26 Temmuz 2011 Salı

Devamlı Savunmada Kalan Milliyetçilik..!


  
  1. Sadık Rıfat Paşa, Viyana'da bulunduğu dönemde Prens'le saatlerce süren yürüyüş sohbetleri yaparmış. Bu sohbetler Sadık Rıfat Paşa'yı her açıdan etkilemiştir. Diğer taraftan Sadık Rıfat Paşa, Mustafa Reşit Paşa ile çok yakın arkadaş olmalarına rağmen Tanzimat'ın ilanına tarafsız kalmıştır. Çünkü o dönem itibariyle Tanzimat Fermanı'na destek vermeyen tek Avrupa'lı devlet Avusturya'dır. Paşa'da bu durumdan etkilenmiştir. Nitekim Metternich, ilkece değişim taraftarı olmasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat Fermanı'nın çok hızlı bir değişim yaratacağına inanmaktaydı. Bu nedenle Padişah'a ve Tanzimat bürokratlarına ılımlı bir değişiklikten yana olmaları, kendi kanunlarına bağlı kalmaları ve kendi hükümlerini uygulamaları tavsiyelerinde bulunmuştur. Bahusus Islahat Fermanı'nın ilan edilmesi sonrasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun mevcut reform uygulamalarına eleştiriler getirmektedir. Prens Osmanlı yöneticilerine; "eğer kurtulmak istiyorsanız, Türk kalınız, Müslüman kalınız" şeklinde tavsiyede bulunarak, gelişmenin öz değerlere bağlılıkta olduğuna vurgu yapmıştır. 

Türk ve Müslüman olmak; ısmarlama, fabrikasyon değer ve inanç bütünü değildir. Bir hissetme, algılama ve inanma meselesidir. Türklüğün ve Müslümanlığın yoğun olarak hissedildiği zamanlarda, Türk milletinin kendine olan güveni dünya medeniyetini tanzim edecek noktadaydı. Ziya Gökalp'in ifadesiyle; Türklük gurur ve şuuru; İslam ahlak ve fazileti Türk milletinin kimliğini meydana getirmiştir. 

Türk ve Müslüman olmak; bu inanç ve kabullerin paralelinde olaylara yönelik tavır almak; yaşadığımız çağı anlamlandırmaya çalışmanın yöntemlerindendir. Türk ya da Müslüman olmak verili bir inanç ve duygu demeti değildir. Bir inanç, duygu ve hissetme meselesidir. Türklük ve Müslümanlık Türk milletinin kimliğini oluşturmuş; bu kimlik zengin ve büyük bir tarihi mirasla da beslenmiştir. 
Bu bağlamda Türk milliyetçiliği; Türk ve Müslüman olmanın ortaya çıkardığı Türk milletine mensubiyet gururunun bir yansıması ve birbiriyle iç içe geçmiş bu iki inancın bileşkesinde filizlenen hayatı anlamlandırma projesidir. Bu itibarla Türklüğün Müslümanlıktan, Müslümanlığı Türklükten ayrı düşünmenin imkanı yoktur. Ayrıca Türk milliyetçiliğinin inanç eksenli özelliği, diğer milliyetçiliklerden kendisini ayırmaktadır.  Öte yandan etki alanı genişleyen Türk milliyetçiliğinden duyulan şizofrenik nitelikli rahatsızlıklar; Türk milliyetçiliğini negatif karşılıkları bulunan kavramlarla özdeşleştirme rekabetini beraberinde getirmiştir! Bunların başında ise ırkçılık iddiaları gelmektedir. Esasen kelimelerin kendileri hiçbir anlam içermez. Kelimeler; kendilerine yüklenen anlam ve içeriklerle mana bulur. Bir kelimeye farklı anlamlar yüklemek mümkün iken, farklı kelimeler aynı anlama gelebilir. Dilbilgisi bu durumu eşanlamlı ya da eşsesli kelime vurgusuyla aşmaya çalışmıştır. Bu itibarla arkçılıktan ne anlaşıldığı, ırkçılığın ne olduğu öncelikle Türk milliyetçiliğine mesafesi olanlar tarafından ifadelendirilmiştir. Bu durumun sonucunda Türk milliyetçiliği, savunmaya çekilerek daha çok ne olmadığı yönünde izaha ve anlatıma girmek durumunda kalmıştır. Savunmada kalan Türk milliyetçiliği durmadan kendisini aklamaya çalışarak; bir suçluluk psikolojisine girmiştir. Böylelikle mağrur bir halden mağdur bir hale seyir başlamıştır. Bu durum ideali ve hayali büyük olan Türk milliyetçiliğinin çözüm ve değer üretmesini engellemektedir. Üstüne üstelik; Türk milliyetçiliğine yönelik kavram anarşisine entelektüel cevap üretiminin birbirinden kopuk ve sistematikten yoksun olması ayrı bir sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Milliyetçiliğin ne olduğundan, nasıl bir çözüm ve değer üretimi hedefinin bulunduğundan daha çok; ne olmadığı, nelerle bağının olmadığı ısrarla vurgulanmaya çalışılmaktadır! 

Bu kapsamda Türk milliyetçiliğinin toplum refleksinde gerçekçi ve kalıcı kabul görmesinde ki süreç uzamaktadır. Kelimelere anlam yükleme çabalarının amacı planlanan bir durumun varlığına işarettir. Bu itibarla kelimelere yüklenen anlamların toplumsal izdüşümündeki karşılıkları; müşterek kaygı ve hassasiyetleri yansıtarak ilgili kavramlara karşı ortak bir tepkinin meydana gelmesini sağlamaktadır. Bu durumda bir kavram tuzağı ortaya çıkmaktadır. İşte Türk milliyetçiliği bir kavram tuzağının ortasında bulunmaktadır. Bir kelime ya da kavramın öz olarak içeriğini tartışmak yerine, kişilerin maksatlı olarak kelimelere yükledikleri anlamları ve insan davranışlarıyla algılamalarının tartışılması bu tuzağın maharetle hazırlandığını göstermektedir. Herkül Millas da ırkçılıkla ilgili değerlendirmesinde tam da burada anlatılanlara temas etmiş bulunmaktadır. Kendisi: "Irk sevgisi her zaman kötü değildir... Günümüzde gözlenen ittifak, ırkçılığın kötü bir şey olduğu yönünde. Ama korkarım bu uzlaşmanın arkasında bazı davranışları ve anlayışları koruma hesabı yatıyor. Kötülükleri önce günah keçisine dönüştürülmüş soyut bir 'ırkçılığa' (bir kelimeye) yükleyip sonra da ırkçılığı aforoz ederek hepimiz aklanıyoruz! Bütün yakışıksız davranışlar bizden, hiç beğenmediğimizi ilan etmiş olduğumuz ırkçılığa devredilmiş oluyor.... Bazı okumuşlarımız bunu bilmezlikten gelip hâlâ 'ırkçılığı' kötülüyorlar. Sanıyorum bir bostan korkuluğunu taşlayarak, yabancı düşmanlıklarını (isterseniz, bir 'ırkçılığı') gizlemeye çalışıyorlar"(Zaman, 27.03.2007) diyerek ırkçılık iddiaları ile neyin amaçlandığını deşifre etmektedir. Millas söz konusu makalesinde Herder'in; ırk kavramını ulusun temel özelliği olarak gördüğünü, her ırkın özgür ve egemen olmasına dair ırkçılığın ileri ve olumlu bir siyasal anlayış düşüncesini de ifade etmiştir. Herder'in tanım ve yaklaşımından sonra bir milletin oluşumunda ırkın yanı sıra, dilin, kültürün, dinin de önemli bir işlevi olduğu gerçeği ortaya çıktı. Nitekim milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un; "Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celal" mısralarında ki ırk ifadesiyle Türk milletini kast ediyordu. Irkçılıkta; başka ırklardan üstün, başka ırklara baskın olma iddiaları vardır. Oysaki her devlet ya da toplum hayatında benzerlerinden üstün olma iddiası da bulunmaktadır. Biz büyük Türk milletine ait olmaktan övünüp, diğer milletlerden üstün olmayı hedeflerken ırkçılık mı yapıyoruz? Elbette ırkçılık; var olan ve yüklenen anlamıyla kabul edilemez; ama her insan mensup olduğu ırkın farkındadır; mensup olmaktan gurur duyar. Ancak Türk toplumunun ırk algılamasında biyolojik bir içerik olmayıp, kültürel bir algılama bulunmaktadır.  Burada anlatmaya çalıştığım şey; Türk milliyetçiliğinin kavramlara yüklenen anlam teröründen naşi kendini durmadan anlatmaya, bunun yanında aklamaya çalışmasının ortaya çıkardığı zor durumu işaret etmektir. Bununla birlikte bir kişiye yönelik yapılan suçlamalar karşısında bile kişi; bir zaman sonra suçlamaya cevap üretemezse, suçlamalar karşısında çaresiz kalır. Artık kişinin suçlandığı şey doğru olmasa bile, suçlamanın sürekliliği ve şiddetiyle ortaya çıkan tepkisizlik ve içe dönüklük karşısında kişisel kimliğini kaybeder. Nitekim insanı var eden en önemli olgu benlik duygusudur. Her insan kendini sever, önemser. Milletlerde kendini önemser, kendini sever. Aynı kişilerde olduğu gibi, savunmada kalan bir millet ya da fikir; bir zaman sonra iddiasını kaybeder. Bir millet ne kadar suçlanırsa ve ne kadar suçlamalara cevap üretemezse kendini var eden bağlarla ilişkisi o denli zayıflar. İdeolojilerde de durum böyledir. Suçlanan kişi ya da milletler içe kapanmazsa saldırganlaşır. Bu aşama da; çözüm ve modern iletişimin tükendiği noktadır.  Türk milliyetçiliğine yapılan suçlama ve toplumsal sürecin dışına itme seferberliğinin geri planında; Türk milletini savunmasız bırakma amacı yatmaktadır. Bu sebeple Türk milliyetçiliği ısrarla sanık sandalyesine oturtulmakta, geleneğinden koparılmak istenmektedir. Bu durum karşısında Türk milliyetçiliği savunmada kalmakta, kendini aklamaya ve anlatmaya çalışmaktadır. Kültürel geleneği Türk milletinin tarihiyle özdeş olan Türk milliyetçiliğinin bu durumu tabiî ki kabul edilemez. Ayrıca Türk milliyetçiliğinin alanın daraltılması, kaynaklarıyla ilişkisinin kesilmesi gayretleri hızla etkisini arttırmaktadır. Milliyetçiliğin yaklaşımındaki çeşitlilik gulyabani görülmesine benzer bir endişe uyandırmakta, sanal ve sahte korkular üretilerek Türk milliyetçiliğinin toplumsal irtibatı zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda milliyetçiliğin farklı türevlerinde ortaya çıkan eğilimlere karşı sistemli bir karşı duruş sergilenmektedir. Türk milliyetçiliğinin suçlanması, alanın daraltılması karşısında ortaya konulan savunma psikolojisinden sonraki aşama, Türk milliyetçiliğinin içe kapanmasıdır.  Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletinin bileşkesinde yükselen Türk milliyetçiliği var olan her türlü soruna çözüm üreten bir anlayış olmalıdır. Bu itibarla proaktif olmalı, savunma psikolojisinden bir an önce çıkmalıdır. Çünkü Türk milliyetçiliği Türk milletinin özgüvenidir... 

Hiç yorum yok:

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...