
- Sadık Rıfat Paşa, Viyana'da bulunduğu dönemde Prens'le saatlerce süren yürüyüş
sohbetleri yaparmış. Bu sohbetler Sadık Rıfat Paşa'yı her açıdan etkilemiştir.
Diğer taraftan Sadık Rıfat Paşa, Mustafa Reşit Paşa ile çok yakın arkadaş
olmalarına rağmen Tanzimat'ın ilanına tarafsız kalmıştır. Çünkü o dönem itibariyle
Tanzimat Fermanı'na destek vermeyen tek Avrupa'lı devlet Avusturya'dır. Paşa'da
bu durumdan etkilenmiştir. Nitekim Metternich, ilkece değişim taraftarı
olmasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat Fermanı'nın çok hızlı bir
değişim yaratacağına inanmaktaydı. Bu nedenle Padişah'a ve Tanzimat
bürokratlarına ılımlı bir değişiklikten yana olmaları, kendi kanunlarına bağlı
kalmaları ve kendi hükümlerini uygulamaları tavsiyelerinde bulunmuştur. Bahusus
Islahat Fermanı'nın ilan edilmesi sonrasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun mevcut
reform uygulamalarına eleştiriler getirmektedir. Prens Osmanlı yöneticilerine;
"eğer kurtulmak istiyorsanız, Türk kalınız, Müslüman kalınız"
şeklinde tavsiyede bulunarak, gelişmenin öz değerlere bağlılıkta olduğuna vurgu
yapmıştır.
Türk ve Müslüman olmak; ısmarlama, fabrikasyon değer ve inanç bütünü değildir.
Bir hissetme, algılama ve inanma meselesidir. Türklüğün ve Müslümanlığın yoğun
olarak hissedildiği zamanlarda, Türk milletinin kendine olan güveni dünya
medeniyetini tanzim edecek noktadaydı. Ziya Gökalp'in ifadesiyle; Türklük gurur
ve şuuru; İslam ahlak ve fazileti Türk milletinin kimliğini meydana
getirmiştir.
Türk ve Müslüman olmak; bu inanç ve kabullerin paralelinde olaylara yönelik
tavır almak; yaşadığımız çağı anlamlandırmaya çalışmanın yöntemlerindendir.
Türk ya da Müslüman olmak verili bir inanç ve duygu demeti değildir. Bir inanç,
duygu ve hissetme meselesidir. Türklük ve Müslümanlık Türk milletinin kimliğini
oluşturmuş; bu kimlik zengin ve büyük bir tarihi mirasla da beslenmiştir.
Bu bağlamda Türk milliyetçiliği; Türk ve Müslüman olmanın ortaya çıkardığı Türk
milletine mensubiyet gururunun bir yansıması ve birbiriyle iç içe geçmiş bu iki
inancın bileşkesinde filizlenen hayatı anlamlandırma projesidir. Bu itibarla
Türklüğün Müslümanlıktan, Müslümanlığı Türklükten ayrı düşünmenin imkanı
yoktur. Ayrıca Türk milliyetçiliğinin inanç eksenli özelliği, diğer
milliyetçiliklerden kendisini ayırmaktadır.
Öte yandan etki alanı genişleyen Türk milliyetçiliğinden duyulan şizofrenik
nitelikli rahatsızlıklar; Türk milliyetçiliğini negatif karşılıkları bulunan
kavramlarla özdeşleştirme rekabetini beraberinde getirmiştir! Bunların başında
ise ırkçılık iddiaları gelmektedir. Esasen kelimelerin kendileri hiçbir anlam
içermez. Kelimeler; kendilerine yüklenen anlam ve içeriklerle mana bulur. Bir
kelimeye farklı anlamlar yüklemek mümkün iken, farklı kelimeler aynı anlama
gelebilir. Dilbilgisi bu durumu eşanlamlı ya da eşsesli kelime vurgusuyla
aşmaya çalışmıştır. Bu itibarla arkçılıktan ne anlaşıldığı, ırkçılığın ne
olduğu öncelikle Türk milliyetçiliğine mesafesi olanlar tarafından
ifadelendirilmiştir. Bu durumun sonucunda Türk milliyetçiliği, savunmaya
çekilerek daha çok ne olmadığı yönünde izaha ve anlatıma girmek durumunda
kalmıştır. Savunmada kalan Türk milliyetçiliği durmadan kendisini aklamaya
çalışarak; bir suçluluk psikolojisine girmiştir. Böylelikle mağrur bir halden
mağdur bir hale seyir başlamıştır. Bu durum ideali ve hayali büyük olan Türk
milliyetçiliğinin çözüm ve değer üretmesini engellemektedir. Üstüne üstelik;
Türk milliyetçiliğine yönelik kavram anarşisine entelektüel cevap üretiminin
birbirinden kopuk ve sistematikten yoksun olması ayrı bir sorunu da ortaya
çıkarmaktadır. Milliyetçiliğin ne olduğundan, nasıl bir çözüm ve değer üretimi
hedefinin bulunduğundan daha çok; ne olmadığı, nelerle bağının olmadığı ısrarla
vurgulanmaya çalışılmaktadır!
Bu kapsamda Türk milliyetçiliğinin toplum refleksinde gerçekçi ve kalıcı kabul
görmesinde ki süreç uzamaktadır. Kelimelere anlam yükleme çabalarının amacı
planlanan bir durumun varlığına işarettir. Bu itibarla kelimelere yüklenen
anlamların toplumsal izdüşümündeki karşılıkları; müşterek kaygı ve
hassasiyetleri yansıtarak ilgili kavramlara karşı ortak bir tepkinin meydana
gelmesini sağlamaktadır. Bu durumda bir kavram tuzağı ortaya çıkmaktadır. İşte
Türk milliyetçiliği bir kavram tuzağının ortasında bulunmaktadır. Bir kelime ya
da kavramın öz olarak içeriğini tartışmak yerine, kişilerin maksatlı olarak
kelimelere yükledikleri anlamları ve insan davranışlarıyla algılamalarının
tartışılması bu tuzağın maharetle hazırlandığını göstermektedir. Herkül Millas
da ırkçılıkla ilgili değerlendirmesinde tam da burada anlatılanlara temas etmiş
bulunmaktadır. Kendisi: "Irk sevgisi her zaman kötü değildir... Günümüzde
gözlenen ittifak, ırkçılığın kötü bir şey olduğu yönünde. Ama korkarım bu
uzlaşmanın arkasında bazı davranışları ve anlayışları koruma hesabı yatıyor.
Kötülükleri önce günah keçisine dönüştürülmüş soyut bir 'ırkçılığa' (bir
kelimeye) yükleyip sonra da ırkçılığı aforoz ederek hepimiz aklanıyoruz! Bütün
yakışıksız davranışlar bizden, hiç beğenmediğimizi ilan etmiş olduğumuz
ırkçılığa devredilmiş oluyor.... Bazı okumuşlarımız bunu bilmezlikten gelip
hâlâ 'ırkçılığı' kötülüyorlar. Sanıyorum bir bostan korkuluğunu taşlayarak,
yabancı düşmanlıklarını (isterseniz, bir 'ırkçılığı') gizlemeye
çalışıyorlar"(Zaman, 27.03.2007) diyerek ırkçılık iddiaları ile neyin
amaçlandığını deşifre etmektedir. Millas söz konusu makalesinde Herder'in; ırk
kavramını ulusun temel özelliği olarak gördüğünü, her ırkın özgür ve egemen
olmasına dair ırkçılığın ileri ve olumlu bir siyasal anlayış düşüncesini de
ifade etmiştir. Herder'in tanım ve yaklaşımından sonra bir milletin oluşumunda
ırkın yanı sıra, dilin, kültürün, dinin de önemli bir işlevi olduğu gerçeği
ortaya çıktı. Nitekim milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un; "Kahraman
ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celal" mısralarında ki ırk ifadesiyle Türk
milletini kast ediyordu. Irkçılıkta; başka ırklardan üstün, başka ırklara baskın
olma iddiaları vardır. Oysaki her devlet ya da toplum hayatında benzerlerinden
üstün olma iddiası da bulunmaktadır. Biz büyük Türk milletine ait olmaktan
övünüp, diğer milletlerden üstün olmayı hedeflerken ırkçılık mı yapıyoruz?
Elbette ırkçılık; var olan ve yüklenen anlamıyla kabul edilemez; ama her insan
mensup olduğu ırkın farkındadır; mensup olmaktan gurur duyar. Ancak Türk
toplumunun ırk algılamasında biyolojik bir içerik olmayıp, kültürel bir
algılama bulunmaktadır.
Burada anlatmaya çalıştığım şey; Türk milliyetçiliğinin kavramlara yüklenen
anlam teröründen naşi kendini durmadan anlatmaya, bunun yanında aklamaya
çalışmasının ortaya çıkardığı zor durumu işaret etmektir. Bununla birlikte bir
kişiye yönelik yapılan suçlamalar karşısında bile kişi; bir zaman sonra
suçlamaya cevap üretemezse, suçlamalar karşısında çaresiz kalır. Artık kişinin
suçlandığı şey doğru olmasa bile, suçlamanın sürekliliği ve şiddetiyle ortaya
çıkan tepkisizlik ve içe dönüklük karşısında kişisel kimliğini kaybeder.
Nitekim insanı var eden en önemli olgu benlik duygusudur. Her insan kendini
sever, önemser. Milletlerde kendini önemser, kendini sever. Aynı kişilerde
olduğu gibi, savunmada kalan bir millet ya da fikir; bir zaman sonra iddiasını
kaybeder. Bir millet ne kadar suçlanırsa ve ne kadar suçlamalara cevap
üretemezse kendini var eden bağlarla ilişkisi o denli zayıflar. İdeolojilerde
de durum böyledir. Suçlanan kişi ya da milletler içe kapanmazsa saldırganlaşır.
Bu aşama da; çözüm ve modern iletişimin tükendiği noktadır.
Türk milliyetçiliğine yapılan suçlama ve toplumsal sürecin dışına itme
seferberliğinin geri planında; Türk milletini savunmasız bırakma amacı
yatmaktadır. Bu sebeple Türk milliyetçiliği ısrarla sanık sandalyesine
oturtulmakta, geleneğinden koparılmak istenmektedir. Bu durum karşısında Türk
milliyetçiliği savunmada kalmakta, kendini aklamaya ve anlatmaya çalışmaktadır.
Kültürel geleneği Türk milletinin tarihiyle özdeş olan Türk milliyetçiliğinin
bu durumu tabiî ki kabul edilemez. Ayrıca Türk milliyetçiliğinin alanın
daraltılması, kaynaklarıyla ilişkisinin kesilmesi gayretleri hızla etkisini
arttırmaktadır. Milliyetçiliğin yaklaşımındaki çeşitlilik gulyabani görülmesine
benzer bir endişe uyandırmakta, sanal ve sahte korkular üretilerek Türk
milliyetçiliğinin toplumsal irtibatı zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Bu
bağlamda milliyetçiliğin farklı türevlerinde ortaya çıkan eğilimlere karşı
sistemli bir karşı duruş sergilenmektedir. Türk milliyetçiliğinin suçlanması,
alanın daraltılması karşısında ortaya konulan savunma psikolojisinden sonraki
aşama, Türk milliyetçiliğinin içe kapanmasıdır.
Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletinin bileşkesinde yükselen Türk
milliyetçiliği var olan her türlü soruna çözüm üreten bir anlayış olmalıdır. Bu
itibarla proaktif olmalı, savunma psikolojisinden bir an önce çıkmalıdır. Çünkü
Türk milliyetçiliği Türk milletinin özgüvenidir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder