Bu tesisler, ordunun yükünü taşıyan kışla emekçisi genç
subayların ve astsubayların leylek oldukları bir sofrada, tilkilerin ağız
anatomilerine göre tanzim edilmiş tabaklar gibidir.
Taraf'tan Namık Çınar, TSK'nın sosyal tesislerine getirilen
düzenlemeyi değerlendirdiği yazısında "Bütün yazını biraz
Gümüldür’de, biraz Karpuzkaldıran’da, sonra da Side yahut Bodrum’da, veya
Kıbrıs’ta; uydurabilirse kışın da Uludağ’da; geri kalan zamanını da, genel
olarak yerleşik olduğu büyük kentlerin namütenahi tesislerinde geçirerek
yaşayan; yaşarken de bu olanakları vergilerinden elde etmiş oldukları o topluma
demediklerini bırakmayan, bir avuç askerî rantiyenin bozulacak olan
çıkarlarıdır, esasen konuştuklarımız." dedi.
Çınar, kendilerini sivil toplumdan soğutagelen bu
müesseselere, her biri halk çocuğu olan genç subay ve astsubayların zerre kadar
ihtiyacı olmadığını belirtti.
İşte Çınar'ın analizi:
Orduevleri ve askerî kamplar
Genelkurmay, “TSK mensupları arasındaki dayanışmayı arttırmak,
moral ve motivasyona katkıda bulunmak” amacıyla, orduevleri, askeri gazinolar,
kamplar, vb. gibi sosyal tesislerde, ifratlara varan ayrıcalıkları ve “kast”
ilişkilerini nispeten törpülemek üzere bir emir yayınlamış. Daha ziyade, genel
kullanıma açık olan ortak alanlarda, statüleri öne çıkaran bölümlemelerin
yapılmamasını, buna yol açan her türlü yazı ve işaret tabelâlarının
kaldırılmasını istemiş. Bu uygulama ile, personel arasındaki sevgi, saygı ve
bağlılığı yoğaltmanın yanı sıra, orduevleriyle ilgili kamuoyunda dile getirilen
tepkileri yatıştırmanın da hedeflendiği anlaşılıyor.
İşte bunu duyunca, sayısız örnekten biri olarak, yüzbaşıyken
yaşadığım bir anı geldi aklıma. Şark’tayken, yıllık izne ayrılmış, eşim ve
henüz bir yaşındaki bebeğimizle Patnos’tan Babaeski’ye doğru otomobille yola
koyulmuştuk. Ankara’ya vardığımızda, o güne kadar kalmanın hiç nasip olmadığı
orduevine yorgun argın kapağı atmış, gecelemek için bir oda istemiştik.
O yıllarda tüm orduevlerine hep “torpilliler”
dolduruldukları için, görevli erler şımarık olurlar, tüm o yerleri sanki ele
geçirmişlercesine, kimseyi adam yerine koymazlardı. Çalışan konumundaki subay
ve astsubaylar da onlardan aşağı kalmazlar, birkaç üst komutana yalakalık
yaparak yerlerini korurlar, ama o işletmelerin de içine ederlerdi.
Bir vakitler kışlalarda ortalığı haraca-berece kesmişlikleri
yüzlerinden okunan kimi emekli albayların, şimdi üç paralık konforları uğruna,
buralarda böyle süt dökmüş kedi gibi dolanmalarına tanık olur, öfkelenirdim.
Daha sonraki yıllarda ise, bu hâlleri gidermek üzere, bu
sefer de “yok subaydı, yok kızıydı-kızanıydı, misafiriydi” diye ayırt dahi
etmeyerek; işi, görevli erlerin her önüne gelene “komutanım” diyecekleri bir
başka ifrata kadar vardırmışlardı.
Tabii, sadece Ankara’nın tuzu kuru yerleşiklerinin
çevremizde güle oynaya fink attıkları züppe damatlarından, küstah gelinlerinden
yer ve fırsat kalıp da, onca yol tepmiş olan bizlerle doğru dürüst ilgilenen
dahi çıkmayınca, tahmin edeceğiniz üzere, onun yerine çıngar çıkmıştı. Ardından
da dışarıda, kesemize uygun ve o yüzden de berbat bir yerde konaklamak zorunda
kalmıştık.
