Deprem uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ercan, 7,2 büyüklüğündeki sarsıntıyı
değerlendirdi. Prof. Dr. Ercan, şunları söyledi:
"Van'ın deprem
çekincesi 7,3, yıkım gücü ise 11. Bugün yaşanan 7,2'lik deprem bu rakama yakın.
Deprem, bölgenin olağan depremi. Görüntüleri ilk izlediğimde betonarme bir
yapının yıkıldığını gördüm. Bir yıkımın gerçekleşmesi için yıkım gücünün 10
şiddetinde olması gerekir.
Bölgede 15 gün boyunca artçı
depremle yaşanabilir. Bu deprem, İstanbul'daki bir depremi tetikler mi? Bu
mümkün değildir. Olası deprem beklenen yerler; Tunceli, Muş, Varto, Ağrı,
Iğdır, Çaldıran, Hakkari, Elazığ ve Adıyaman.
Van Gölü'nün kenarları
yapılaşmaya uygun değildir. Başkale ve Bahçesaray dayanıklıdır; ancak Ahlat ve
Çaldıran da kısmen yıkım görülebilir."
7,2 büyüklüğündeki deprem,
Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu'da meydana gelen en büyük depremlerden biri
olarak kayıtlara geçti.
Ülkemiz, jeolojik açıdan
genç bir kara parçası üzerinde yer almaktadır. Bu kara parçası henüz oluşumunu
tamamlamadığı için yer kabuğundaki hareketler devam etmekte, fay hatları aktif
bir şekilde faaliyetlerini sürdürmektedir...
Dolayısıyla deprem,
ülkemizin yadsınamaz bir gerçeğidir. Öyleyse, bu gerçeği biran önce kabullenip,
depremle yaşamaya alışmalı, şehirlerimizi bu doğrultuda inşa etmeli,
insanlarımızı bilinçlendirmeli ve depremin vereceği zararları önleyici
tedbirleri süratle almamız gerekmektedir.
Tarih boyunca ülkemiz
topraklarında çok sayıda büyük deprem meydana gelmiş, bunlardan bazıları ciddi
hasarlara yol açmıştır. Ancak ecdadımız bunlardan önemli dersler çıkarıp,
gerekli tedbirleri almışlar, uygun yapım sistemleriyle şehirleri inşa
etmişlerdir. Bugün yaşanan şiddetli depremlerde dahi birkaç yüz yıllık
yapıların sapasağlam ayakta kalması bunun apaçık bir göstergesidir. Ancak yakın
bir geçmişten itibaren, tarihi yapılar ve doğal çevre katledilerek,
bilinçsizce, plansız ve programsız, mimari estetik ve mühendislik desteğinden
yoksun, rant esaslı inşa ve şehircilik faaliyetleri artmış, şehirlerimiz
deprem, yağmur, kar gibi doğa olaylarının afet boyutuna dönüştüğü merkezler
haline gelmiştir.
17 Ağustos 1999 Gölcük
Depremi bize ülke olarak depreme ne kadar hazırlıksız olduğumuzu çok ağır bir
şekilde ikaz etmişti. Ne var ki aradan geçen bu kadar zaman zarfında arama kurtarma
ve enkaz kaldırma konuları haricinde mevcut yapı stoklarının yenilenmesi ve
binaların deprem riski dikkate alınarak inşa edilmeleri konularında istenilen
seviyeye gelinememiştir.
Yaşanan bu acı tecrübeden
önemli dersler çıkarmamız gerekirken, 23 Ekim 2011 tarihinde yaşadığımız Van
Depremi, yine aynı acı tabloyu gözler önüne sermiş, yüzlerce insanımız hayatını
kaybetmiştir. Hiç olmazsa bu sefer gerekli dersleri alalım ve bundan sonra bu
acıları yaşamamak için topyekün bir seferberlik başlatalım.
Ülkemizin aktif deprem
kuşağında olduğu ve yıkıcı depremleri sıklıkla yaşadığımız gerçeğini, kabul
ederek mevcut bilgi ve teknolojilerin imkanlarıyla desteklenmiş deprem öncesi,
deprem anı ve depremden sonrası olmak üzere çok aşamalı planların devreye sokularak
depremlerden en az zayiatla (insan kaybı ve ekonomik kayıplar) çıkma yollarının
altyapısını oluşturmamız gerekmektedir.
Mimar ve Mühendisler Grubu
olarak (mesleki formasyonumuz gereği) yıkılan ve hasar gören binalardaki teknik
eksikliklere ve çarpık şehirleşmeye yoğunlaşarak dikkatleri depremde can ve mal
kaybını en aza indirecek binalar yapma ve insan ölçekli yaşanabilir yeni
şehirler kurma konusuna çekmeye çalıştık.
Van Depremi Tespitleri
Mimar ve Mühendisler Grubu
yöneticilerinden oluşan teknik heyet olarak 23 Ekim 2011 tarihinde Van ve
çevresinde meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki deprem sonrası incelemeler yapmak
üzere bölgeye gittik. Jeofizik Mühendisleri Odası Van Şube Başkanı Bedrettin
Anaran’ın da iştirak ettiği Van, Erciş ve depremde hasar gören köyleri kapsayan
bir inceleme gezisi gerçekleştirdik.
Depremin acı tablosu
karşısında, bir nebze olsun üzüntümüzü hafifleten nokta, acil müdahale, arama
kurtarma ve yardım konularında, geçmişe göre epeyce mesafe kat ettiğimizi
müşahede etmemiz oldu. Deprem sonrası Devletin seferber olması ve anında
bölgeye ulaşması, ülkenin dört bir yanından sivil toplum kuruluşları, vakıflar,
dernekler ve belediyelerin büyük bir gayretle bölge halkının yaralarını sarmaya
çalışmaları, bölgede tesis edilen kardeşlik köprüleri, manzaranın olumlu
tarafını teşkil etmektedir.
Diğer taraftan, teknik,
şehircilik ve mühendislik alanındaki eksiklikler, deprem öncesi hazırlık amaçlı
bir kriz planının olmayışı, deprem sonrası hasar tespit çalışmalarının
yetersizliği ve gerekli tedbirlerin alınmayışı sonucunda 10 Kasım’da
gerçekleşen 5.6 büyüklüğündeki depremde onlarca kişinin daha hayatını
kaybetmesi, ihmalin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Van bölgesiyle ilgili
yaptığımız tespitler şunlardır:
Van’da Binalar Neden
Yıkıldı?
a) Yıkılan bir binadan
aldığımız ve laboratuar ortamında kırılma testi uygulanan beton numune
sınıfının C20 olması gerekirken C9 (90 kg/cm2) çıkması, donatı çap, adet,
aralık ve cins tahkiki yaptığımızda ortaya çıkan düşey donatıların nervürsüz
(S220) olması, etriye aralıklarının olması gerekenden fazla olup 30 cm e yakın olması, kolon
ve betonarme perdelerin kirişlerle birleştiği noktalarda etriye sıklaştırma
yapılmaması bu tür binaların yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
b) Ülkemizde uygulanan Yapı
Denetim sisteminin bu bölgede yeni başlamış olması, bu zamandan önceki
yapıların denetimi noktasında eksiklik ve boşluğun neticesi olarak yıkım ve
hasar oranı artmıştı.
c) Zemin ve jeolojik yapı
dikkate alındığında Kuzey Anadolu Fay Hattının bir kolunun üzerinde bulunan Van
ve Erciş’in depremsellik kriteri dikkate alınarak hassasiyetli yapılaşma ve
depreme hazır bir kent oluşturma beklentisinden uzak deprem bölgesi olmayan
diğer illerdeki gibi gelişigüzel denetimsiz ve deprem hesaba katılmadan
yapılaşmanın ortaya çıkması sonucu yıkım ve hasar oranı artmıştır. Van ve
Erciş’te toptan göçen binaların tamamının çok katlı (5–8 katlı) olması bu
tespitimizi güçlendirmektedir.
d) Günümüz mevzuatı
açısından eksiklik olarak görünen Yapı Denetim’e tabi bir bölge olmamış olması
veya yeni başlanılan bir sistem olması dışında bir mevzuat eksikliği yoktur.
Fakat mevzuatın öngördüğü imar planı, mikro bölgeleme (microzonation), proje ve
denetim kriterlerine ilgililerinin uyulmamıştır.
e) Mevzuat öngörse de mühendis,
müteahhit, denetim firması, belediye arasında koordinasyonun eksik olması veya
hiç olmaması sonucu kalfa veya usta marifetiyle ortaya çıkan inşaatlar, projede
mühendislik hizmetini almış olsa bile uygulamada almamıştır.
f) Köylerdeki binalar hiçbir
mimarlık ve mühendislik hizmeti almadan kerpiç ve briket gibi bölgede kolay
temin edilebilen yapı malzemeleri kullanılarak yığma yapı olarak, yatay ve
düşey hatıl gibi herhangi bir bağlantı elemanı olmadan ve mukavemet hesapları
dikkate alınmadan yapılmıştır.
g) Deprem bölgesi olmasına
rağmen yüksek katlı binalarda bahsi geçen eksiklikler ve hatalar sıklıkla
tekrar edilmiştir.
Richter Ölçeği ile 5.6
Büyüklüğündeki 2. Deprem Neden Yıkıma Sebep Oldu?
Daha önce de belirtildiği
gibi binalarımızın deprem kuvvetleri karşısında göstermiş olduğu mukavemet
gelen deprem yükleri oranında binada kalıcı hasarlar oluşturabilir. Bu şekilde
hasar oluşan yapıların kolayca bir sonraki deprem kuvvetleri karşısında
göstereceği davranışı tahmin etmek mümkündür.
Eğer hasar taşıyıcı sistemde
değil de tuğla ve pencere gibi mimari elemanlarda oluşmuş ise bu elemanlara
aktarılan kuvvetin taşıyıcı sistemi örselediği ve bir şekilde sönümlendiğini
rahatça söyleyebiliriz. İşte hasar durumu bu şekilde olan ve taşıyıcı sistemde
“sorun yok yapı sağlamdır mantığı çok yanlıştır “ve bir defa can kayıpsız
atlatılan 7.2 büyüklüğündeki depremin ardından gelen 5.6 lık deprem kuvvetleri
(ki normal zamanlarda bu büyüklükteki bir depremin bu kadar hasara sebep
olmaması gerekir) artık yapı tarafından sönümlenememekte ve yapı taşıyıcı
elemanları sınır değerlerine ulaşan taşıma gücünü bir kademe daha zorlamak
zorunda kalarak kırılmaya başlamaktadır. Bu andan sonra donatıda akma
gerçekleşecek veya bağıl kuvvet etkisinde betonarmede çatlamalar oluşacak ve bina
performans kriterleri çerçevesinde taşıma gücünü kaybedip yıkılacaktır. 5.6
büyüklüğündeki 2. depremin Van Merkez’de sebep olduğu yıkımların ana sebebi
yukarıda izaha çalıştığımız yorgun yapı elemanları olmuştur.
Sonuç Ve Önerilerimiz:
İnsan öncelikli emniyetli
şehirler kurmalıyız..
a) 2007 Deprem
yönetmeliğinin şartlarına, özellikle de beton dayanımı ve etriye, çiroz gibi
donatı elemanlarına ait koşullara, tavizsiz uyularak gerekli kontroller
yapılmalıdır.
b) 4708 sayılı Yapı Denetim
Kanunu kapsamında mevzuatın yeniden gözden geçirilmelidir. Van ve Erciş’te
yıkılan binaların ruhsatlı olması yapı denetim mevzuatının boşlukları olduğunu
göstermektedir. Yapı denetim kanunu için yeniden yapılması gereken düzenlemeler
çerçevesinde belirlenebilecek UYGUN bir yöntemle müteahhit veya yapı sahibinin
Yapı Denetim firması ile organik bağının kesilmiş olması ve tarafların
işveren-çalışan pozisyonundan çıkarılması gerekmektedir.
Şu anki mevzuat çerçevesinde
yapı denetim firması denetim için kendisine ödenmesi gereken tutarı her ne
kadar ilgili Belediyeye müteahhit veya yapı sahibi tarafından ödenen miktar
olarak Belediyeden iş tamamlanma süreci ile paralel olmak üzere almakta olsa
da, proje aşamasında müteahhit veya yapı sahibi yapı denetim firmasını kendisi
seçmekte ve bir sonraki işlerini yapabilmek adına yapı denetim firmaları
müşterisi konumundaki yapı sahibi veya müteahhidin yanlış veya eksik
uygulamalarını düzeltmekte zorlanmaktadır.
c) Deprem sonrası öncelikle
ayakta kalmasını istediğimiz Hastane Okul Hükümet Konağı gibi kamu yapılarının
temel sistemine (maliyet düşünülmeden) deprem kuvvetini azaltan ve yapının
depremde salınmasını engelleyen veya az salınım yapmasına olanak sağlayan
deprem sönümleyiciler (izolatörler) konulmalıdır. İlk maliyet yerine deprem
sonrası yapacağı hizmet göz önüne alınarak bu tekniğin fizibilitesi
yapılmalıdır.
d) Deprem konusu açıldığında
öncelikle irdelenmesi gereken kriter olan zemin durumu konusunda Van ve Erciş
olmak üzere bölgenin depremselliği ve diri fayları dikkate alındığında diğer
illere nazaran özellikle Van Gölü ve çevresi başta olmak üzere mikro bölgeleme
haritaları, fay haritaları, jeolojik etütler üzerinde yapılacak çalışmalar
neticesinde 1/100.000 lik ten başlayıp büyüyen ölçekte planlar yapılmalıdır.
e) Belediyelerce yapılan
imar planlarında her ne kadar zemin ve statik açıdan proje uygunluk gösterse de
çok katlı yapılaşma yerine daha az katlı ve bahçeli nizam yapıların ortaya
çıkması plan aşamasında ön görülmeli ve teşvik edilmelidir.
Her ne kadar her zemine her
bina yapılır denilse de, deprem bölgesinde maliyetler ve kullanım amaçları
düşünüldüğünde gereksiz yere gökyüzü ile yarışan binalardan uzak durulmalı ve
ticari kaygıların yerini güvenilir konforlu şehirleşme gayreti almalıdır.
Bölgede yaptığımız
incelemelerde yapıların ruhsat alma aşamasının çok geç sürdüğü ve bu zaman
aralığında yapı sahibinin belediyenin denetimini beklemeksizin hızla binayı
yapmaya devam ettiğini duyduk. Bu durumda yapılan yapının denetim adına hiçbir
kriteri sağlamamasını anlamak zor olmasa gerek.
Projeler uygun olsa dahi
denetim mekanizmasının işlemediği bir bölgede kalfa ve ustanın teknik
becerisine emanet edilen yapılarla karşılaşılmaktadır.
Bu sorunun çözümü için, yapı
sahibinden belediyeye kadar uzanan geniş bir sorumluluk paylaşımı sonucu herkes
üstüne düşen görevi yerine getirmelidir.
f) Köylülerin gerek kendi
gerekse hayvanları için yapacağı yapılarla ilgili olarak yerel yönetimler
köylere destek mahiyetli sistemi ve yapılış yöntemi tip projeler hususunda
destek vermeli, ve bu destek verilirken bölgenin şartları dikkate alınarak
yöresel malzemelerin kullanılmasına ve geleneksel köy hayatına müdahale
edilmemesine özen gösterilmelidir.
g) Afet öncesi
tedbirler kapsamında, her ilin ve ilçenin yerel yönetimleri, afet anında
kullanılmak üzere stoklarında belli sayıda konteynır
bulundurmalıdır. Böylece, Van Depreminde şahit olduğumuz gibi, olumsuz
hava koşullarında vatandaşların yaşadığı barınma ve ısınma sorunlarının
yaşanmasına meydan vermeden, çok hızlı bir şekilde bu ihtiyaç giderilmiş
olur.
h) Yapım sisteminde
betonarme malzemenin yanı sıra, depremde mukavemeti daha yüksek olan çelik
ve ahşap gibi alternatif sistemler de sistemler de kullanılmalıdır
Şehircilik anlayışında yeni
yaklaşımlar..
Van Depremi bir kez daha
gösterdi ki, hem şehirlerimiz hem de halkımız, başta deprem olmak üzere doğal
afetler karşısında son derece hazırlıksız ve savunmasızdır. Her deprem
sonrasında ortaya çıkan enkaz görüntüleri ve ciddi can kayıpları hepimizin
içini sızlatmaktadır. Bu durumu değiştirebilmemiz için, başta devlet olmak
üzere, yerel yönetimlere, mimar ve mühendislere, müteahhitlere ve bütün
vatandaşlarımıza büyük vede ciddi sorumluluklar düşmektedir.
Van depremini bir milat
kabul ederek aktif deprem kuşağında olan yerleşim yerlerinin (başta İstanbul
olmak üzere) depreme hazır hale getirilmesi için gerekli çalışmaların bir an
önce başlatılmasının gereğine inanıyoruz.
Van depreminde yaşanan acı
kayıpları, depreme dayanıklı yeni mekanlar yapmak ve çarpık ve sağlıksız
yapıların kuşattığı şehirlerimizi, insanca yaşayacağımız mekanlara
dönüştürmemize temel teşkil edecek bir fırsata çevirmemiz gerekmektedir.
Van depremiyle ülke
gündemine gelen başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde başlanan ‘’Kentsel
Dönüşüm’’ uygulamalarının sadece deprem odaklı sağlam binalar inşa etmekle
sınırlı tutulup, şehirlerin sosyokültürel ve tarihi dokuları da dikkate
alınmadan ve dikey büyümeyi esas alan anlayışların şehirlerimizde geri dönüşü
olmayan başka bir tahribata yol açacağı aşikardır.
Şehirlerimizi yeniden inşa
ederken, sadece deprem odaklı sağlam binalar inşa etmek noktasında yoğunlaşmak,
çok dar bir perspektiften olaya bakarak niteliksiz, kimliksiz ve gayriinsanî
şehirler ortaya çıkmasına netice verebilir. İnsanları dikey istifleme mantığı,
şehirlerimizi ruhsuz beton bloklarına çevirecektir. Bu yüzden şehirleşme
konusunu çok kapsamlı bir şekilde ele almak ve bütüncül bir şehircilik anlayışı
ortaya koymak gerekmektedir. Şehircilik, çok disiplinli bir alandır. Hem bir
bilim hem de bir kültürdür. Sadece mimarlar, mühendisler ve şehir plancılarına
bırakılmayacak kadar kapsamlı bir kavramdır. Sağlıklı bir şehir yapılanması
için, sosyologları, tarihçileri, çevre bilimcilerini, sivil toplum örgütlerini
ve halkı mutlaka bu sürece dahil etmek gerekir. Kentsel dönüşümü ekonomik rant
odaklı planlamaktan çıkarıp, insan ve çevre odaklı planlamamız gerekir.
İktisadi ve maddi boyutlardan ziyade, inanç, ahlak ve kültürel boyutları ön
planda tutan planları hayata geçirmemiz gerekir.

Van Depremi sonrası Sayın
Başbakanımızın, “Bu tabloları defaatle yaşamaktansa iktidarı kaybetmek çok daha
hayırlıdır” cümlesiyle başlayan kentsel dönüşüm hamlesi, doğru uygulandığında
ülkemiz ve şehirlerimiz açısından çok önemli bir fırsattır. Ancak bu zamana
kadar yapılan kentsel dönüşüm uygulamalarından önemli dersler çıkarılmalı,
yapılan hatalar tekrar edilmemelidir. Son dönemlerde, sağlıksız yapıları
dönüştürmek adına yapılan çalışmalarda, mevcut arsalara verilen emsal
artışlarıyla, rant odaklı yüksek katlı yapılaşmaya olanak sağlanarak, insan
ruhuna ve fıtratına aykırı beton bloklardan oluşan şehir siluetleri ortaya
çıkmıştır. Kat sayısı ve bina yüksekliği arttıkça, kalitenin ve modernitenin
arttığı gibi yanlış bir algıya düşülmektedir. Şehrin kültürüne, iklimine, doğal
şartlarına bakılmaksızın, tüm şehirlerde aynı türden, aynı malzemelerden, aynı
mimaride binalar inşa edilmiş, kentsel ve sosyal doku, hızlı bir şekilde
dönüştürülmüş ve tahrip edilmiştir.
Şehirlerdeki nüfus
yoğunluğu, birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Bu problemleri sadece
afet zamanlarında değil, günlük yaşantımızda da müşahede ediyoruz. Birim
alandaki nüfus yoğunluğu altyapı, ulaşım gibi teknik sorunların yanı sıra,
sosyolojik açıdan da önemli sorunlara yol açmaktadır. Bu sebepten, emsal artışı
vererek nüfusu daha da yoğunlaştırmak yerine, şehri geniş alanlara yayarak, az
katlı ve bahçeli konutlar inşa etmek daha doğru bir yaklaşım olmaktadır.
Her insanın insanca yaşama
hakkı vardır. Ülkemiz 780.000 km2’lik alanıyla her ferdinin insanca
yaşayabileceği evler ve şehirlerin kurulması için yeterli alana sahiptir. Büyük
şehirleri daha da cazip hale getirecek ve nüfusunu artıracak politikalar
yerine, Anadolu’nun her bir köşesini cazip hale getirecek politikalar uygulamak
Devletimizin en önemli öncelikleri arasında yer almalıdır. Çarpık ve depreme
dayanıksız şehirlerimizi dönüştürürken yurdumuzun her bir köşesinde, istihdamı
artırmak, nitelikli, yerel mimariyi yansıtan, kimlik sahibi, insani ölçeklerde
ve insanca yaşayabileceğimiz huzurlu ve emniyetli yeni şehirler kurmak,
dolayısıyla büyük şehirlerimizin yükünü hafifletmek, yoğunluğunu azaltmak ve
yaşam kalitesini yükseltmek, kentsel dönüşümün temel gayesi olmalıdır. Kentsel
dönüşüm adı altında 2–3 katlı gecekonduları yıkıp yerine 40–50 (!) katlı konut
amaçlı kuleler dikmek şehircilik adına işlenebilecek en büyük cinayettir. Bu
mantıkla yapılacak kentsel dönüşüm sadece İstanbul’un değil ülkemizin diğer
bütün büyük şehirlerinin de hızla ‘’insanları istifleyerek yerleştirme’’
mantığıyla gökdelenler ormanına dönüşmesi demek olacaktır. Bunun da gelecek
75–100 yılımızın geri dönüşümsüz ipotek altına alınması demektir.
İmar faaliyetleri sonucunda
belli bir rantın oluşması kaçınılmazdır. Ancak bu rantın, belli arsa sahibi ve
müteahhit yerine, kamuya aktarılması da devletin sosyal adalet anlayışının
tesisi açısından önemlidir.
Bugün başta
büyükşehirlerimiz olmak üzere şehirlerimiz göç, çarpık yapılaşma, trafik vs.
pek çok problemlerle karşı karşıyadır. Şehirlerimizin genel görüntüsü ve
konutlarımız asgari konfor ve standartlardan uzaktır.
Bu açıdan konut ve
şehirleşme meselesi ülkemizin en ciddi meselelerinden biri olarak önümüzdedir.
Kentsel dönüşümü bu bağlamda
düşünüp bir oldu bittiye getirmeden şehirlerimizi ve yaşadığımız mekanlarımızı
güvenli, insani ölçeklerde, huzurlu, güzel ve estetik olarak yeniden inşa etmek
için bir fırsat olarak görmemiz gerekir.