, ey insanlar sizzler çok ilginç yaratıksınız, sanıyorsunuz ki ölüm hayatın sonudur ama bilmiyorsunuz ki asıl olan sizin yaşadığınız hayat bir rüyadan ibaret olup öldüğünüz zaman uyanıyorsunuz.
bana gülümseyerek cevap verdiler
dediler ki, ey insanlar sizzler çok ilginç yaratıksınız, sanıyorsunuz ki ölüm hayatın sonudur ama bilmiyorsunuz ki asıl olan sizin yaşadığınız hayat bir rüyadan ibaret olup öldüğünüz zaman uyanıyorsunuz.
beni kabire doğru
çekiyorlardı hala
yoldayken baktım ki
benim gibi insanlar ve yanlarında da aynı o iki yaratıktan var, kimi ağlayor
kimi gülüyor ve kimi ise bağırıyordu
onlara sordum neden böyle yapıyorlar?
onlara sordum neden böyle yapıyorlar?
dediler ki, bu insanlar şaşkınlık içerisindeler, nereye gittiklerini biliyorlar, kimisi dalalettedir.. korku içinde sözlerini keserek sordum:
ateşe gidiyorlar mi
yani?
evet dediler '
evet dediler '
konuşmalarına devam
ederek, o gülenler ise cennete gidiyorlar
hemen sordum onlara,
peki ben nereye gidecem??
dediler ki, sen bazen
iyi gidiyordun, bazende kötü
bazen tövbe edip ertesi gün günah işliyordun ve izlediğin yol tam olarak belli değildi
bazen tövbe edip ertesi gün günah işliyordun ve izlediğin yol tam olarak belli değildi
ve hep öyle yitik
kalacaksın
sözlerini korku
içerisinde keserek sordum:
yani ben ateşemi
gidiyorum yoksa?
Onlarda, Allahın rahmeti
geniştir ve yolculukta uzundur dediler
---
yüzümü çevirdim korku içerisinde baktım ailem, babam, amcam, kardeşlerim ve akrabalarım hepsi
---
yüzümü çevirdim korku içerisinde baktım ailem, babam, amcam, kardeşlerim ve akrabalarım hepsi
Bir sandık içinde beni
taşıyorlardı
Onlara koiarak gittim ve
onlara dedim ki benim için dua edin lütfen
Ama kimse bana cevap
vermiyordu
kimi ağlıyordu kimi ise hüzünlüydü
kimi ağlıyordu kimi ise hüzünlüydü
Kardeşime giderek,
dikkatli ol dünyanın fitnesi seni kandırmasın
Beni duymasını çok
isterdim
O iki melek beni
kabirdeki cesedimin üzerine bağladılar
baktım ki babam toprak atıyor üzerime
baktım ki babam toprak atıyor üzerime
Kardeşlerim topak atıyor
Ordaki insanlar hepsi
üzerime toprak atıyordu
----
dedim ki, ahh keşke onların yerinde olsaydım Allaha tevbe etseydim
dün sabah namazımı kılsaydım
----
dedim ki, ahh keşke onların yerinde olsaydım Allaha tevbe etseydim
dün sabah namazımı kılsaydım
Keşke her gün rabbime
dua etseydim
Keşke her gün tevbemi
yenileseydim
Keşke kötülüklerden uzak
dursaydım
Başladım bağırmaya, ey
insanlar dikkatli olun dünya hayatı sizleri kandırmasın
en azından birisinin beni duymasını çok isterdim
en azından birisinin beni duymasını çok isterdim
Peki sen beni
duyuyormusun ???
----
----
lütfen herkese gönder
---
---
eğer göndermesi sana
zor geliyorsa, daha iyi olacak çünkü sevabını hakketmiyorsun, ama kabirde
olduğun zaman o zaman, ahh keşke gönderseydim diyeceksin
***
***
süphanallah ve bihamdihi..
süphanallahul azim
18 Nisan 2012 Çarşamba
YEMİN'İN ÇEŞİTLERİ,YEMİNİ BOZMAK VE KEFFÂRET
YEMİN ÇEŞİTLERİ
2001 Âyet-i Kerîme'de: "Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz" buyurulmuştur. Dolayısıyla önce "YEMİN-İ LAĞV" üzerinde duralım. Esâsen Hanefi fûkahası; Allahû Teâla (cc) adına yapılan yemini üçe ayırmıştır. Birincisi: Yemin-i Lağv. İkincisi: Yemin-i Gâmus. Üçüncüsü: Yemin-i Mün'akide'dir.(60)
YEMİN-İ LAĞV: Lağv yemin; hiçbir şer'i hükmü olmayan yemindir. Hz. Aişe (ranha) vâlidemiz şöyle târif etmiştir: "Lağv yemin, kişinin hiçbir kasdı olmaksızın "VAllahi böyledir" veya "VAllahi böyle değildir" demesidir. İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Kişi zan üzere bir şeyin olacağına yemin eder ki gerçekten böyle değildir. Madem ki yemini yapan kişi; olan herhangi bir fiili zannı gâlip ile bildiğinden dolayı yapmaktadır ve bu iş hiç de onun sandığı gibi değildir. Bu yemin lağv yemindir. Çünkü o bu yemini kandırmak ve hile yapmak için yapmamıştır"(61)
YEMİN-İ GÂMUS: Bir kimsenin yalan olduğunu bile bile ve kasden yaptığı yemindir. İnsanları aldatmak için; kendisi, aksinin sâbit olduğunu bildiği halde, Allah (cc)'ın adını kullanarak yemin eden kimse "Gâmus (Büyük, Günâha sokan) yemin" yapmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse yalan yere yemin ederse, Allahû Teâla (cc) onu cehennem ateşine koyar"(63) buyurduğu bilinmektedir. Bunun dışında Abdullah b. Amr b. As (ra)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (sav) bir bedevinin büyük günâhlarla ilgili sualine cevap verirken, bunlar arasında "Yemin-i Gâmus'u" da zikretmiştir. Bedevi, yemin-i gâmus'un ne olduğunu sorunca Resûlullah (sav): "- Gâmus yemin; müslümanın malını elinden almak için yapılan hileli yemine denir" buyurmuştur. Hanefi fûkahası: "Gamûs yeminin keffâreti yoktur. Çünkü keffâret; günahların örtülmesi için, şer'i şerifin koyduğu hududlardır.
YEMİNİ BOZMAK VE KEFFÂRET
Allahû Teâla (cc)'ya itaat etmek ve sâlih ameller işlemek hususunda; yemin eden bir kimsenin, yemininden rücû etmemesi gerekir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Karşılıklı muahede yaptığınız vakit, Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın. (Nasıl olur ki) üzerinize Allah'ı kefil yapmışsınızdır. Şüphe yok ki Allah ne yapacağınızı bilir"(74) hükmü beyan buyurulmuştur. Allahû Teâla (cc)'nın adını anarak ve O'nu kefil yaparak; İslâm'ın meşrû kabul ettiği bir işi yapmak için, yemin eden kimseye muhayyerlik yoktur. Eğer yeminini bozarsa; keffâret gündeme girer. Keffâret'in mâhiyeti üzerinde daha önce durmuştuk!..(75) Şimdi yemin keffâretini izaha gayret edelim.
Kur'ân-ı Kerîm'de: ".. (Yeminin) Keffâreti; ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek, yahud bir köle azâd etmektir. Fakat kim (bunları) bulamaz, (bulmaya muktedir olamaz) sa üç gün oruç tutması lâzımdır. İşte bu and (yemin) ettiğiniz vakit (onları bozmanın) keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza ediniz. Allah ayetlerini size böylece açıklıyor. Tâ ki şükredesiniz"(76) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde; yemin keffâreti için yoksula ne kadar verildiğini izâh için, İmam-ı Buhari "Kitabû'l Keffâret" adı altında ayrı bir bölüm ayırmıştır.(77) Hanefi fûkahası: "Yemini bozmadan, keffâret vermek câiz değildir. Çünkü kitap ve sünnet'te; yeminin bozulmasından sonra keffâret'in sözkonusu olacağı sarihtir. Gücü yeten kimse; şu üç şeyden birisi ile yemin keffâretini yerine getirir.
Birincisi: Köle azâd etmektir. Zıhâr keffaretinde câiz olan,burada da câizdir.
İkincisi: On yoksulu giydirmektir. Her fakire bir veya daha fazla giyecek verir. Bunun asgarisi; fâkirin namazının caiz olacağı kadar giyindirilmesidir.
Üçüncüsü: On yoksulun doyurulmasıdır. Bu da tıpkı zıhâr keffaretinde olduğu gibidir"(78) hükmünde müttefiktir. Ancak yukarıda zikredilenlerin hiçbirisine gücü yetmezse; arka arkaya üç gün oruç tutmak mecburiyetindedir. İmkânı varken; borçlu olsa bile, oruç tutması câiz olmaz!.. Zira oruç; gücü yetmeyen (Çok fakir olan) kimseler için meşrû kılınmıştır.
Allahû Teâla (cc)'ya itaat etmek ve sâlih ameller işlemek hususunda; yemin eden bir kimsenin, yemininden rücû etmemesi gerekir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Karşılıklı muahede yaptığınız vakit, Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın. (Nasıl olur ki) üzerinize Allah'ı kefil yapmışsınızdır. Şüphe yok ki Allah ne yapacağınızı bilir"(74) hükmü beyan buyurulmuştur. Allahû Teâla (cc)'nın adını anarak ve O'nu kefil yaparak; İslâm'ın meşrû kabul ettiği bir işi yapmak için, yemin eden kimseye muhayyerlik yoktur. Eğer yeminini bozarsa; keffâret gündeme girer. Keffâret'in mâhiyeti üzerinde daha önce durmuştuk!..(75) Şimdi yemin keffâretini izaha gayret edelim.
Kur'ân-ı Kerîm'de: ".. (Yeminin) Keffâreti; ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek, yahud bir köle azâd etmektir. Fakat kim (bunları) bulamaz, (bulmaya muktedir olamaz) sa üç gün oruç tutması lâzımdır. İşte bu and (yemin) ettiğiniz vakit (onları bozmanın) keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza ediniz. Allah ayetlerini size böylece açıklıyor. Tâ ki şükredesiniz"(76) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde; yemin keffâreti için yoksula ne kadar verildiğini izâh için, İmam-ı Buhari "Kitabû'l Keffâret" adı altında ayrı bir bölüm ayırmıştır.(77) Hanefi fûkahası: "Yemini bozmadan, keffâret vermek câiz değildir. Çünkü kitap ve sünnet'te; yeminin bozulmasından sonra keffâret'in sözkonusu olacağı sarihtir. Gücü yeten kimse; şu üç şeyden birisi ile yemin keffâretini yerine getirir.
Birincisi: Köle azâd etmektir. Zıhâr keffaretinde câiz olan,burada da câizdir.
İkincisi: On yoksulu giydirmektir. Her fakire bir veya daha fazla giyecek verir. Bunun asgarisi; fâkirin namazının caiz olacağı kadar giyindirilmesidir.
Üçüncüsü: On yoksulun doyurulmasıdır. Bu da tıpkı zıhâr keffaretinde olduğu gibidir"(78) hükmünde müttefiktir. Ancak yukarıda zikredilenlerin hiçbirisine gücü yetmezse; arka arkaya üç gün oruç tutmak mecburiyetindedir. İmkânı varken; borçlu olsa bile, oruç tutması câiz olmaz!.. Zira oruç; gücü yetmeyen (Çok fakir olan) kimseler için meşrû kılınmıştır.
ALLAHÜ TEÂLA (CC)'DAN GAYRİ İLE YAPILAN YEMİN'İN ŞARTLARI
1) Yemin eden kimse;
boşamayı veya köle azad etmeyi şart koşmuşsa, bu câizdir. Çünkü cezâ; yeminin bağlanmasının şartıdır.
2) Kendi üzerine yemin edilen şey; gelecekte yapılacak bir iş olmalıdır.
3) Allah'ın ismi; yeminin rüknünde söylenmelidir. İstisnâ belirten herhangi bir hüküm beyan edilmemelidir.
4) Yeminde; şart ile cezâ arasında bir engel bulunmamalıdır.
1) Yemin eden kimse;
boşamayı veya köle azad etmeyi şart koşmuşsa, bu câizdir. Çünkü cezâ; yeminin bağlanmasının şartıdır.
2) Kendi üzerine yemin edilen şey; gelecekte yapılacak bir iş olmalıdır.
3) Allah'ın ismi; yeminin rüknünde söylenmelidir. İstisnâ belirten herhangi bir hüküm beyan edilmemelidir.
4) Yeminde; şart ile cezâ arasında bir engel bulunmamalıdır.
MALI SATABİLMEK İÇİN "YEMİN ETMEK" MEKRUHTUR
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yemin; malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine (bereketinin mahvolmasına) sebebtir"(71) buyurduğu bilinmektedir. Ulema; alışverişte "sözünde sadık olduğu halde yemin etmek mekruh, yalan yere yemin etmek ise tahrimen mekruhtur" hükmünü beyan etmiştir Hz.Abdullah b.Evfa (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resul-i Ekrem(sav) 'in döneminde; bir kimse yalan yere yemin ederek, mal elde etmeye gayret sarfetmiş ve bunun üzerine şu Ayet-i Kerime nazil buyurulmuştur.(72) "Hakikat; Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahayı (hasis ve menfaati) satın alanlar (yok mu?) işte onlar için ahirette hiçbir nasib yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek açıklı bir azab vardır."(73)
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yemin; malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine (bereketinin mahvolmasına) sebebtir"(71) buyurduğu bilinmektedir. Ulema; alışverişte "sözünde sadık olduğu halde yemin etmek mekruh, yalan yere yemin etmek ise tahrimen mekruhtur" hükmünü beyan etmiştir Hz.Abdullah b.Evfa (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resul-i Ekrem(sav) 'in döneminde; bir kimse yalan yere yemin ederek, mal elde etmeye gayret sarfetmiş ve bunun üzerine şu Ayet-i Kerime nazil buyurulmuştur.(72) "Hakikat; Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahayı (hasis ve menfaati) satın alanlar (yok mu?) işte onlar için ahirette hiçbir nasib yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek açıklı bir azab vardır."(73)
Âlem nedir ? Âlemin tanımı ? Kaç tane âlem var ?
Kâinat, mahlûkât, mevcûdat, mümkinât mâsivâ, felek, yaratılmışların tümü, kısacası Cenâb-ı
Allah’ın dışında kalan ve yeryüzü ile gökyüzündeki maddî, manevî bütün eşya ve
varlıklar. Kâinat, bütün yaratılmışlar, havadis, evrende var olan her şey âlemi
oluşturmaktadır. Kâinattaki bütün varlıkların her bir türü de ayrı bir âlem
oluşturmaktadır. Cinler âlemi, ins âlemi, ruhlar âlemi, hayvanlar âlemi,
melekler âlemi… gibi. Bu saydığımız âlemlerin her biri de kendi arasında bir
çok âlem ve türe ayrılmaktadırlar. Bütün bunlar yani kâinat, kendisinden başka
bir varlığın mevcut olduğuna tanıktır. Bunlar Allah’ın varlığının en büyük
delili ve alâmeti olduğundan dolayı âlem adını almıştır.
Kur’an “Âlemlerin Rabbi” derken, kâinattaki bütün varlıklar ve
sınıflar olan “Âlemîn’i kasdetmektedir. Âlem kelimesi genellikle Kur’an-ı
Kerim’de çoğul olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında İslâm, dünya ve ahiret
âlemleri olarak da iki ayrı âlemden söz etmektedir. Dünya ve ahiret âlemleri
içinde bulunan bütün varlıklar o âlemi oluşturmakta; hepsi
birden ise kâinatı meydana getirmektedir. Bunların da yaratıcısı Allah’tır. Dünya ve ahiret âlemleri ele alındığında kelime itibariyle yakın manasına gelen dünya önce; sonra anlamına gelen ahiret ise, sonra yaşanacak bir âlemdir. Dünya âleminin diğer adı “Fâni” yani “geçici âlem”; ahiretin diğer adı ise “bâkî âlem”dir. Bu iki âlem yalan âlem (dünya) ve gerçek âlem (ahiret) şeklinde kullanıldığı gibi, mükellefiyet ve sorumluluk dünyası ceza ve mükâfaat âlemi şeklinde de ifade edilmektedir. Dolayısıyla dünya ilk âlem, ahiret de son âlem oluyor.
birden ise kâinatı meydana getirmektedir. Bunların da yaratıcısı Allah’tır. Dünya ve ahiret âlemleri ele alındığında kelime itibariyle yakın manasına gelen dünya önce; sonra anlamına gelen ahiret ise, sonra yaşanacak bir âlemdir. Dünya âleminin diğer adı “Fâni” yani “geçici âlem”; ahiretin diğer adı ise “bâkî âlem”dir. Bu iki âlem yalan âlem (dünya) ve gerçek âlem (ahiret) şeklinde kullanıldığı gibi, mükellefiyet ve sorumluluk dünyası ceza ve mükâfaat âlemi şeklinde de ifade edilmektedir. Dolayısıyla dünya ilk âlem, ahiret de son âlem oluyor.
Cenâb-ı Hakk A’râf suresinde; “Şüphesiz Rabbiniz yeri, göğü altı
günde yaratan, sonra Arş’a hükmedendir. O, gece ile onu durmadan takip eden
gündüzü bürür. Emrine âmade olan güneş, ay ve yıldızları da yaratmıştır. İyi
biliniz ki yaratmak ve (insanlara) emretmek yalnız ona özgüdür. Âlemlerin Rabbi
olan Allah yüceler yücesidir. ” (A’raf, 7/54)
buyurarak kâinatın, âlemin nasıl yaratıldığını, bunun yönetiminin kimin elinde, hükmetme hakkının kimde olduğunu bildirerek âlemin ikiye ayrıldığını, bunlardan birinin ‘Emir âlemi’, diğerinin ‘Halk (yaratma) âlemi’ olduğunu ifade buyurmaktadır.
buyurarak kâinatın, âlemin nasıl yaratıldığını, bunun yönetiminin kimin elinde, hükmetme hakkının kimde olduğunu bildirerek âlemin ikiye ayrıldığını, bunlardan birinin ‘Emir âlemi’, diğerinin ‘Halk (yaratma) âlemi’ olduğunu ifade buyurmaktadır.
Emir âlemine, ğayb, melekût, ceberût rûhânî, nûrânî, ulvî ve
manevî âlem adı verildiği gibi, halk âlemine de şehâdet, mülk, zulmânî,
cismânî, maddî ve süflî âlem her iki âlem birlikte ve aynı anda mevcut
bulunmaktadır. Emir âlemi rûhânî ve mânevî alem denilmektedir. Emir ve halk
alemleri yaratıldıktan sonra içiçe olmuş insanın bu iki âlemdeki ilişkileri de
birbirleriyle sürekli münasebet halinde bulunmuştur. Şu halde halk âlemi maddî
ve cismânîdir. Bunun için aynı zaman ve mekân içinde birlikte bulunmaları
mümkün olmaktadır. Aynen ruh ile bedenin birlikte bulundukları gibi. Emir, yani
ruhânî âlem zaman ve mekâna gerek duymamaktadır. Mutasavvıfların üzerinde
durdukları âlem budur. Onlar rûhânî âleme sâlih amel, ilhâm, aşk ve keşf ile
nüfuz etmeye çalışmaktadırlar. Mutasavvıflar birçok hususta ‘felsefe’nin
etkisinde oldukları için âleme bakışları da felsefi ekollerin görüşlerini
yansıtır. Alem hakkındaki görüşleri daha çok Yeni Eflâtuncuların görüşüne
benzemektedir. Bunun için âlemdeki beş mertebeden söz ederek bunlara “Hazarât-ı
Hamse” adını verirler. onlara göre âlemin beş ayrı mertebesi vardır:
1-Ulûhiyyet Mertebesi. 2-Ruhlar mertebesi (Emir âlemi), 3-Misâl
âlemi, 4-Cisim âlemi, 5-İnsan-ı Kâmil (olgun insan).
İslâm mutasavvıf ve düşünürleri bu çerçeve içinde meseleyi
değerlendirirken beş ayrı kanaat ileri sürmüşlerdir:
1-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en iyisidir.
Bundan daha güzelinin yaratılması mümkün değildir. Buna “mutlak iyimserlik”
denir.
2-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en
kötüsüdür. Ebû A’lâ el-Maarri’nin savunduğu bu görüşe de “mutlak kötümserlik”
denir.
3-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat iyilik
daha çoktur. Onun içinde buna “nisbî iyimserlik” adı verilmiştir.
4-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat kötülük
iyiliğe nazaran çok daha fazladır. Buna da “izâfî karamsarlık” denir.
5-Bu, çözülmesi asla mümkün olmayan bir problemdir. Onun için
insanlar bu hususta görüş belirtemezler. Dolayısıyla çekimser kalınıp “bu
konuda tavakkuf etmek gerekir”, denilmektedir.
Filozofların âlem hakkındaki görüşlerine gelince; Yunan
filozofları bu meseleyi çözmek için çok uğramışlardır. Yunan filozoflarının
âlem hakkındaki görüşlerine İslâm filozofları da çok büyük önem vermişlerdir.
Aristo bu kâinatın ezelî olduğuna inanıyordu. Ona göre, bu âlemin şekil
itibariyle değil de asıl maddesi ezeli idi. Bunun aslî maddesi önceden
mevcut olup Allah buna sonradan şimdiki şeklini vermiştir. Bu yaratmadan sonra da âlem kendi kendini yönetmiştir.
mevcut olup Allah buna sonradan şimdiki şeklini vermiştir. Bu yaratmadan sonra da âlem kendi kendini yönetmiştir.
Eflâtun ise meseleye daha değişik bakmıştır. Ona göre biri
ideler, diğeri gölgeler âlemi olmak üzere iki âlem var olup, bunlar
birbirlerine bağlıdır. Duyu organlarımızla algıladığımız madde âlemi ideler
âleminin bir gölgesidir. Dolayısıyla bu maddî âlemin varlığı ideler âlemine
bağlıdır.
İslâm filozofları ise, eski Yunan felsefesini, İslâm’ın kâinat
hakkındaki ahenk anlayışı ile mezc ederek İslâm’a sokmuşlardır. Buna bağlı
olarak, Kâinatın ezelî olduğu inancını taşıdıklarından dolayı İmam Gazzâlî ve
İbn Teymiyye gibi Ehl-i Sünnet çizgisini koruyan âlim ve düşünürler filozofları
tekfir etmişlerdir. Farabî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozoflar akıl âlemi,
nefis âlemi ve tabiat âlemi gibi üç ayrı âlemden söz etmektedirler. Bunlara
karşı İslâm’ın saf ve gerçek akîdesini korumağa çalışan İmam Gazzâlî ise, Mülk
âlemi, Melekût âlemi ve Ceberût âlemi diye üç âlemi kabul etmiştir.
Âlem-i A’lâ: En yüce âlem demek olup kâinatı yaratan
Rabbü’l-âlemînin Rubûbiyet âlemidir.
Âlem-i Berzâh: Berzah, iki şey arasına giren engel, iki nesneyi
birbirinden ayıran şey demektir. Dünya ile ahiret arasına girdiği için ölüm
ânından kıyamete, insanların tekrar dirilmelerine kadar geçecek olan zamana da
Berzah denilmiştir.
İslâmî bir terim olarak âlemi berzah ise insanların ölüm anından
itibaren ruhlarının gittiği ve kıyamete kadar geçici olarak bulunduğu yere
denir. (Ö.N. Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 247). Bu, ahiret hayatının ilk
merhalesidir.
Ölümle beden hayâtiyetini kaybeder. Fakat ruh ölmez. Ruh bedeni
terkedince daha üstün bir âlem olan âlem-i berzaha intikâl eder. Kıyamette,
insanların tekrar diriltilmesine kadar orada kalır.
İnsan ruhunun üç safhası vardır:
a-Dünyada bedenimizdeki durumu,
b-Öldükten sonra âlem-i berzahdaki durumu,
c-Ahirette tekrar dirilme ile başlayan durumu.
Dünyada ruhumuz bedenimizle beraberdir. Mutluluk ve mutsuzluğu,
keder ve sevinci ruhumuz bedenimizle beraber tadar. Ahirette, tekrar dirilince
de durum böyle olacaktır.
Âlem-i berzah’da ise azap ve nîmeti tadan sadece ruhtur. Gerçi
insan bu dünyada yaptığı iyi veya kötü amelinin karşılığını ahirette tekrar
dirildikten sonra görecektir. Ama berzah âleminde de bunu az veya çok
tadacaktır. Kur’an-ı Kerîm’in bildirdiğine göre âlem-i berzah’da Firavun ve
yandaşları gibi kâfirler azap görecekler (el-Mü’min, 40/45-46), güzel amel
işleyen müminler ise Allah’ın mükâfat ve nîmetine mazhar olacaklardır. (Âli
İmran, 3/169-171).
Ruhun âlem-i berzahdaki durumu insanın uyku hâline
benzetilebilir. İnsanın uyku hâli nasıl ki yaşayışla ölüm arasında başka bir
âlemdir; bunun gibi âlem-i berzah da dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında ve
fakat tamamen değişik bir âlemdir.
Âlem-i Ceberût: Tasavvuf; bir terim olarak Ceberût; cebir ve
zorlama demektir. İlâhî kudret ve iradenin etkili
olduğu âleme ceberût âlemi adı verilmiştir. Burada insan veya başka hiç bir ‘mahlûk’un güç ve iradesi etkili değildir. Kelime olarak İbrânice’de kudret anlamına gelen “Geburah” kelimesinden geldiği bilinmektedir. Ceberut âlemi; mülk âlemi ile Melekût âlemi arasında kabul edilmektedir. Yani orta âlem olan Ceberût âlemi, üstte olan Lâhût âlemi ile altta olan Melekût âleminin ortasıdır. (Cürcanî, Kitabu’t-Ta’rîfât, Ceberût mad.) Bu da Eflâtun’un ideler âleminin
aynısıdır.
olduğu âleme ceberût âlemi adı verilmiştir. Burada insan veya başka hiç bir ‘mahlûk’un güç ve iradesi etkili değildir. Kelime olarak İbrânice’de kudret anlamına gelen “Geburah” kelimesinden geldiği bilinmektedir. Ceberut âlemi; mülk âlemi ile Melekût âlemi arasında kabul edilmektedir. Yani orta âlem olan Ceberût âlemi, üstte olan Lâhût âlemi ile altta olan Melekût âleminin ortasıdır. (Cürcanî, Kitabu’t-Ta’rîfât, Ceberût mad.) Bu da Eflâtun’un ideler âleminin
aynısıdır.
Başka bir tarife göre ise, Ceberût Âlemi Allah’ın takdîrinin
yâni ‘kaza’sının bulunduğu yerdir.
Âlem-i Emr: Maddî olmayan, akıl ve hisle kavranmayan âlemdir.
Âlem-i Emr ile Âlem-i Halk’ın üstündeki her şey akla ve hisse kapalıdır. Ruh ve
Melekler bu âleme dahildir. Buna Âlem-i Ğayb ve Âlem-i Melekût adı da
verilmektedir.
Âlem-i Ervâh: Ruhlar âlemi demek olup insan ruhlarının beden
vasıtasıyla dünya hayatına kavuşmadan ve öldükten sonra bulundukları yere
verilen isimdir. Dünyaya gelip insanın bedenine giren ruh daima bu aslî
vatanını özlemektedir. Bu ayrılık döneminde yani dünyada insan bedeninde
bulunurken garîb sayılır. Burada yaratılmış bulunan ruhlar, hem kendilerini hem
de diğer ruhları tanırlar.
Âlem-i Esmâ’ ve Sıfat: Cenâb-ı Allah’ın isim ve sıfatlarının
oluşturduğu âleme verilen isimdir
Âlem-i Halk: Mahlûkât yani yaratılmışlar âlemidir. Âlem-i Emr’in
karşıtı olan Âlem-i Halk; madde, eşya ve a’yan âlemidir. Burada sebep-sonuç
ilişkisi geçerli olup her şey akıl ve duyu organlarıyla bilinebilir. Âlem-i
Halk, Alem-i Emr’e bağlıdır. Çeşitli sebep ve hikmetlere binâen tedricî bir
şekilde yaratılmıştır. Buna aynı zamanda Âlem-i Mülk veya Âlem-i şehâdet de
denilmektedir.
Âlem-i Kübra: En büyük âlem anlamında olup buna Âlem-i Ekber adı
da verilmektedir. Âlem-i Suğrâ’nın aksi olarak görülen Âlem-i Kübrâ’ya dış
görünüşe göre kâinat denmektedir. Buna göre Âlem-i Suğra da insanın kendisidir.
Bunun için felsefe ve tasavvufta bu iki âlem şöyle ifade edilir: “Âlem büyük
bir insandır. İnsan ise küçük bir âlemdir.” Bu da insan yapısı ile kâinat
arasındaki benzerlikten kaynaklanmaktadır. Zîra insan maddî bir vücûda, duyan
bir ruha ve düşünen bir akla sahiptir. İnsanı kuşatan kâinat da bu üç âlemden ibarettir.
Âlem-i Melekût: Tasavvufi bir tabir olup, Âlem-i Mülk ile Âlem-i
Ceberûttan sonraki âlemdir. Buna ‘Ğayb Âlemi’ adı da verilir. Mana ve ruh
âlemidir. İslâm filozof ve mutasavvıflarına göre Melekût âlemi duyularla
algılanan kâinatın dışında kalan, yalnız düşüncede yaşayan ve görünmeyen
varlıkların bulunduğu âlemdir.
Âlem-i Misâl: Ruhlar âlemi ile cisim âlemi arasında bulunan bir
geçiş âlemidir. Bunun diğer adı ‘Alem-i Berzah’tır.
Âlem-i Mülk: Âlem-i Halk olarak da bilinen Âlem-i Mülk dünyanın
kendisidir. Buna Âlem-i Şehâdet de denilmektedir.
Âlem-i Suğra: En küçük âlem demektir. Bu da insanın kendisidir.
Âlem-i Kübrâ’nın karşılığı olarak kabul edilir. İnsan küçük âlem; âlem ise,
büyük insandır. İnsan ile kâinat arasında ilişki kuranlar kâinatta var olan her
şeyin bir benzerinin insanda da var olduğunu kabul etmişlerdir. Bu da bir
felsefe ve tasavvuf tabiridir.
9 Nisan 2012 Pazartesi
ZİNA ETMENİN HÜKMÜ, ZİNA HADDİNİ UYGULAMANIN ŞARTLARI, ZİNANIN CEZASI VE İHSAN TERİMİ KAPSAMI
Zina etmek, bir kadınla nikâhsız veya haksız olarak cinsel temasta bulunmak. Arapça "zenâ" fiilinden mastar. Zinanın sözlük ve terim anlamı birdir. Bu da; bir erkeğin kadınla bir akde veya haklı bir sebebe dayanmaksızın önden cinsel temasta bulunmasıdır. Zina eden erkeğe "zânî" kadına ise "zâniye" denir.
Hanefîler, bir fıkıh terimi olarak zinayı şöyle tarif etmişlerdir: İslâmî hükümlerle yükümlü bulunan bir erkeğin, kendisine cinsel istek duyulacak yaştaki diri bir kadına, İslâm ülkesinde nikâh akdine veya cariyelik gibi haklı bir nedene dayanmaksızın önden cinsel temasda bulunmasıdır.
Zinada had cezasının uygulanması için, erkeğin cinsel organının en az sünnet yerinin (haşefe) kadının cinsel organına girmiş olması gerekir. Bundan daha azına meselâ; öpmek, sarılmak veya uyluk arasına sürtünmek vb. hareketler haram olmakla birlikte had cezasını gerektirmez. Küçük çocuk ve akıl hastası yükümlü olmadığı için bunların fiili de kendileri bakımından haddi gerektirmez. Diğer yandan Ebû Hanîfe'ye göre erkek veya kadına arkadan temasta bulunmak (livâta) zina hükmünde değildir. Çünkü bu, zina olarak nitelendirilmez. Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikîler aksi görüştedir. Ölü kadın, hayvan veya ergenlik çağına gelmemiş olan ve kendisine cinsel istek duyamayan kız çocuğu ile temas da zina hükmünde değildir. Çünkü bu gibi temasları selîm fıtrat kabul etmez. Ayrıca erkek veya kadının zinaya zorlanmamış olması da şarttır. Çünkü Raslüllah (s.a.s): "Ümmetimden hata, unutma ve zorlandıkları şeyin hükmü kaldırıldı" (Buhârî, Hudûd, 22; Talâk, II; Ebû Dâvud, Hudûd, 17; Tirmizî, Hudûd, 1; İbn Mâce, Talâk, 15) buyurmuştur.
Zinaya zorlanan kadına had cezası gerekmediği konusunda İslâm bilginlerinin görüş birliği vardır. Zinaya zorlanan erkeğe gelince, Şâfiîlere ve Mâlikîlerde tercih edilen görüşe göre böyle bir erkeğe ne had ve ne de ta'zîr cezası gerekmez. Delil, yukarıdaki hadis ve zorlanma özrünün bulunmasıdır. Ebû Hanîfe'nin ilk görüşüne göre zinaya zorlama Devlet başkanı tarafından olmuşsa had gerekmez. Devlet başkanından başkası zorlamışsa istihsân'a göre had uygulanır. Çünkü, zorlama ancak sultan tarafından gerçekleşir. Ebû Hanîfe'nin istikrar bulan görüşü ise, zorlanana had cezasını uygulamamasıdır. Çünkü bazan erkeğin istek dışı cinsel temasa gücü yetebilir. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre iki durumda da zorlanana had cezası uygulanmaz. İmam Züfer aksi görüştedir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 2. baskı, Beyrut 1394/1974, VII, 34,180; eş-Şirâzi, el-Mühezzeb, Mısır t.y., II, 267; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Mûctehid, II, 267; İbn Rüşd, Bidâyetû'l-Müctehid, II, 431; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire,1970, VIII,187, 205; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, VI, 27 vd.; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve İstilâhat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, III,197 vd).
Zina İslâm'da ve önceki
bütün semâvî dinlerde haram ve çok çirkin bir fiil olarak kabul edilmiştir. O
büyük günahlardandır. Irz ve neseplere yönelik bir suç olduğu için cezası da
hadlerin en şiddetlisidir.
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur" (el-İsrâ, 17/32). "Onlar Allah ile birlikte başka ilaha dua etmezler. Haksız yere, Allah'ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azabın içinde alçaltılmış şekilde ebedî bırakılırlar" (el Furkân, 25/68).
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur" (el-İsrâ, 17/32). "Onlar Allah ile birlikte başka ilaha dua etmezler. Haksız yere, Allah'ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azabın içinde alçaltılmış şekilde ebedî bırakılırlar" (el Furkân, 25/68).
Bekâr erkek veya bekâr
kadının zina etmesinin cezası yüz değnek, evli ve iffetli erkek veya kadının
zina cezası ise taşla öldürme (recm)dir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Zina
eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah'a ve
âhiret gününe inanıyorsanız bunları Allah'ın dinini uygulama hususunda
acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir topluluk da, onların cezasına şahid
olsun" (en-Nûr, 34/2). Celde, ete geçmemek üzere, yalnız deriyi
etkileyecek şekilde vurmak demektir. Vuruşta yalnız kürk ve palto gibi kalın
elbiseler çıkartılır, diğerleri çıkarılmaz.
Evli, iffetli erkek veya kadına recm cezası ise, sünnetle sabittir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.s) Mâiz'e ve Benî Gâmid'ten bir kadına recm cezasını uygulamıştır. Recm'in meşrûluğu konusunda sahabenin icmaı vardır.
Zina haddi Allah'a ait haklardandır. Bu, aileye, nesle ve toplum düzenine karşı işlenen bir suç olduğu için toplum haklarından sayılır.
Mezhep imamları çocuk ve akıl hastasına zina haddinin gerekmediği konusunda görüş birliği içindedir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Çocuktan büyüyünceye kadar, uyuyandan uyanıncaya kadar, akıl hastasından iyileşinceye kadar" (Ebû Dâvud Hudûd, 17).
Evli, iffetli erkek veya kadına recm cezası ise, sünnetle sabittir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.s) Mâiz'e ve Benî Gâmid'ten bir kadına recm cezasını uygulamıştır. Recm'in meşrûluğu konusunda sahabenin icmaı vardır.
Zina haddi Allah'a ait haklardandır. Bu, aileye, nesle ve toplum düzenine karşı işlenen bir suç olduğu için toplum haklarından sayılır.
Mezhep imamları çocuk ve akıl hastasına zina haddinin gerekmediği konusunda görüş birliği içindedir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Çocuktan büyüyünceye kadar, uyuyandan uyanıncaya kadar, akıl hastasından iyileşinceye kadar" (Ebû Dâvud Hudûd, 17).
Zina Haddini Uygulamanın Şartları
Zina eden erkek veya kadına ceza uygulanabilmesi için bir takım şartların bulunması gerekir:
1- Zina edenin erginlik çağına ulaşması gerekir. Ergin olmayan çocuğa had uygulanmaz.
2- Akıllı olması gerekir. Akıl hastasına had uygulanmaz. Akıllı bir erkek, akıl hastası bir kadınla veya akıl hastası bir erkek akıllı bir kadınla zina etse, bu ikisinden akıllı olana had cezası uygulanır.
3- Çoğunluk fakihlere göre müslümana ve kâfire zina haddi uygulanır. Fakat Hanefilere göre muhsan olan kâfire recm uygulanmaz, değnek vurulur. Mâlikîlere göre kâfir bir erkek kâfir bir kadınla zina etse had uygulanmaz. Fakat zinasını açığa vurursa te'dib edilir. Müslüman bir kadını zinaya zorlarsa öldürülür. Şafii ve Hanbelîlere göre pasaportlu gayri müslim yabancılara ne zina ve ne de içki içme cezası verilmez. Çünkü bunlar Allah haklarından olup, müste'menler bu hakları üstlenmemiştir.
4- Zinanın istekle yapılmış olması. Çoğunluğa göre zinaya zorlanana had uygulanmaz. Hanbelîler aksi görüştedir.
5- Zinanın insanla yapılmış olması. Üç mezhebe ve Şâfiîlerde sağlam görüşe göre hayvanla temas edene had cezası gerekmez, ta'zir uygulanır. Hayvan öldürülmez ve çoğunluğa göre onun yenilmesinde de bir sakınca yoktur. Hanbelîlere göre ise, iki erkeğin şahitliği ile hayvan öldürülür, eti haram olur ve hayvanın tazmin edilmesi gerekir.
6- Zina edilen kadının ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zina edilmesi halinde zina eden erkeğe de kıza da had cezası gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan kadına da had uygulanmaz.
7- Zinanın bir şüpheye dayalı olmaması gerekir. Bir kimse kendi eşi veya cariyesi sanarak yabancı bir kadınla cinsel temasta bulunsa çoğunluğa göre had gerekmez. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre ise had gerekir. Çünkü burada failde şüphe vardır. Mezhepler arasında ihtilaflı olan fasıt nikâhtan sonraki cinsel temasa had gerekmediği konusunda da görüş birliği vardır. Velisiz veya şahitsiz evlenme halinde durum böyledir. Bu da akitte şüphe bulunduğu içindir. Evlilik ittifakla fasit olursa had uygulanır. iki kız kardeşi bir nikâhta toplamak, beşinci eşle evlenmek, nesep veya sût cihetinden haram olan bir hısımla evlenmek, iddet beklemekte olan kadınla veya üç talâkla boşadığı kadınla hulleden önce evlenmek bu niteliktedir. Ancak bütün bunların haramlığını bilmediğini iddia ederse, bunlarla olan cinsel temas haddi gerektirmez.
8- Zinanın dârul İslâm'da olması. İslâm Devlet başkanının dârul harp veya dârul baği (âsiller ülkesi) üzerinde velâyet yetkisi yoktur. Yani orada hadleri uygulamaya gücü yetmez.
9- Kadının diri olması. Çoğunluğa göre, ölü kadınla cinsel temasta bulunana had gerekmez. Mâlikîlerde meşhur olan görüş bunun aksinedir.
Zina eden erkek veya kadına ceza uygulanabilmesi için bir takım şartların bulunması gerekir:
1- Zina edenin erginlik çağına ulaşması gerekir. Ergin olmayan çocuğa had uygulanmaz.
2- Akıllı olması gerekir. Akıl hastasına had uygulanmaz. Akıllı bir erkek, akıl hastası bir kadınla veya akıl hastası bir erkek akıllı bir kadınla zina etse, bu ikisinden akıllı olana had cezası uygulanır.
3- Çoğunluk fakihlere göre müslümana ve kâfire zina haddi uygulanır. Fakat Hanefilere göre muhsan olan kâfire recm uygulanmaz, değnek vurulur. Mâlikîlere göre kâfir bir erkek kâfir bir kadınla zina etse had uygulanmaz. Fakat zinasını açığa vurursa te'dib edilir. Müslüman bir kadını zinaya zorlarsa öldürülür. Şafii ve Hanbelîlere göre pasaportlu gayri müslim yabancılara ne zina ve ne de içki içme cezası verilmez. Çünkü bunlar Allah haklarından olup, müste'menler bu hakları üstlenmemiştir.
4- Zinanın istekle yapılmış olması. Çoğunluğa göre zinaya zorlanana had uygulanmaz. Hanbelîler aksi görüştedir.
5- Zinanın insanla yapılmış olması. Üç mezhebe ve Şâfiîlerde sağlam görüşe göre hayvanla temas edene had cezası gerekmez, ta'zir uygulanır. Hayvan öldürülmez ve çoğunluğa göre onun yenilmesinde de bir sakınca yoktur. Hanbelîlere göre ise, iki erkeğin şahitliği ile hayvan öldürülür, eti haram olur ve hayvanın tazmin edilmesi gerekir.
6- Zina edilen kadının ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zina edilmesi halinde zina eden erkeğe de kıza da had cezası gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan kadına da had uygulanmaz.
7- Zinanın bir şüpheye dayalı olmaması gerekir. Bir kimse kendi eşi veya cariyesi sanarak yabancı bir kadınla cinsel temasta bulunsa çoğunluğa göre had gerekmez. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre ise had gerekir. Çünkü burada failde şüphe vardır. Mezhepler arasında ihtilaflı olan fasıt nikâhtan sonraki cinsel temasa had gerekmediği konusunda da görüş birliği vardır. Velisiz veya şahitsiz evlenme halinde durum böyledir. Bu da akitte şüphe bulunduğu içindir. Evlilik ittifakla fasit olursa had uygulanır. iki kız kardeşi bir nikâhta toplamak, beşinci eşle evlenmek, nesep veya sût cihetinden haram olan bir hısımla evlenmek, iddet beklemekte olan kadınla veya üç talâkla boşadığı kadınla hulleden önce evlenmek bu niteliktedir. Ancak bütün bunların haramlığını bilmediğini iddia ederse, bunlarla olan cinsel temas haddi gerektirmez.
8- Zinanın dârul İslâm'da olması. İslâm Devlet başkanının dârul harp veya dârul baği (âsiller ülkesi) üzerinde velâyet yetkisi yoktur. Yani orada hadleri uygulamaya gücü yetmez.
9- Kadının diri olması. Çoğunluğa göre, ölü kadınla cinsel temasta bulunana had gerekmez. Mâlikîlerde meşhur olan görüş bunun aksinedir.
Zinanın Cezası
Zinanın cezası, zina eden erkek veya kadının bekar ya da evli olmasına göre değişiklik gösterir. Dayak, taşlâ öldürme, sürgün ve İslâm Devletinin koyacağı bir ta'zir cezası bunlar arasındadır.
1- Yüz Değnek Cezası
Bekâr erkek veya kadının zina cezası yüz değnek olup, Kur'ân-ı Kerîm'le belirlenen bir had cezasıdır.
"Zina eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun" (en-Nûr, 34/2).
Dayak cezası uygulanan zina suçlusunun, suçun işlendiği yöreden bir yıl süreyle sürgün edilmesi İslâm'ın ilk dönemlerinde uygulanan bir ceza türü idi. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bekâr'ın bekârla zinası için yüz değnek ve bir yıl sürgün. Dulun dulla zinası için ise yüz değnek ve taşla recm vardır" (İbn Mâce, Hudûd, 7). Ancak bu uygulama Nûr sûresi inmezden önceye aittir. Bu sûre inince bekârlar için yalnız değnek (celde), evli (muhsan) olanlar için sünnetle recm cezası belirlenmiştir (es- Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrût 1398/1978, IX, 36 vd).
Hanefilere göre celde cezasına sürgün ilâve edilmez. Çünkü âyette celde zina cezasının tümünü ifade eder. Ancak sürgün bir had cezası değil, İslâm Devlet başkanının görüşûne bırakılan ta'zir cezası kabilindendir. O sürgünde bir yarar görürse uygular. Nitekim, zina edenin tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de bu niteliktedir.
Şâfiî ve Hanbelîlere göre celde ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Sürgün yeri seferîlik mesafesinden uzakta olmalıdır. Dayandıkları delil, yukarıda zikredilen sürgün bildiren hadistir. Ancak kadın kocası veya mahrem bir hısmı ile birlikte sürgüne gönderilir. Çünkü Hz. Peygamber; "Kadın, yanında kocası veya mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz" (Buharî, Taksîr, 4, Mescidü Mekke, 6, Sayd, 26, Savm, 67; Ebû Dâvud, Menâsik, 3; Müslim, Hacc, 413-434; Tirmizî, Radâ', 15) buyurmuştur.
Mâlikilere göre ise yalnız erkek sürgün edilir, yani bulunduğu beldeden uzakta hapsedilir. Kadın gittiği yerde de zina etmemesi için sürgün edilmez.
Diğer yandan sürgün hadisinin sonundaki dul için öngörülen celde ve taşla recmin birlikte uygulanması dört mezhebe göre amel edilmeyen bir esastır. Çünkü muhsan (evli) için yalnız recm uygulaması bildiren hadisler daha sahihtir. Nitekim Ebu Hureyre ve Zeyd bin Hillit'ten bir topluluğun naklettiği işçi kıssası bunu ifade eder. İşçisi ile zina eden evli kadın olayında Hz. Peygamber, bekâr olan işçi için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezasına, kadın için ise recm cezasına hükmetmiştir (es-Serahsî, a.g.e., IX, 37; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 39). Zâhirîlere göre, celde ve recm birlikte uygulanır. Onlar, sürgün hadisinin sonundaki "...evli evli ile zinasına yüz değnek ve taşla recm vardır" kısmının açık anlamına dayanırlar.
2- Recm Cezası:
Muhsan olan erkek veya kadının zinası için recm cezası konusunda İslâm bilginleri görüş birliği içindedirler. Delil; Sünnet ve İcmâ'dır.
Hz. Peygamber'in evli olarak zina edene recm cezası uyguladığı tevâtüre ulaşan hadislerle sabittir.
Bir hadiste şöyle buyurulur: "Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helal olur. Zina eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terkedeni öldürmek" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 26; Ebu Dâvud Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 15, Diyât, 10; Nesâî, Tahrîm, 5, Kasâme, 6; İbn Mâce, Hudûd, Dârimî, Hudûd 2, Siyer, II).
Hz. Peygamber'in recm uyguladığı olaylar şunlardır.
Zinanın cezası, zina eden erkek veya kadının bekar ya da evli olmasına göre değişiklik gösterir. Dayak, taşlâ öldürme, sürgün ve İslâm Devletinin koyacağı bir ta'zir cezası bunlar arasındadır.
1- Yüz Değnek Cezası
Bekâr erkek veya kadının zina cezası yüz değnek olup, Kur'ân-ı Kerîm'le belirlenen bir had cezasıdır.
"Zina eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun" (en-Nûr, 34/2).
Dayak cezası uygulanan zina suçlusunun, suçun işlendiği yöreden bir yıl süreyle sürgün edilmesi İslâm'ın ilk dönemlerinde uygulanan bir ceza türü idi. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bekâr'ın bekârla zinası için yüz değnek ve bir yıl sürgün. Dulun dulla zinası için ise yüz değnek ve taşla recm vardır" (İbn Mâce, Hudûd, 7). Ancak bu uygulama Nûr sûresi inmezden önceye aittir. Bu sûre inince bekârlar için yalnız değnek (celde), evli (muhsan) olanlar için sünnetle recm cezası belirlenmiştir (es- Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrût 1398/1978, IX, 36 vd).
Hanefilere göre celde cezasına sürgün ilâve edilmez. Çünkü âyette celde zina cezasının tümünü ifade eder. Ancak sürgün bir had cezası değil, İslâm Devlet başkanının görüşûne bırakılan ta'zir cezası kabilindendir. O sürgünde bir yarar görürse uygular. Nitekim, zina edenin tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de bu niteliktedir.
Şâfiî ve Hanbelîlere göre celde ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Sürgün yeri seferîlik mesafesinden uzakta olmalıdır. Dayandıkları delil, yukarıda zikredilen sürgün bildiren hadistir. Ancak kadın kocası veya mahrem bir hısmı ile birlikte sürgüne gönderilir. Çünkü Hz. Peygamber; "Kadın, yanında kocası veya mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz" (Buharî, Taksîr, 4, Mescidü Mekke, 6, Sayd, 26, Savm, 67; Ebû Dâvud, Menâsik, 3; Müslim, Hacc, 413-434; Tirmizî, Radâ', 15) buyurmuştur.
Mâlikilere göre ise yalnız erkek sürgün edilir, yani bulunduğu beldeden uzakta hapsedilir. Kadın gittiği yerde de zina etmemesi için sürgün edilmez.
Diğer yandan sürgün hadisinin sonundaki dul için öngörülen celde ve taşla recmin birlikte uygulanması dört mezhebe göre amel edilmeyen bir esastır. Çünkü muhsan (evli) için yalnız recm uygulaması bildiren hadisler daha sahihtir. Nitekim Ebu Hureyre ve Zeyd bin Hillit'ten bir topluluğun naklettiği işçi kıssası bunu ifade eder. İşçisi ile zina eden evli kadın olayında Hz. Peygamber, bekâr olan işçi için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezasına, kadın için ise recm cezasına hükmetmiştir (es-Serahsî, a.g.e., IX, 37; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 39). Zâhirîlere göre, celde ve recm birlikte uygulanır. Onlar, sürgün hadisinin sonundaki "...evli evli ile zinasına yüz değnek ve taşla recm vardır" kısmının açık anlamına dayanırlar.
2- Recm Cezası:
Muhsan olan erkek veya kadının zinası için recm cezası konusunda İslâm bilginleri görüş birliği içindedirler. Delil; Sünnet ve İcmâ'dır.
Hz. Peygamber'in evli olarak zina edene recm cezası uyguladığı tevâtüre ulaşan hadislerle sabittir.
Bir hadiste şöyle buyurulur: "Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helal olur. Zina eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terkedeni öldürmek" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 26; Ebu Dâvud Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 15, Diyât, 10; Nesâî, Tahrîm, 5, Kasâme, 6; İbn Mâce, Hudûd, Dârimî, Hudûd 2, Siyer, II).
Hz. Peygamber'in recm uyguladığı olaylar şunlardır.
a- Evli bir kadınla zina
eden bekâr için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası uygulanmıştır. Allah elçisi
bir sahabeyi kadına göndererek şöyle buyurmuştur: "O kadına git, eğer
suçunu itiraf ederse, onu recmet" (Buhârî, Hudûd, 3, 38, 46, Vekâlet,13;
Tirmizî, Hudûd, 5,
.
b- Çeşitli yönlerden sabit olan Mâiz olayı. Mâiz, zinasını itiraf etmiş ve Rasûlüllah (s.a.s) onun recmedilmesini emir buyurmuştur (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 95, 109; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd).
c- Gâmidiyeli kadın zinasını ikrar etmiş ve doğumdan sonra recm uygulannııştır (İbn Mâce, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta ; Hudûd II; eş -Şevkânî, Neylü'I-Evtâr, VII, 109).
İslâm ümmeti recmin meşrûluğu üzerinde icmada bulunmuştur. Ancak hâricîler ekolü recmi inkâr etmiştir. Çünkü onlar tevatür sınırına ulaşmayan haberleri delil olarak kabul etmezler (es-Serahsî, a.g.e., IX, 36).

b- Çeşitli yönlerden sabit olan Mâiz olayı. Mâiz, zinasını itiraf etmiş ve Rasûlüllah (s.a.s) onun recmedilmesini emir buyurmuştur (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 95, 109; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd).
c- Gâmidiyeli kadın zinasını ikrar etmiş ve doğumdan sonra recm uygulannııştır (İbn Mâce, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta ; Hudûd II; eş -Şevkânî, Neylü'I-Evtâr, VII, 109).
İslâm ümmeti recmin meşrûluğu üzerinde icmada bulunmuştur. Ancak hâricîler ekolü recmi inkâr etmiştir. Çünkü onlar tevatür sınırına ulaşmayan haberleri delil olarak kabul etmezler (es-Serahsî, a.g.e., IX, 36).
İhsan Terimi ve Kapsamı
İhsan bir İslâm hukuku terimi olarak; bir erkek veya kadına had cezası uygulanabilmesi için bunlarda şer'an bulunması gereken vasıfları ifade eder. Bu niteliklere sahip erkeğe "muhsan", kadına "muhsana" denir. Çoğulu "muhsanat" tır.
İhsan, zina iftirası (kazf) ve recm ihsanı olmak üzere ikiye ayrılır.
Zina iftirası atılan kimsenin muhsan sayılması için akıllı, ergin, hür, müslüman ve zinadan iffetli bulunması gerekir. Bu nitelikler olunca iftiracıya âyette şu ceza öngörülür: Namuslu ve hür kadınlara zina iftirası atan, sonra da bunu dört şahitle ispat edemeyen kimselere seksen değnek vurun. Onların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir" (en-Nûr, 24/4).
Ancak, kadın zinayı ikrar eder veya iftiracı dört şahitle bunu ispat ederse had cezası düşer (bk. "Kazf" mad)
Recm için muhsan sayılmada ise erkek veya kadında yedi niteliğin bulunması şarttır. Bu nitelikler şunlardır: Akıllı olmak, ergin bulunmak, hür ve müslüman olmak, sahih nikâhlı bulunmak ve bu nikâhtan sonra eşiyle meni gelmese bile guslü gerektirecek şekilde cinsel temasta bulunmak. Bu şartlardan herhangi birisi bulunmazsa ceza yüz değneğe dönüşür. Bu duruma göre, küçük çocuk, akıl hastası, köle, kâfir, fâsit nikâhla evli kimse veya cinsel temas olmayan mücerred nikâhla evli kimse için "muhsanlık" söz konusu olmaz. Diğer yandan erkek muhsanlık şartlarını taşır fakat karısı küçük, akıl hastası veya cariye olmak gibi bir sebeple muhsan bulunmazsa, ondan bu arızalar kalktıktan sonra kocası onunla eşit şartlarda yeniden cinsel temasta bulunmadıkça koca muhsan sayılmaz. Çünkü bu yedi şartın eşlerde birlikte bulunması gerekir.
Ebû Yusuf'a göre, bir müslüman sahih nikâhlısı olan bir gayri müslim kadınla cinsel temasta bulunmakla muhsan olur. Şâfiîler de bu görüştedir (eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 268). Buna göre, biri küçük, diğeri ergin, biri uykuda diğeri uyanık veya biri akıllı, diğeri akıl hastası olan karıkoca cinsel temasta bulununca, ehliyetli olan muhsan sayılır, daha sonra başkası ile zina ederse had cezası yalnız ona uygulanır.
Muhsanlık sıfatının devamı için evliliğin devam etmekte olması şart değildir. Bu yüzden ömründe bir defa evlenen ve eşiyle cinsel temasta bulunup da, dul kalmış olan kimse de muhsan olabilir (Bilmen, a.g.e., III, 201).
İhsan bir İslâm hukuku terimi olarak; bir erkek veya kadına had cezası uygulanabilmesi için bunlarda şer'an bulunması gereken vasıfları ifade eder. Bu niteliklere sahip erkeğe "muhsan", kadına "muhsana" denir. Çoğulu "muhsanat" tır.
İhsan, zina iftirası (kazf) ve recm ihsanı olmak üzere ikiye ayrılır.
Zina iftirası atılan kimsenin muhsan sayılması için akıllı, ergin, hür, müslüman ve zinadan iffetli bulunması gerekir. Bu nitelikler olunca iftiracıya âyette şu ceza öngörülür: Namuslu ve hür kadınlara zina iftirası atan, sonra da bunu dört şahitle ispat edemeyen kimselere seksen değnek vurun. Onların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir" (en-Nûr, 24/4).
Ancak, kadın zinayı ikrar eder veya iftiracı dört şahitle bunu ispat ederse had cezası düşer (bk. "Kazf" mad)
Recm için muhsan sayılmada ise erkek veya kadında yedi niteliğin bulunması şarttır. Bu nitelikler şunlardır: Akıllı olmak, ergin bulunmak, hür ve müslüman olmak, sahih nikâhlı bulunmak ve bu nikâhtan sonra eşiyle meni gelmese bile guslü gerektirecek şekilde cinsel temasta bulunmak. Bu şartlardan herhangi birisi bulunmazsa ceza yüz değneğe dönüşür. Bu duruma göre, küçük çocuk, akıl hastası, köle, kâfir, fâsit nikâhla evli kimse veya cinsel temas olmayan mücerred nikâhla evli kimse için "muhsanlık" söz konusu olmaz. Diğer yandan erkek muhsanlık şartlarını taşır fakat karısı küçük, akıl hastası veya cariye olmak gibi bir sebeple muhsan bulunmazsa, ondan bu arızalar kalktıktan sonra kocası onunla eşit şartlarda yeniden cinsel temasta bulunmadıkça koca muhsan sayılmaz. Çünkü bu yedi şartın eşlerde birlikte bulunması gerekir.
Ebû Yusuf'a göre, bir müslüman sahih nikâhlısı olan bir gayri müslim kadınla cinsel temasta bulunmakla muhsan olur. Şâfiîler de bu görüştedir (eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 268). Buna göre, biri küçük, diğeri ergin, biri uykuda diğeri uyanık veya biri akıllı, diğeri akıl hastası olan karıkoca cinsel temasta bulununca, ehliyetli olan muhsan sayılır, daha sonra başkası ile zina ederse had cezası yalnız ona uygulanır.
Muhsanlık sıfatının devamı için evliliğin devam etmekte olması şart değildir. Bu yüzden ömründe bir defa evlenen ve eşiyle cinsel temasta bulunup da, dul kalmış olan kimse de muhsan olabilir (Bilmen, a.g.e., III, 201).
Zina Haddini Uygulamanın Şartları
6- Zina edilen kadının ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zina edilmesi halinde zina eden erkeğe de kıza da had cezası gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan kadına da had uygulanmaz.
6- Zina edilen kadının ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zina edilmesi halinde zina eden erkeğe de kıza da had cezası gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan kadına da had uygulanmaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)
Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...
