Boğaziçi Üniversitesinde yapılması planlanan “İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE ERMENİLER” başlıklı konferans, İstanbul dördüncü İdare Mahkemesinin üçte iki kararı ile durdurulmuştu.Bu bağımsız yargının aldığı bir karardır. Ve hukuk devletlerinde yargının aldığı kararlara hiç kimsenin müdahalesi söz konusu değildir. Çünkü Hukuk Devletinin temel prensibi “Hukukun üstünlüğü” ilkesidir. Bu ana fikirden yola çıkararak mevcut hükümetin söylemlerini değerlendirelim. Söz konusu konferansın ilk telaffuz edilmeye başladığı mayıs ayında bakınız Adalet Bakanı Cemil Çiçek Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulunda ne diyor?
“Bu hareketle arkadan hançerlemişlerdir bizi. Üniversiteler özerktir ama özerklik sorumsuzluk değildir. Bu büyük sorumsuzluk ve ciddiyetsizliktir. Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretseydim. Bu ciddiyetsizlik bu sorumsuzluk bu milletin nüfus cüzdanını taşıyıp bu milletin aleyhine propaganda yapma ve ihanet etme dönemini kapatmamız lazım.”
Bugünse aynı Adalet Bakanı ki burada bir kez daha altını çizerek belirtmek istiyorum Adalet Bakanı yargıda ki boşluktan nasıl yararlanılacağını şöyle ifade ediyor, ya da bir başka değişle hırsıza şöyle yol gösteriyor: “ Bu esastan verilmiş bir karar değil. Karar sadece iki üniversiteye yönelik. Genel bir yasak yok.”
Şimdi tam burada şunu sormak lazım çok değil birkaç ay önce bu konferansı Türk milletini sırtından hançerlemekle değerlendiren Çiçek, nasıl oluyor da bugün bambaşka bir tutumla Yüce TÜRK Milletinim karşısına hem de hiç yüzü kızarmadan çıkabiliyor? Bunun adı siyasi oryantallik değil de, nedir?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise İdare Mahkemesin almış olduğu kararı şu açıklaması ile değerlendirmiştir.
“Ermeni konferansıyla ilgili verilmiş olan kararı ben Tayyip Erdoğan olarak asla tasvip etmiyorum, etmem de mümkün değil. Çünkü ben, özgürlüklerin en geniş anlamda yaşandığı bir Türkiye'de yaşamak istiyorum.(…)Durumdan vazife çıkarma mantığının hortlatılmasını kabul etmek mümkün değildir.”
Özgürlük ve Demokrasiye her gün işine geldiği gibi yeni anlamlar yükleyen Başbakan açık olarak yargıyı siyasallaştırmak istiyor. Kendisi nasıl bir Türkiye'de yaşamak istiyor ben tam anlamış değilim ama ben Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlık yapmadığı bir Türkiye'de yaşamak istiyorum.
Ve son olarak Dışişleri Bakanı Gül: “ Bu kadar kendisine zarar veren bir ülke olamaz” diyor.
Bence bir anlamda da haklı AKP'yi iktidara taşıyarak bu ülke kendisine çok zarar vermiştir.
Birliğine girmek için atılmadık takla bırakmayan Avrupa avareleri Sözde özgür ve akademik bir platformda Şerefli tarihimize şerefsizce saldırmaktadır. Avrupa'nın birçok ülkesinde sözde Ermeni Soykırımı kabul edilmiş olması şöyle dursun, bunun aksi bir söylem de bulunmak kanun dışı hale getirilmiştir.
Yüce Türk Milletinin çok şerefli bir tarihi vardır. Gelecek Türk nesilleri tarihi ile övünmelidir. Çünkü Türk Milleti tarihinin de şehidinin bekçisidir. Bu yurt TÜRK YURDUDUR SON TÜRK ÖLENE KADAR DA ÖYLE KALACAKTIR.
Tarihi bir yanılgıya düşmeden önce Atatürk'ün bir anısını hemen her fırsatta (fotoğraf sergisinde, konferansta vb…) Türk tarihine saldıran provokatörlere nakletmek isterim.
1935 senesinde idi. Atatürk'ün Çanakkale'ye geleceği rivayetleri dolaşıyordu.
O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma baş göstermişti. Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını, mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı. Bunlar, o zaman rivayet olunduğuna göre Filistin'e gitmek istiyorlardı.
İşte bu sıralarda "Atatürk Çanakkale'ye geliyor" dediler. Çok sevindim. Çünkü Atatürk'ü hiç görmemiştim. Heyecanla Atatürk'ün geleceği Balıkesir caddesine dikildim. Bu esnada yanımda bulunan birkaç Yahudi'nin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm. Alakadar olmağa vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü."Atatürk geliyor" sözü yeniden ağızdan ağıza dolaştı. Halkın "yaşa, Varol!" nidaları arasında Atatürk otomobilinden indi. Alkışlar devam ediyor, o da halkın arasında ilerliyordu. Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı. Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu. Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hareketli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Ata'nın önüne atıldı. Muhafızlar mani olmak istedi. Atatürk:
—Bırakın gelsin! Dedi.
Bu Musevi vatandaş, Atatürk'ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:
—Paşam bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız? Dedi.
Atatürk bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı. Buna rağmen sordu:
—Sen kimsin?
—Ben paşam, Çanakkale Musevilerinden Avram Palto.
—Sizi kim kovuyor? Hükümet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle? Dedi.
Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı. Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:
—Hayır, paşam, halk kovuyor.
Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:
—Halk isterse beni de kovar, dedi ve yürüdü.
(Atatürk'ün Nükteleri, Fıkraları, Hatıraları, sh.68)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder