17 Temmuz 2011 Pazar

VATAN TOPRAĞI VERİLİR Mİ ?



Böyle bir soruya herhâlde kimse “evet, verilir” şeklinde bir cevap vermez. Doğrudur da, kendi içerisinde tutarlıdır. “Toprak kanla alınır, kanla verilir”. Hatta “kelle verilir, kal’a verilmez”, hâliyle “vatan toprağı mukaddestir”.
Ama her şey bu kadar değil. Olsaydı, belki çok daha basit olurdu. Ama günümüz millî menfaatlerin korunması için de, geliştirilmesi için de, her ülke ve her coğrafya için de bundan fazlasını gerekiyor.
Yaşadığımız çağdan iki örnek vermek de fayda var;
Japonya’nın başta Kore ve Çin olmak üzere bütün Uzak Doğu Asya’da büyük menfaatleri var. Tarih boyunca Japonya birçok defa kendisi için çok önemli olduğuna ve hatta kendisine ait olduğunu düşündüğü topraklara egemen olmak için askerî yöntemlerle mücâdele etti. Fakat bu çabaları sonuç vermedi. Ama Japonya bugün bütün bu coğrafyada en önemli aktör. Çünkü değişen şartları doğru yorumladı. Bugün Uzak Doğu Asya ekonomisinin Japonya olmadan ayakta kalması uzak bir olasılık.
Japon firmaları bugün ABD’ye kök söktürüyor.
Almanya’nın hayali tarihi boyunca Avrupa’da hâkim olmaktı. Sadece 20. Yüzyıl’da iki defa bunu askerî yöntemlerle denedi. Avrupa’ya hâkim olmak için askerî yöntemlerle mücâdele etti. Ama Almanya da bunda bir sonuca varamadı. Fakat Almanya bugün Avrupa’nın en güçlü ve önemli ülkesi. Çünkü değişen şartları doğru yorumladı. Bugün Almanya olmadan Avrupa Birliği’nin siyasî veya iktisadî anlamda ayakta kalması uzak bir olasılık.
Bugün Almanya Avrupa’da ve Avrasya’da neredeyse rakipsiz.
Almanya da, Japonya da hâkimiyetin “şekille ve elle değil, güç ve etkinlikle olduğunu” gördüler.
Buradan hareketle şu kavramları mercek altına alalım; Misak-ı Millî, Kırmızı Çizgiler ve Kopenhag Ölçütleri…
Türkiye’nin millî menfaatlerinin en kısa ve doğru özeti son dönemde kırmızı çizgiler şeklinde belirdi. Kırmızı Çizgiler özünde Misak-ı Millî ve Türkiye’nin gelecekten beklentileri ile tercih ettiği yönelimlerin sentezi olarak görülmeli.
Misak-ı Milli altı madde içeriyor. Bu maddeler özetle, Türkiye’nin barışın şartlarını ortaya koyuyor.
Altı maddelik bildiri özetle şöyle:
“1- Osmanlı Devleti'nin 30 Ekim 1918 tarihli ateşkes imzaladığı tarihte düşman ordularının işgali altında bulunan Arap memleketlerinin durumunun, halkın serbestçe verecekleri oya göre belirlenmesi gereklidir. Bu ateşkes sınırları içinde Türk ve İslâm çoğunluğu bulunan kısımların tümü, hiç bir şekilde ayrılık kabul etmez bir bütündür.
2- Halkın oyu ile anavatana katılmış olan üç sancakta (Elviye-yi Selase, Kars, Ardahan, Batum) gerekirse halkın oyuna başvurulmasını kabul ederiz.
3- Türkiye barışına bırakılan Batı Trakya’da hukukî durumunun saptanması da halkın tam bir hürlükte verecekleri oya uygun olmalıdır.
4- Hilâfet merkezi ve Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İstanbul Şehri'yle Marmara Denizi'nin güvenliği her türlü zedelenmeden korunmuş olmalıdır. Bu esas kabul edilmek şartıyla Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nın dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda bizimle diğer bütün ilgili devletlerin, birlikte verecekleri karar geçerlidir.
5- İtilâf Devletleri'yle düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan anlaşma esasları dairesinde azınlıkların hakları, komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haktan yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul ve temin edilecektir.
6- Ulusal ve ekonomik gelişmemiz imkan dairesine girmek ve daha ileri ve düzenli bir şekilde iş görmeye başarılı olabilmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanması sebeplerinin temininde bağımsız ve tam bir özgürlüğe sahip olmamız varolma esasıdır. Bu sebeple siyasi, adli, mali gelişmemize engel olan kayıtlara karşıyız. Hissemize düşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esasa aykırı olmayacaktır."
Bu altı ilkeyi Türkiye’yi özgü tabirleri bir kenara bırakıp, tercih ettiğiniz coğrafyaya uygun terimleri ekleyin, karşınıza çıkan tablonun adı “kırmızı çizgilerdir”.
O dönemde henüz “çevrenin istikrarlılaştırılması”, “tarihî coğrafya”, “yakın hariç” ve “ekonomik güvenlik” kavramları bugünkü kadar gelişmemiş olsa da, ilk bakışta sadece “toprak düzenlemesi” gibi görünen ve hemen herkesi sadece “ÖSYM sınavının muhtemel sorusu” olarak ilgilendiren maddeler özünde Türkiye’nin kurulmasında “siyasî ve iktisadî istikrarı” veya yeni bir deyimle “ulusal başarıyı” esas alan bir “yol haritası” olma özelliği taşıyor.
Şimdi gelelim son döneme ve sıkça tartışılan Kırmızı Çizgilere…
Türkiye’nin Irak Savaşı’nın öncesinde deklare ettiği ilkeler şöyle;
“1- Büyük bir göç dalgası meydana gelip, sınırımıza dayanmamalıdır. (Yani etnik huzursuzluğa sebebiyet verilmemelidir. Ayrıca toplumların yasal zeminlerde hak aramasına ve can güvenliğine önem verilmelidir.)
2- Bölgedeki demografik kompozisyonu değiştirilmemelidir. (Başka bir deyişle; Kültürel ve sosyal farklılıklara saygı duyulmalıdır. Bunun gerektirdiği eğitimde, kültürde, inançta ve siyâsette hareket serbestisi korunmalı, “ötekine saygı” ilkesi gözetilmelidir.)
3- Irak’ın siyasî birliği kırılmamalıdır. (Denebilir ki; kurulacak siyasî yapı ve bunun hukukî altyapısı, toplumun veya toplumların bütünleşmesini esas almalı ve hiçbir şekilde ayrımcılığa ve ayrılıkçılığa imkân tanımamalıdır).
4- Herhangi bir grup yeraltı kaynaklarını kendi denetimine almamalıdır. (En önemlisi; toplumun ve onun alt bölümlerin ekonomik güvenliği tesis ve temin edilmelidir)”
Bu dört ilke ruhunu Misak-ı Millî’den alıyor.
Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgiler sadece Türkiye’nin güvenliğini değil, Türkiye’nin ilgili olduğu coğrafyaların ve buralarda Türkiye’ye ihtiyaç duyan toplumların da esenliğini talep ediyor.
Açık toplum, şeffaf yönetim, örgütlü toplum, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve diğer evrensel ilkeler zâten Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgilerin hayata geçirilmeleri ile mümkün.
Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgiler belirli bir “siyasî iklimi” savunuyor ve bu siyasî iklimi Türkiye’de ve Türkiye’nin menfaati olan yerlerde hâkim kılmayı hedefliyor. Tam yerine gelmişken Kopenhag Ölçütlerini bir hatırlayalım;
"Üyelik, aday ülkenin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunması ve saygı görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş olmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle baş etme kapasitesini gerektirmektedir. Üyelik, adayın, siyasî, ekonomik ve parasal birliğe katılım da dahil olmak üzere, üyeliğin getirdiği yükümlülükleri üstlenebileceğini varsayar."



Bu ölçütler ile Misak-ı Millî veya Kırmızı Çizgiler arasında bir fark ve zıtlık yok.
Misak-ı Millî, Kırmızı Çizgiler ve Kopenhag Ölçütleri özünde, “Türkiye’nin ulusal başarısını” bir savaş arabasına benzetirsek, onun önüne koşulu atlar gibi.
Öncelikle Irak için ortaya konan Kırmızı Çizgileri ve Türkiye’nin varlığını mümkün kılan Misak-ı Millî’yi Kıbrıs’a uyarlayın. Sonuçta Türk tarafının inadı ve ısrarı ile Annan Planı’nda sağlanan değişiklikler de her iki belgeye dayanıyor.
Ortaya çıkan çarpıcı sonuç diyor ki;
Kerkük de Kıbrıs da elbette vatandır. Kerkük de Kıbrıs da pek tabii mukaddesattır.
Ama en az o topraklar kadar, o topraklarda yaşayan insanların hakları da kutsaldır. Bu dönemde esas olan vatan olarak görülen topraklarda tercih edilen “siyasî iklimin” hâkimiyetidir.
Irak’ta Kırmızı Çizgiler iflâs etmedi, Irak’ta Kırmızı Çizgilere direnen ABD’nin Kürt katkılı siyâseti iflâs etti. Şâyet ABD’nin Irak politikasında bundan sonra bir değişim olur da, BM ve NATO devreye sokulursa ve Irak’ın idaresinde bütün Iraklılara ve haklarına saygı gösterilirse, bu Kırmızı Çizgilerin zaferidir.
Kıbrıs’ta Türk politikası iflâs etmedi. Kıbrıs’ta Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgilere direnenler iflâs etti. Eğer Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerini inkâr son bulduysa ve gasp edilen bütün haklarının iadesi dünyanın gündeminde ise bu da Kırmızı Çizgilerin zaferidir.
Her iki belge de ve her iki belgenin reddinden gelen iflâs da şunu ortaya koydu;
Gelinen noktada “toprak” esasına dayanan bir fikrin ve fikriyatın hiçbir geçerliliği yoktur. Toprağı değil, ilkelerin etkinliğini ve milletlerin işbirliğini esas alan fikirler geçerlidir.
Milliyetçiliğin temeli millî menfaatlerin teminidir, savunulmasıdır ve millî menfaatlerin temini;” temel belgelerden hareketle süreçleri ve değer yargılarını doğru değerlendirmek ile mümkündür”.
İşte Rumların “ohi” demesi de, EOKA üyelerinin hâlâ titreyen elleri ve takma dişler ile geçit resmi düzenlemesi de, papazların kilisede oturacağına miting meydanlarında ağlaşması da Rumların hâlâ ama hâlâ millî menfaatin ne olduğunu ve gerçek milliyetçiliğin en anlama geldiğini kavrayamamalarından kaynaklanıyor…
Misak-ı Millî Ankara’da büyüyen bir çınar ise, Kırmızı Çizgiler onun Akdeniz’e ve Cezire’ye gölge veren dallarıdır. O dalların verdiği gölge, herkese ve her şeye yeter. Bu arada cezire Arapça’da hem Dicle ve Fırat arası için kullanılır hem de kelime olarak ada anlamındadır.




Hiç yorum yok:

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...