28 Temmuz 2011 Perşembe

YEMİN VE YEMİN ÇEŞİTLERİ




2001 Âyet-i Kerîme'de: "Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz" buyurulmuştur. Dolayısıyla önce "YEMİN-İ LAĞV" üzerinde duralım. Esâsen Hanefi fûkahası; Allahû Teâla (cc) adına yapılan yemini üçe ayırmıştır. Birincisi: Yemin-i Lağv. İkincisi: Yemin-i Gâmus. Üçüncüsü: Yemin-i Mün'akide'dir.

YEMİN-İ LAĞV: Lağv yemin; hiçbir şer'i hükmü olmayan yemindir. Hz. Aişe (ranha) vâlidemiz şöyle târif etmiştir: "Lağv yemin, kişinin hiçbir kasdı olmaksızın "VAllahi böyledir" veya "VAllahi böyle değildir" demesidir. İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Kişi zan üzere bir şeyin olacağına yemin eder ki gerçekten böyle değildir. Madem ki yemini yapan kişi; olan herhangi bir fiili zannı gâlip ile bildiğinden dolayı yapmaktadır ve bu iş hiç de onun sandığı gibi değildir. Bu yemin lağv yemindir. Çünkü o bu yemini kandırmak ve hile yapmak için yapmamıştır"

YEMİN-İ GÂMUS: Bir kimsenin yalan olduğunu bile bile ve kasden yaptığı yemindir. İnsanları aldatmak için; kendisi, aksinin sâbit olduğunu bildiği halde, Allah (cc)'ın adını kullanarak yemin eden kimse "Gâmus (Büyük, Günâha sokan) yemin" yapmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse yalan yere yemin ederse, Allahû Teâla (cc) onu cehennem ateşine koyar"buyurduğu bilinmektedir. Bunun dışında Abdullah b. Amr b. As (ra)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (sav) bir bedevinin büyük günâhlarla ilgili sualine cevap verirken, bunlar arasında "Yemin-i Gâmus'u" da zikretmiştir. Bedevi, yemin-i gâmus'un ne olduğunu sorunca Resûlullah (sav): "- Gâmus yemin; müslümanın malını elinden almak için yapılan hileli yemine denir" buyurmuştur. Hanefi fûkahası: "Gamûs yeminin keffâreti yoktur. Çünkü keffâret; günahların örtülmesi için, şer'i şerifin koyduğu hududlardır.

YEMİNİ BOZMAK VE KEFFÂRET

Allahû Teâla (cc)'ya itaat etmek ve sâlih ameller işlemek hususunda; yemin eden bir kimsenin, yemininden rücû etmemesi gerekir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Karşılıklı muahede yaptığınız vakit, Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın. (Nasıl olur ki) üzerinize Allah'ı kefil yapmışsınızdır. Şüphe yok ki Allah ne yapacağınızı bilir"hükmü beyan buyurulmuştur. Allahû Teâla (cc)'nın adını anarak ve O'nu kefil yaparak; İslâm'ın meşrû kabul ettiği bir işi yapmak için, yemin eden kimseye muhayyerlik yoktur. Eğer yeminini bozarsa; keffâret gündeme girer. Keffâret'in mâhiyeti üzerinde daha önce durmuştuk!..Şimdi yemin keffâretini izaha gayret edelim.

Kur'ân-ı Kerîm'de: ".. (Yeminin) Keffâreti; ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek, yahud bir köle azâd etmektir. Fakat kim (bunları) bulamaz, (bulmaya muktedir olamaz) sa üç gün oruç tutması lâzımdır. İşte bu and (yemin) ettiğiniz vakit (onları bozmanın) keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza ediniz. Allah ayetlerini size böylece açıklıyor. Tâ ki şükredesiniz"hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde; yemin keffâreti için yoksula ne kadar verildiğini izâh için, İmam-ı Buhari "Kitabû'l Keffâret" adı altında ayrı bir bölüm ayırmıştır.Hanefi fûkahası: "Yemini bozmadan, keffâret vermek câiz değildir. Çünkü kitap ve sünnet'te; yeminin bozulmasından sonra keffâret'in sözkonusu olacağı sarihtir. Gücü yeten kimse; şu üç şeyden birisi ile yemin keffâretini yerine getirir.
Birincisi: Köle azâd etmektir. Zıhâr keffaretinde câiz olan,burada da câizdir.
İkincisi: On yoksulu giydirmektir. Her fakire bir veya daha fazla giyecek verir. Bunun asgarisi; fâkirin namazının caiz olacağı kadar giyindirilmesidir.
Üçüncüsü: On yoksulun doyurulmasıdır. Bu da tıpkı zıhâr keffaretinde olduğu gibidir"hükmünde müttefiktir. Ancak yukarıda zikredilenlerin hiçbirisine gücü yetmezse; arka arkaya üç gün oruç tutmak mecburiyetindedir. İmkânı varken; borçlu olsa bile, oruç tutması câiz olmaz!.. Zira oruç; gücü yetmeyen (Çok fakir olan) kimseler için meşrû kılınmıştır.

BESMELE NASIL VE NE ZAMAN SÖYLENMELİDİR?

Besmele'den maksad; Allahû Teâla (cc)'nın herhangi bir ismini zikretmektir. Esasen meşru olan her işe başlarken "Besmele" çekilmelidir. Aksi takdirde; yapılan amelde bereketsizlik ortaya çıkar.Kur'ân-ı Kerîm'de: "Artık üzerine Allah'ın ismi anılan (besmele çekilen hayvan)lardan yeyiniz. Eğer O'nun ayetlerine iman edenler (den) iseniz"hükmü beyan buyurulmuştur. Kesilecek hayvanı kesecek olan kimsenin kıbleye doğru yönelmesi sünnettir.

Daha sonra sesli olarak;

"Bismillâh-Allahû Ekber-Allahû A'zam-Allahû'r-Rahman, Allâhu'r-Rahim ve bunlar gibi" Allah'ın isimleri anılır. Tehlil (Lâ ilâhe illâllah), Tesbih (Sübhânâllah) veya Tahmid (El-Hamdû Li'llâh) demek de mümkündür.Fakat dua hükmünde olan ibâreler (Allahümmağfirli -Allah'ım bana mağfiret et gibi) besmele hükmünde değildir. Allahû Teâla (cc)'nın ismini Arapça söylemek şart değildir. Ancak müslümanların; başta besmele olmak üzere, namazlarını edâ edebilecek kadar sûreyi (Hangi kavimden olursa olsun) ezberlemeleri farzdır. Fakat yeni müslüman olmuş bir kimse; kendi kavminin diliyle Allah (cc)'ın adını anarak hayvanı kesse yenilir.

Çünkü farklı dillerle de olsa;
Allahû Teâla (cc)'nın adını anmak kâfidir.

AllahÛ TEÂLA (CC)'DAN GAYRİ İLE YAPILAN YEMİN'İN ŞARTLARI

1) Yemin eden kimse;
boşamayı veya köle azad etmeyi şart koşmuşsa, bu câizdir. Çünkü cezâ; yeminin bağlanmasının şartıdır.
2) Kendi üzerine yemin edilen şey; gelecekte yapılacak bir iş olmalıdır.
3) Allah'ın ismi; yeminin rüknünde söylenmelidir. İstisnâ belirten herhangi bir hüküm beyan edilmemelidir.
4) Yeminde; şart ile cezâ arasında bir engel bulunmamalıdır
.

NİKÂH'IN SIFATI

Dürri'l Muhtar'da: "Nikâh tevakan (şiddetli şehvet) halinde vacip olur. Nikâhlanmadığı takdirde yüzde-yüz zina edeceğini bilirse farz olur. (Nihaye). Bu mehir ve nafakaya malik olduğuna göredir. Aksi takdirde (Mali durumu yerinde değilse) terkinden dolayı günahkâr olmaz. (Bedai). Esas kavle göre, itidal halinde "Sünnet-i Müekkede" olur ve terkinden dolayı günaha girer. Namuslu olmayı ve çocuk doğurmayı niyet ederse sevab kazanır. İtidalden murad; cimaya, mehir ve nafakayı vermeye kadir olmaktır. Mehir sahibi vacib olduğunu tercih etmiştir. Çünkü, Peygamber (sav) nikâhlı olmaya devam buyurmuş, ondan yüz çevireni inkar etmiştir"hükmü kayıtlıdır. Fetava-ı Hindiyye de; "Nikâh itidal halinde müekked sünnettir. İhtiyaç halinde (Şiddetli şehvet duygusu bulunduğu durumda) evlenmek ise farzdır. Zulüm ve korku (kul hukukuna riayet edememe) halinde nikâhlanmak mekruhtur. El İhtiyar Şerhû'l Muhtar'da da böyledir"denilmektedir.
Mali durumu yeterli olmayan veya aile hukukunu koruyamayacağı hususunda endişeye kapılan kimsenin evlenmesi mekruhtur. İbn-i Nüceym, "Zinadan korunmanın farz olduğunu;" esas olarak: Evlendiği takdirde zinadan korunacağı, aksi takdirde zinaya düşeceği zann-ı galib'le sabit olan kimse, aile hukukuna riayet edemeyeceği ve eşine cefa edeceği korkusu bulunsa bile evlenmesi gerekir"hükmünü zikreder. Ancak, evlenmese dahi, "Zina'ya düşmeyeceğini" bilen ve evlendiği takdirde yüzde yüz zulmedeceğini hisseden kimsenin evlenmemesi esastır.İbn-i Abidin: "Çünkü, nikâh ancak nefsi iffetlendirmek ve savab kazanmak gibi yararlarından dolayı meşru olmuştur. Kadına zulmetmekle ise günaha girer; haram fiilleri irtikab eder. Böylece bu zararlıların üstün gelmesiyle yararlı tarafları yok olup gider... Zahire bakılırsa, sünneti yerine getirmek maksadıyla değil de, mücerred şehveti gidermek niyetiyle evlenir ve birşeyden korkmazsa, bundan sevap kazanmaz. Çünkü sevap ancak niyetle kazanılır. Binaenaleyh bu nikâh mübahtır. Nasıl ki şehvetini gidermek için cima etmek de böyledir.

Lakin Resûlullah (sav)'a: "- Bizden birimiz şehvetini gideriyor. O halde ona nasıl sevab veriliyor?" diye sorulduğunda, şu manada bir cevap vermiştir: "- Ne dersin, şehvetini haramla giderse idi, cezalandırılmayacak mı idi". Bu cevap mutlak olarak sevab verileceğini ifade etmektedir. Meğer ki, "Hadisten murad, nefsin iffetini korumak için şehvetini gidermektir" denile!.. Eşbah sahibinin açıkladığına göre, nikâh sünnet-i müekkede'dir. Binaenaleyh niyete muhtaçtır. Sonunda şöyle denilmiştir: "Mübah fiillere gelince; niyetine göre bunların sıfatları değişir. Bunlardan ibadete kuvvet kazanmak veya ibadetlere erişmek kastedilirse ibadet olur. Yemek, uyumak, mal kazanmak ve cima etmek kabilindendir. Sonra Fetih sahibinin şunları söylediğini gördüm: "Evvelce söylemiştik ki; nikâh bir niyetle yapılmazsa mübah olur. Çünkü bu takdirde ondan maksat mücerred şehveti gidermek olur. Adeten esası ise bunun hilafınadır. Bende derim ki: Onda fazilet vardır. Şu cihetten ki, o kimse meşru olmayan bir yoldan şehvetini giderebilirdi. Bazen bundan meşakkatler lazım geleceğini bildiği halde nikâha dönmesinde günahı terk kasdı vardır."hükmünü beyan ediyor.

NİKÂH'IN RÜKNÜ

Fetava-ı Hindiyye'de: "Nikâhın rüknü, icab ve kabûlden ibarettir. Kafide de böyledir. İcab, hangi taraftan olursa olsun (Erkek veya kadın) önce birisinin "Aldım" veya "Vardım" diye bir söz söylemesidir. Kabul ise bu sözün müsbet olan cevabıdır, İnaye'de de böyledir"hükmü kayıtlıdır. Hanefi fûkahası: "Nikâh, icâb ve kabul ile akdedilir. Bu icâb ve kabul mazi sigasıyla ifade edilen veya biri mazi, diğeri muzari sigasıyla ifade edilen iki lafızla olur"hükmünde müttefiktir. Mesela: "Seni zevc veya zevce olarak aldım" gibi!.. Veya "Kendini bana nikâh et" sözüne karşılık, diğeri "Nikâhladım", "Seni zevce olarak aldım" derse, akid sahih olur.

NİKÂH'IN ŞARTLARI

1)              Nikâhlanan kimselerin, akıl baliğ ve nikâh akdi konusunda hür olmaları şarttır. Akıl; nikâh akdi hususunda asli şarttır. Mecnunun ve aklı ermeyen çocuğun nikâh akdetmesi sahih olmaz. Diğer iki şart ise; nikâhın infaz edilmesinin şartıdır. Akıllı çocuğun nikâhı, velisinin izni ile akdedilir. Bedai'de böyledir.
2) Şer'i şerifin; nikâhlanmasını helâl kıldığı bir kadının bulunması da nikâhın şartlarındandır. Nihaye'de böyledir.
3) Nikâhı akdedenlerden her birisinin (Kadın ve erkeğin) sözünü, diğerinin işitmesi şarttır. Fetava-ı Kadıhan'da da böyledir. Nikâh, her ikisinin de anlamadığı bir sözle (Farklı farklı lisanlarla) akdedilmiş olsa, yine de sahih olur. Muhtar olan kavil budur. Muhtarü'l Feteva'da da böyle zikredilmiştir.
4) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nikâh, ancak şahidlerle olur"(25) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla nikâh akdedilirken şahidlerin bulunmaları da şarttır. Alimlerimizin tamamı, şahidlerin bulunmasını nikâhın caiz olmasının şartlarından saymışlardır. Bedai'de de böyledir. Nikâhta şahit olan kimselerin şahitliklerinin sahih olabilmesi için; şu dört şartın o kimselerde bulunması gerekir:
a) Müslüman olmak,
b) Hür olmak,
c) Akıllı olmak,
d) Bulûğa ermiş olmak!..
Kölelerin şahitliği ile nikâh kıyılmaz. Bunların müdebber veya mükateb olmaları arasında da bir fark yoktur. Delilerin ve çocukların şahitlikleriyle de nikâh akdedilmez. Müslümanın nikâhında, kâfirin şahitliği geçerli değildir. Bahru'r Raik'te de böyledir.
5) Nikâhın sahih olması için; şahitlerin her iki tarafın (erkek ve kadının) söylediklerini de duymaları şarttır. Fethu'l Kadir'de de böyledir. Akid esnasında; iki tarafın da sözlerini işitmeyen kimselerin (Mesalâ bu esnada uyumakta olan iki şahit'in) hazır bulunması ile kıyılan nikâh mün'akid olmaz. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir.

NİKÂH'IN HÜKÜMLERİ

Nikâhın sahih bir şekilde akdedilmesinden sonra, şu hükümler gündeme girer;
1) Erkek ve kadının, birbirinden istifade etmeleri helal olur. İbn-i Abidin: "Nikâhın hükümlerinden biri; her iki tarafın birbirinden istifade etmesinin helal olmasıdır"(27) hükmünü zikreder.
2) Mehir vermek ve kadının nafakasını (Oturacağı ev, yiyeceği ve giyeceği) temin etmek erkek üzerine farz olur.
3) Erkek ve kadın; birbirlerine varis olurlar.
4) Erkek; kadının şer'i şerife uygun olmayan kıyafetlerle dolaşmasını men eder.
5) Sıhriyyet sebebiyle, meydana gelen akrabaların bir kısmı ile nikâhlanmaları haram olur.
6) Birden fazla kadınla evli olan erkeğin; hanımları arasında adaletle hareket etmesi vacip olur.
7) Kadın; yatağına davet ettiği zaman kocasına itaat etmek zorundadır. İtaat etmediği zaman kocasının onu te'dib etmeye salahiyeti vardır. İyi geçinmeleri ise müstehabtır. Bahru'r Raik'te de böyledir.

NİKÂHLANMASI HARAM OLAN KADINLAR

Kur'an-ı Kerim'de: "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak (cahiliye devrinde geçen) geçmiştir. Şüphe yok ki o bir hayasızlıktır. (Allah'ın en büyük) hışmına bir sebepti. O ne kötü bir yoldu. Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları, hemşire kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleriniz (süt kardeşleriniz), karılarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup, himayenizde bulunan üvey kızlarınız(la evlenmeniz) size haram edildi. Eğer onlarla (üvey kızlarınızın analarıyla) zifafa girmemişseniz (onlarla evlenmenizde) size bir beis yok. Kendi sülbünüzden gelmiş oğullarınızın karıları (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi de birlikte almanız da (keza haram edildi). Ancak (cahiliyet devrinde) geçen geçmiştir. Çünkü, Allah hakikaten yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir. (Harb esiri olarak) Sağ ellerinizin malik olduğunuz kadınlar (Tesserri akdi ile aldığınız cariyeler) müstesna olmak üzere, diğer bütün kocalı kadınlar (la evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler, hududlar) üzerinize Allah'ın farzı olarak (yazılmıştır). Onlardan maadası ise-namuslu ve zinaya sapmamış (insanlar) halinde (yaşamanız şartıyle) mallarınızla (Mehir vermek ve cariye satın almak suretiyle) arayıb nikâhlanmanız için size helal edildi. O halde onlardan hangisiyle faidelendiyseniz ücretini takdir edildiği vech ile verin!.. O mehrin miktarını tayin ettikten sonra aranızda gönül hoşluğu ile uyuştuğunuz şey (miktar) hakkında üstünüze bir vebal yoktur. Şüphesiz ki Allah hakkıylae bilicidir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir."hükmü beyan buyurulmuştur.

NESEB SEBEBİ İLE NİKÂHLARI HARAM OLANLAR:

Neseb sebebiyle nikâhları haram olan
kadınlar şunlardır: Analar, kızlar, kız kardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeşlerin kızları ve kız kardeşlerin kızları!.. Bunlarla nikâhlanmak ve cima etmek ebediyyen haramdır. Anneler: Bundan kasıd;erkeğin kendi annesi ile baba ve anne tarafından ne kadar yukarıya çıkarsa çıksın, bütün büyük annelerdir. Kızlar: Bir kimsenin kendi sülbünden gelen kızları ile oğullarının ve kızlarının kızları ve ne kadar aşağı inerse insin bunların da kızlarıdır. Kız kardeşler: Baba-ana bir kız kardeşler, baba bir kız kardeşler ve ana bir kız kardeşlerdir. Erkek kardeş kızları ve kız kardeş kızları: yani yeğenler!.. Bunlar da ne kadar aşağı inerse insin, nikâhları haramdır. Halalar: Halalar üç kısımdır.
a) Anne-Baba bir halalar
b) Baba bir halalar
c) Anne bir halalar!..
Kezâ babanın, dedenin, annenin ve büyük annenin halaları da, her ne kadar yukarı çıkarsa çıksın, hala hükmündedir. Teyzeler: Baba-ana bir teyzeler, baba bir teyzeler, ana bir teyzeler, babaların teyzeleri ve annelerin teyzeleri haramdır. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.



SÜT SEBEBİYLE NİKÂHLARI HARAM OLANLAR:

Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nesebten dolayı haram olan şey, redâ'dan (Süt emmeden) dolayı da haram olur"buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fukahası: "Emzirenin sütünün, emen kimsenin midesine az veya çok olarak varması halinde, nikâhlanma haramlığı meydana gelir. Az'dan maksad; sütün mideye ulaştığının bilinmesidir."hükmünde müttefiktir. Ancak süt emmenin de belirli bir süresi vardır. Resûl-i Ekrem (sav): "Çocuğu sütten kestikten sonra, süt kardeşliği olmaz"buyurmuştur. Süt emme vakti; İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh. a)'ye göre otuz ay (iki buçuk yıl), İmameyn'e göre yirmi dört ay (İki yıl)'dır. Süt emme vakti geçtikten sonra; süt emmekten dolayı nikâhlanma haramlığı meydana gelmez. Meselâ; üç yaşındaki bir çocuk, herhangi bir kadını emse, o kadın süt anne hükmünde değildir. Ancak, süt çocuk için helâl kılınmıştır. Mükellef olan bir kimse, herhangi bir kadının sütünü emse, haram işlemiş olur. Zira süt, insanın cüz'ü hükmündedir. İnsanın bir cüzünü yemek ise, haramdır.

SIHRİYYET SEBEBİ İLE NİKÂHLARI HARAM OLAN KADINLAR:

Sıhriyet (Damadlık) sebebiyle ,nikâhları haram olan kadınlar dört kısımdır.
A) Karılarının anneleri (Kayınvalide) ile; baba ve anne cihetinden onların ne kadar yukarı olursa olsun büyük anneleridir.
B) Bir erkek; karısının kızları ve bunların da, her ne kadar aşağı inerse insin kızlarını, alamaz. Ancak bu hükümde; bu erkeğin karısı ile (ki bu kadın o kızların annesidir) cima etmiş olması şarttır. Hâvil Kudsi'de de böyledir. Karısının kızlarının, bu adamın yanında olup-olmaması da müsavidir. Kadıhan'ın Camiû's Sağir Şerhi'nde de böyledir. Alimlerimiz, bir adamın karısının, başka kocasından olan kızının da (Kızlığı, üvey kızı) haramlığı hususunda halveti de cim'a makamında kabul etmişlerdir.
C) Bir kimsenin; oğlunun, oğlunun oğlunun, kızının oğlunun-kendileriyle halen nikâhlı bulunmayan- karılarını alması da haramdır. Bunla ne kadar aşağı giderse gitsin ve karılarına cima yapmış olsunlar veya olmasınlar, bu kadınlarla o kimsenin nikâhlanması haramdır. Ancak oğulluğunun ayrılmış olan karısı müstesnadır. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.
D) Baba ve anne tarafından, büyük babaların ne kadar yukarı giderse gitsin, onların babalarının karılarını nikâhlamak ve cim'a etmek de ebediyyen haramdır. Havi'l Kudsi'de de böyledir.

MALI SATABİLMEK İÇİN "YEMİN ETMEK" MEKRUHTUR

Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yemin; malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine (bereketinin mahvolmasına) sebebtir"buyurduğu bilinmektedir. Ulema; alışverişte "sözünde sadık olduğu halde yemin etmek mekruh, yalan yere yemin etmek ise tahrimen mekruhtur" hükmünü beyan etmiştir Hz.Abdullah b.Evfa (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resul-i Ekrem(sav) 'in döneminde; bir kimse yalan yere yemin ederek, mal elde etmeye gayret sarfetmiş ve bunun üzerine şu Ayet-i Kerime nazil buyurulmuştur."Hakikat; Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahayı (hasis ve menfaati) satın alanlar (yok mu?) işte onlar için ahirette hiçbir nasib yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek açıklı bir azab vardır."

Hiç yorum yok:

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...