Bu alan, çoğu kimsenin bitmez tükenmez orduevi
hikâyelerindeki şikâyetleriyle doludur. Çünkü o tesisler, “kolaylık tesisleri”
olmaktan çok, subay ve astsubayları sivillerden ayrıştırarak, sanki onları
ayrıcalıklı imişler gibi göstermeye yaramıştır.Bu yalandan ayrıcalıklar,
izolasyon yoluyla, geniş ordu kitlesinin gözlerinde “katarakt”a,
muhayyilelerinde “üstünlük duygusu”na kapılmalarına ve böylece de anlamsız yere
“şişinmelerine” yol açmıştır.
Oysa ayrıcalıklı ve üstün olanlar, bir avuç general ile,
sadece konformizmin tadına varmış bulunan üst subaylar ve onların
emeklileridir.
Anadolu’nun ve Trakya’nın özellikle küçük kentlerinde, merkezî
konumları ve “özel” oluşlarıyla sırıtan bu mahfiller, sivil halkın indinde,
kıskançça ve mesafeli olunan, müphem bulunup soğuk bakılan bir etkiye
sahiptirler. O yüzden tek iyi yanları, askerliğini genellikle er olarak
yapmış, kentli ya da köylü, geniş mütedeyyin kitlelerin militerizasyonunda
olumsuz rol oynadıklarıdır. Çünkü, sivillerin de askerileşmesi demek olan
militerleşme, daha çok devletin çeşitli eğitim tezgâhlarından geçirilip,
biçimlendirilmiş olan “okumuşlar”ına has bir şeydir.
Aslında bu tesisler, haklarında konuşulanlara değecek
düzeyde lüks ya da zevkli filan da değildirler. Onları çekici kılan,
herkesin giremedikleri yerler olmalarında yatar. Eğer kendi parasal
kaynaklarıyla yaratılmış ve işletilmiş olsalardı, berikilerde bu denli böbürlenmeler,
karşıkilerde de bu ölçüde homurdanmalar olmazdı. Olanakların “Genel Bütçe”den
karşılanması, elde edilen yavanlığa lezzet katmakta; “seçkinlik”leri, resmî bir
mahiyet almaktadır.
Düşünsenize; örneğin her yerde olan deterjanlardan
alıyorsunuz, ama buradaki markette KDV ödemiyorsunuz. İngilizler Hindistan’da
bile yapmamışlardı, bunu. Oralarda üç-beş kuruşa içilen bir bardak çayın
Türkiye halkına siyasal maliyeti, dudak uçuklatacak pahadadır.
Kaldı ki bu tesisler, ordunun tüm yükünü omuzlarında taşıyor
olan kışla emekçisi genç subayların ve astsubayların leylek oldukları bir
sofrada, tilkilerin ağız anatomilerine göre tanzim edilmiş tabaklar gibidir.
Bütün yazını biraz Gümüldür’de, biraz Karpuzkaldıran’da,
sonra da Side yahut Bodrum’da, veya Kıbrıs’ta; uydurabilirse kışın da
Uludağ’da; geri kalan zamanını da, genel olarak yerleşik olduğu büyük kentlerin
namütenahi tesislerinde geçirerek yaşayan; yaşarken de bu olanakları
vergilerinden elde etmiş oldukları o topluma demediklerini bırakmayan, bir avuç
askerî rantiyenin bozulacak olan çıkarlarıdır, esasen konuştuklarımız.
O nedenle, kendilerini sivil toplumdan soğutagelen bu
müesseselere, her biri halk çocuğu olan genç subay ve astsubayların zerre kadar
ihtiyaçları yoktur. Bu kurumlar tümüyle kaldırılmalı, onun yerine, o
ödeneklerle örneğin, genç subay-astsubayların yıllık izinlerinin bir bölümünü
eşleriyle birlikte Paris’te, Barselona’da, Roma ya da Amsterdam’da geçirmeleri
sağlanmalıdır. Genç yaşlarda edinilen gözlemler, Türkiye’nin
demokratikleşmesine şaşılası ölçülerde katkı sağlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder