Ne Olursan Ol_Yinede Gel_ Aynı dili konuşan değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. (Hz. Mevlana)
İÇLİ BİR DUA... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İÇLİ BİR DUA... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Haziran 2011 Pazar
İÇLİ BİR DUA...
İÇLİ BİR DUA...
sağlam ve bütün olan milletimizi "mozaik" adıyla paramparça ettiler onu da benimsedik. Sonra, birileri çıktı; Anadolu'da eskiden başka milletler var dediler inandık. Düşününce de, o milletlerle biz gelip karıştık ve melez nesillerle günümüze geldik sanıp, neslimizin bozulduğunu zannederek Türk'lüğümüzden şüphe eder olduk. Kanser gibi Türk'lüğümüzü içinden kemirdi yine uzun zaman bu yalanlar. Biz, Malazgirt'ten geçerken Anadolu'nun bütün nüfusu 2 milyon yoktu. Sadece Malazgirt Ovası'nda Kayı Çadırlar en az 500 bin idi. Her çadırda 4 kişilik aile olsa sadece kayılar 2 milyon olarak gelmişti. Daha diğer serhatlerde yüzbinlerce çadırıyla Kıpçaklar, Horasan Türkmenleri, Peçenekler, Kumanlar, Karaman'lar, Ak Koyunlular (Ak Hunlar), Kara Koyunlular (Kara Hunlar), Avşarlar ve diğerleri vardı. Anadolu'daki 2 milyonun ise 1,5 milyonu 10 yıl içinde Mora Yarımadası ve Ege Adaları'na geçmişti. O asırda, İngiltere adasında nüfus 1 milyon bile değildi ve İngilizce bilinmiyordu. 622 Yıl Osmanlı Araplar'ı askere bile almadı. Bütün savaşlar Türk ile yapıldı. Bu asırlar içinde toplamı 60 milyonu bulan Türk erkeği savaşlarda şehid oldu. Bunun dünya tarihinde eşi yoktur.
Batılılar SUMER adını yanlış okudular ve biz o yanlışı öğrendik. SUMER kelimesinin aslı çivi yazılı tabletlerde iki kelimedir. SUM ve YİR kelimelerini birleşik olarak SUMER okumuşlardı. Oysa bu iki kelime Türkçe idi. Mezopotamya'da oturan milletin adı da değildi SUM YİR. Bu SUM YİR vatan edilen bu topraklara verilen isimdi. Anlamı SULU YER yani SULU VATAN demekti. Arapça olan VATAN kelimesinin Türkçe karşılığı YER idi. SUM ve YİR kelimeleri bugün bile İÇ ASYA Türk'lerinde aynıdır.
Eski Yunanca'da ARMANİ yüksek yer, yayla demekti. Frigyalılar, Yunan yani İyon ve Isparta'lıların baskısıyla doğu Anadolu platolarına kaçıp yerleşince onların yani Frigler'in yaşadıkları yerlere ARMANİA dediler. Zamanla bu o halkın adı oldu ve günümüzde ERMENİ dedik. SUM-YİR de Mzopotamya'da oturan halkın adı sanıldı ve bu gün öyle öğrendik. SUM-YİR'liler Türk boylarıydı ve Türk adını henüz kullanmıyorlardı. Çünkü TÜRK adı millet adı değildir. Türkler'in kültürünün adı TÜRK, milletinin adı TUR idi. TURAN deyince de TUR'ların vatanı demiş oluyorduk. Bugünkü Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldavya topraklarında MÖ. 1000 yıllarında GOT'larla yani Cermenler/Almanlar'la ortak bir devlet kurmuş yönetmiştik. Devletin adı da bu yüzden TUR-GOT devleti olmuştu. Anadolu'da kullandığımız Turgut adı budur. Bu devlet bir de şehir kurmuştu, halkı Türk yani Tur olan. Adını toprak ev anlamına gelen Kİ-EV yani tuprağın türevinden olan kilden yaptığımız ev koymuştuk.
Artık bilinen bir gerçektir, ki Sumer (Sum-Yir) dili TÜRK DİLİ ailesindendir. Tarihi değiştirecek yeni tesbit edilen gerçekleri Türk araştırmacıları ve bilimadamları ortaya koyunca, batının cahilliğinin medeniyet motoruyla nasıl kamufle edildiği ortaya çıkmış olacaktır. Teknoloji medeniyeti perdesi bunu daha fazla gizleyemiyecektir.
Onlarda da bizde de "day" kelimesi ortaktı. Günümüzde, destek, dayanak anlamında olan day'a "ana" kelimesini ekleyip edilgen yapınca dayanak yapmış olduk. Day, aynı zamanda annemize verdiğimiz bir başka isimdi, bu anlamları ile. Yine günümüzde, Maraş, Antep, Adana, Hakkari, Kerkük gibi yörelerde ana kelimesi yerine "day" kullanılır. Annenin erkek kardeşine bu kök ile "dayı" diyoruz. Bebeklere yürüme öğretirken de bu kök kelimemizle "day dur" veya "tay dur" diyoruz.
İslam Dini, Arapça vahyedilen Kur'an sebebiyle, ayet ve hadis terminolojisi Arapça dil öğelerini kullanmıştır. Yine Arapça dil yapısı içinden kelimeler Allah adını, Allah'ın sıfatları olan ve aslında çok daha fazla olduğu halde 99 adetle sınırladığımız esma-ül hüsna yani güzel isimler dediğimiz kelimeleri oluşturmuştur. Peygamberimizden önce de Allah ismi
kullanılırdı. Kur'an, Allah adını yanlış kullanımdan çıkartıp asli yerine koymuştur. Ancak insanlar Allah adı dışında sıfat isimleri, insanlara isim olarak koymuş ve kullanmıştır. Rab'dan Rabia, Rabiye gibi, Halim'den Halim ve Halime gibi isimler Al
lah'ın sıfatlarıdır ve isim olarak kullanılmasının hiçbir mahzuru da yoktur.
Türkler de, bir dine her zaman sahip olmuştur. Hatta, ihtimal ki, peygamberleri de olmuştur. Peygamber kelimesinin karşılığı olan "Yalvaç" kelimesi bize bunu düşündürmektedir. Ancak, peygamberleri olmadı dense bile, peygamberle yakın ilişkiler olmuştur. Sözgelişi İbrahim aleyhisselamın bir hanımı Türk idi. Bu Türk annemiz önemlidir. Çünkü, eski Türk, Arap ve Yahudi kaynaklarında "Kantura" adındaki bu annemizin Oğuz Han'ın kızı olduğu rivayet edilmiştir. Bize, hep, İbrahim aleyhisselamın Hacer ve Sara isimli iki hanımı anlatıldığı için iki hanımı olduğunu sanmıştık. Üçüncü Türk annemizi Türk'lük sahiplenir, Türklük tahrik olur diye gizlemeyi tercih etmişlerdi.
Arap kültür öğelerinin, İslam'ın ömür içinde şekillenmesinde araç olduğu da gerçektir ve bunun da dine zararı yoktur, dine ters değildir. Yeter ki, aynı misyonun Türk kültür öğelerince karşılanabieceğini inkar etmeyelim.Bu Arap kültür öğelerinden biri, nesebin yani soyun anne adıyla tanımlanmasıdır. Sözgelişi, ölen birisini cemate tarif eden imam "ey cemaat, Fatma oğlu İsmail'i nasıl bilirsiniz" der veya cenaze namazında, biliniyor ise " Fatma oğlu İsmail'in cenaze namazını kılmaya niyet ettim" denilir. Bir kabile veya toplulukta da değerli bir anne var ise "ey filanca oğulları" denilirdi.
Resulullah da bu kültür içinde yaşayan ve kendini bu kültür öğeleri ile ifade eden bir insandı. Bu onu küçültmez zaten. Kendisi de "ben Arabım" diyordu. Bu kültür öğelerinden yararlanan sahih yani doğru kabul edilen bir hadisinde " ümmetimin mülkünü ilk önce Kantura nesli zabtedecektir" dediği gibi bir başka hadisinde "ümmetimin mülkünü en son Kantura nesli zabtedecek ve kurtuluşa götürecektir" demektedir. Bu kültür öğe tarzına göre Kantura nesli Türkler olmaktadır.
Eski Türk din terminolojisi de benzeri kuralları, öğeleri çok sayıda kullanmıştır. Türk din tarihi bize inanılan dinin adının bile Türklük Dini olduğunu göstermiştir. Türk kelimesinin bir anlamı, belki de kök anlamı diyebiliriz buna TÖRE'dir. Yani, kuralları belirlemiş toplumsal hayat biçimi demektir. Toplumların, kurumsallaşmış, kuralları belirleyen hayat biçiminin diğer adı din idi. Bu din yapısında da bir mutlak varlığa yani yaratıcıya inmak doğal olarak vardı. Yaratıcı'ya he zaman Tanrı denmedi. Çalap dendiği gibi başka isimler de verilirdi ama bu isimler hep bir vasıf tarif eden yani sıfat olan isimlerdi. Tanrı, aslı Tan-yeri olan Tengri kurgusuyla ışık veren, azık-rızık veren, öğretici olan, engin ve hayal edilemiyecek kadar büyük olan gibi, söylendiği söz içeriğinde anlamını kaznan bir sıfat isimdi. Anadolu Türkçesi'nde Tanrı dedik biz.
Tarih kitaplarını okurken, eski medeniyetlerin yer, gök, dağ, deniz, şimşek, aşk, savaş gibi unsurların ilahını Türkçe bir kelime ile kullanırken Yer Tanrısı, Savaş Tanrısı diye tarif etmeye çalıştık. Yunanlı veya Romalı ya da Mısırlı ilahlarını Tanrı adıyla biz kendi dilimizde Tanrı diye isimlendirdik. O medeniyetler kendi dilleri ile başka ismlerle isimlendirirlerdi. Ancak, düşünce kısırlığına itilen insanlarımız sanki bir Yunanlı, Yunanca dua ederken Tanrı Zeus diyormuş gibi düşündüğümüz için, Tanrı türk'ü korusun derken Zeus gibi bir tanrı diyormuşuz gibi olduk zannedip, Allah inancını zedelediğimizi de düşündük ve endişelere kapıldık. Hatta, mürekkep yalamış çok kimse, Yunanlılar Şarap Tanrısı diyorlardı biz niye Tanrı diyelim, onlara benzeriz bile dediler. Oysa Yunanlılar Tanrı kelimesini hiç bilmezlerdi. Çünkü Tanrı kelimesi Türkçeydi.
Türkler, Allah ismini bilmezlerken, tek olan, eşsiz olan, ezeli ve ebedi olan bir yaratıcıya inanıyorlardı. Allah adını bilmedikleri için de Allah diyemezlerdi ve onun yerine Ana, Ano, Anu gibi şivelere göre Ana demiş olurlardı. Sum-Yir'liler de Anu derlerdi. İlk yazıyı kullandıkları için Ana kelimesini çivi yazısı ile değil "hilal" şekliyle göstererek özel bir yer ve tanım yaptıklarını anlatmaya çalışırlardı. Onun, yaratıcı olduğunu, rızık verici olduğunu belirtmek istediklerinde de hilalin içinde veya önünde beş tane nokta koyarlardı. Bu noktalar, dolu taneleri idi. Bir yağış şekli olan dolu taneleri, süt beyazıydı ve gökten yıldızları yağdırdığı düşünülürdü. Dolu ve süt aynı renkte olduğu için aynı isimle anılır "tolu" derlerdi. Süt kelimesi beş köşeli yıldızla beş noktanın birleşmesi yapılır ve yıldıza da "tolu" denir, yıldız şekliyle de gösterilirdi.Hilal ve yıldız bir arada olunca, Anu bize süt veriyor denmiş olurdu. "Yıldız" kelimesi, YALTUZ, ULTIZ, YALDIZ şeklinde de söylenir ama anlamı TOLU'nun parlaklığı demekti.
İnsanlar olarak, en yüce varlığımız, bizi sütüyle şefkatiyle besleyen kadın çok kutsaldı. Arap, nasıl Rabia diyorsa, Rahime diyorsa Türk de kendisini dünyaya getirip, besleyen, koruyan, büyüten kadının vasıflarına bakıp sıfat olarak yaratıcının adını uygun gördü. Etrüskler ve Sum-Yirler (Sumerler) aynı milletin kolları olarak aynı anlayış ve inanç fenomenlerinin sahibi olarak aynı bayrağı kullandılar. Sumer yazılarında bayrak kelimesi de hilal ve içinde beş noktayla gösterilirdi.Anadolu'ya geldiklerinde bu verimli ve iklimi güzel ülkeyi kazandılar. Kazanılan bu ülke onlar için ana sütü gibi helal idi. Bayraklarına en kutsal inançlarını, kelimelerini çizdiler. Bu yer için kan dökmek bedeldi. Kanlarının rengini bayrak yaptılar. Bayrakta ne yazılı deninçe "ANA-TOLU" dediler. O bayrak gibi, üzerindeki işaretlerin anlattığı gibi kucağını açan, besleyen vatanlarına da ANA-TOLU dediler. Etrüskler çok sonra İtalya Yarımadasına gidince geride ANATOLU kelimesini bıraktılar. Çok daha sonraları buralara eşkiya sürüleri olarak GREK'ler (kelime anlamı hırsız demektir) gelince Kuzey Anadolu'da SAKALAR, Güney Anadolu'da TUR'lar vardı. Onlardan bu ülkenin adını öğrendiler ve ANATOLİA dediler. Bizde, her eski şeye Yunan kuyruğu ekleme huyunda olan birileri de bu ismi Yunanca zannetmekten öte, Yunanca diye dünyaya ilan ettiler. Tarihimizin ilk mozaikçileri onlardı. Millet onlar için yoktu, mozaik vardı.
Karadeniz bölgesinde PONTUS'lar, MÖ.365'e kadar tam bağımsızdılar ve adlarının önünde RUM yoktu. Bayrakları bile AY-YILDIZ'dı. Sonraları Yunan ve Roma prensleri yönetime gelince adlarının önüne RUM konuldu. O Pontuslar halk olarak Laz'dı. Laz ise (uşaklar yani çocular) demekti. Aradan asırlar geçti ve İslam'ı benimsemiş Türkler geldiler. Asırlardır burada olan Türklerle kaynaştılar hızla. Yeniden bayrak yaptılar AY-YILDIZ'ı. Aya hilal diyorlardı. Hilal, Allah kelimesi ile aynı hecelerden oluşuyordu. Kufi yazıyla Muhammed adı da Yıldız şekli yapıyordu. Bu defa ilk anlamıyle pek de ters düşmeyen LAİLAHEİLLALLAH-MUHAMEDÜNRESULULLAH yani kelime-i tevhid anlamı verdiler.
Artık, ister Anadolu densin, ister Anasütü densin aynıydı ve o bayraktı. İslamın temelini de karşılattıkları bir yeni anlam da katılmıştı. Allah, Ana ve Vatan ile en güzel rehber olan Resulullah aynı bayrağa işenmişti.
Artık ister Allah ve Resulünün, ister vatanın, ister Anamız yani namusumuz için ölmüşüz, hepsi aynıydı. Hepsi için Cennet vaadedilmişti.
İslam'ın ilk şehidi, cennetle müjdelenen Ammar bin Yasir'in annesi PAMUK idi. Pamuk, Özbek Türkü'ydü. İranlı mecusilere esir düşmüş, müşrik Araplar'a köle olarak satılmış, adı Sümeyye olarak değiştirilmişti. İslamın ilk şehidi olmak bu Türk kadınına nasip olunca, Kantura yolunda, İslam tarihinde TÜRK olmanın ne olduğunu görmüştük.
Şanı yüce Allah, ilk şehidliği bir Türk kadınına vermekle, inanmayanların ne alçaklar olduğunu göstermişti. Bu şuur içinde de Allah yolunda bu millet daha 60 milyon şehid verecekti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)
Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...
