8 Nisan 2012 Pazar

Dinimizde Kadın ve İnanç




     Hamd, ancak ilahi kelamında : “(Ey hainleri müdafaa edenler) işte siz dünya hayatı uğruna onları tuttunuz, onları savundunuz. Ya kıyamet günü Allah onları azabına uğratırken kendileri için kim savaşacak ve kendilerine kim vekil olacak.”diye buyuran BİR ve VAR olan yüce ALLAH’a mahsustur. Salat ve selam “kim cenk etmeyerek ve nefsinde cenk için arzu taşımaksızın ölürse nifakın bir şubesi (dalı) üzerine ölür.” Sözü ile biz ümmetini uyaran Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s.)’in, onun temiz soyundan gelenlerin ve bir musibete uğradıklarında “Biz ancak Hakk’ın kuluyuz ve yine onun yüce huzurlarına döneceğiz” diyen sevdalı gönüllerin üzerine olsun:
Kıymetli gönüller bu kutlu vatan toprakları üzerinde hasbel kader yaşayan, aydın olarak da etiket kazanan ve bizler için kutsal ne varsa , aslanın avı ile oynadığı gibi bu kutlu milletin değerleri ile oynayan sözde aydın özde satılmış olan bir zümrenin suistimal ettikleri bir konuyu dilimiz döndüğünce sizlerle paylaşmaya çalışacağız..
Bu kutlu Millet tarih sahnesinde yerini aldığı günden itibaren , Yüce yaradanın insan oğluna eşrefi mahluk yani en şerefli varlık olarak yüklediği idealler ile kök saldı inadına dünya denen tarlada. Hakk’ın sevdalarına yapışarak hakkın karşısında olan kim olursa onunla da cenk meydanlarında hesaplaşmayı uygun görmüştür her zaman. Hakk için halkın yanında diz vurmuştur sır ile bu inanç ve sevda at sürdürdü bozkırlar da birileri tarafından nasıl yok edebilirim hesabı yapılmıştır. güzide milletin içine ekilen nifak tohumları zaman zaman boy vermeye çalışmıştır amma ve lakin boyun gösterdikleri an boyunsuz kalmayada mahküm edilmişlerdir herzaman Her devrin kendine göre satılmışı olmuştur elbet bundan sonrada olacak bunun da bilinci ile İslam’a acık acık savaş açamayan bazı zavallılar, çirkin emellerine inanmış samimi Müslüman için her zaman baş tacı olan kadının haklarını savunmak adına salyalarını akıtıyorlar. Müslüman Türk milletinin üzerine
Ammare adında oğlu olduğundan, Ümmü Ammare diye çağrılan, Kab kızı Nesibe, geçmişte aldığı büyük bir yaranın, omuzun da ki izini hikaye ediyordu. Resul-i Ekrem (s.a.v) zamanını idrak etmemiş veya o vakitte küçük olan kadınlar, özellikle genç kızlar ve kadınlar, zaman zaman Nesibe’nin, omuzun da ki çukuru görüyorlar ve merakla ondan, yaralanmasına sebep olan o korkunç macerayı soruyorlardı ve Uhud sahnesinde vuku bulan ilginç hikayesini, şahsen kendi ağzından, dinlemek istiyorlardı. Nesibe, Uhud denilen yerde kocası ve iki oğluyla birlikte, omuz omuza savaşarak

Resul-i Ekrem (s.a.v)’i müdafaa edeceklerini, hiç bir zaman düşünmemişti. O sadece, savaş meydanındaki yaralılara su ulaştırmak için bir su kırbasını yüklenmişti ve yaralıların yaralarını bağlamak için yanında kumaştan hazırladığı bir miktar da band getirmişti. O gün, bu iki işten başka üçüncü bir iş de, yapacağını ummuyordu. Müslümanlar savaş başlangıcında, sayı bakımından çok değildiler ve yeterli teçhizatları da yoktu. İlkin düşmanı büyük bir yenilgiye uğrattılar. Düşman kaçtı ve meydanı boşalttı. Fakat uzun sürmedi ki “Aynen” tepesindeki gözcülerden, bir kaç tanesi vazifelerinde gaflete düştüler. Düşman bu fırsattan yararlanarak geriden döndü ve gece baskını yaptı. Durum değişti ve Resul-i Ekrem (s.a.v)’den, uzakta kalan Müslümanların çoğu dağıldılar. Nesibe, vaziyeti bu şekilde görünce, su kırbasını yere bıraktı ve eline de bir kılıç aldı.
Kah kılıçtan faydalanıyordu, kah ok ve yaydan. Sonra kaçmakta olan bir adamın kalkanını aldı ve ondan faydalanmak istedi. Bir an düşman askerlerinden birinin “Muhammed nerede? Muhammed nerede?” diye bağırdığını gördü. Nesibe hemen, oraya gitti ve ona, birkaç darbe indirdi. O adam, üstünde iki zırh giymiş olduğu için, Nesibe’nin vurduğu onca darbeler tesir etmedi. Buna karşılık adam Nesibe’nin savunmasız omuzuna öyle bir darbe vurdu ki, tedavisi bir sene sürdü. Resul-i Ekrem (s.a.a), Nesibe’nin omuzundan fışkıran kanları görünce Nesibe’nin oğullarından birine seslendi ve “çabuk annenin yarasını sar” buyurdu. O da annesinin yarasını sardı. Nesibe tekrar, savaş meydanında, işiyle meşgul oldu.
Bu arada Nesibe, oğullarından birinin, yaralandığını gördü, hemen yaralıların yarasını sarmak için, yanında getirdiği bantları çıkarıp oğlunun yarasını sardı. Resul-i Ekrem (s.a.v) seyrediyordu ve bu kadının mertliğini gördükçe gülümsüyordu. Nesibe oğlunun yarasını sardıktan sonra, ona “çocuğum çabuk kalk ve savaşmaya hazırlan” dedi. Bu söz, henüz Nasibe’nin ağzındaydı ki, Resul-i Ekrem (s.a.a), Nesibe’ye bir şahsı göstererek, “çocuğuna vuran budur” dedi. Nesibe, o adama bir aslan gibi saldırdı, kılıçla onun baldırına, öyle bir vurdu ki, adam yere düştü. Resul-i Ekrem (s.a.v): “İntikamını iyi aldın. Allah’a şükür ki sana zaferi bağışladı ve gözünü aydınlattı.” buyurdu.
Müslümanlardan, bir çoğu, şehit oldu, bir çoğu da yaralandı. Nesibe pek çok yara almıştı, sağ kalmasına fazla ümit yoktu.

Uhud vakıasından sonra, Resul-i Ekrem (s.a.v) düşmanın vaziyetinden emin olmak için, ara vermeden, Hamra ül-Esed’e hareket etmeleri için, emir verdi. Ordu safları hareket etti. Nasibe de aynı durumunda, hareket etmek istedi. Fakat ağır yaralar onun gitmesine izin vermedi. Resul-i Ekrem (s.a.a), Hamra ül-Esed’den dönünce kendi evine gitmeden önce, Nesibe’nin ne durumda olduğunu sormak için birini gönderdi. Onun sağ olduğu haberini verdiler. Resul-i Ekrem (s.a.a), bu haberden çok mutlu oldu ve sevindi.

Hiç yorum yok:

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...