Böyle bir soruya herhâlde
kimse “evet, verilir” şeklinde bir cevap vermez. Doğrudur da, kendi içerisinde
tutarlıdır. “Toprak kanla alınır, kanla verilir”. Hatta “kelle verilir, kal’a
verilmez”, hâliyle “vatan toprağı mukaddestir”.
Ama her şey bu kadar değil.
Olsaydı, belki çok daha basit olurdu. Ama günümüz millî menfaatlerin korunması
için de, geliştirilmesi için de, her ülke ve her coğrafya için de bundan
fazlasını gerekiyor.
Yaşadığımız çağdan iki örnek
vermek de fayda var;
Japonya’nın başta Kore ve Çin
olmak üzere bütün Uzak Doğu Asya’da büyük menfaatleri var. Tarih boyunca
Japonya birçok defa kendisi için çok önemli olduğuna ve hatta kendisine ait
olduğunu düşündüğü topraklara egemen olmak için askerî yöntemlerle mücâdele etti.
Fakat bu çabaları sonuç vermedi. Ama Japonya bugün bütün bu coğrafyada en
önemli aktör. Çünkü değişen şartları doğru yorumladı. Bugün Uzak Doğu Asya
ekonomisinin Japonya olmadan ayakta kalması uzak bir olasılık.
Japon firmaları bugün ABD’ye
kök söktürüyor.
Almanya’nın hayali tarihi
boyunca Avrupa’da hâkim olmaktı. Sadece 20. Yüzyıl’da iki defa bunu askerî
yöntemlerle denedi. Avrupa’ya hâkim olmak için askerî yöntemlerle mücâdele
etti. Ama Almanya da bunda bir sonuca varamadı. Fakat Almanya bugün Avrupa’nın
en güçlü ve önemli ülkesi. Çünkü değişen şartları doğru yorumladı. Bugün
Almanya olmadan Avrupa Birliği’nin siyasî veya iktisadî anlamda ayakta kalması
uzak bir olasılık.
Bugün Almanya Avrupa’da ve
Avrasya’da neredeyse rakipsiz.
Almanya da, Japonya da hâkimiyetin
“şekille ve elle değil, güç ve etkinlikle olduğunu” gördüler.
Buradan hareketle şu
kavramları mercek altına alalım; Misak-ı Millî, Kırmızı Çizgiler ve Kopenhag
Ölçütleri…
Türkiye’nin millî
menfaatlerinin en kısa ve doğru özeti son dönemde kırmızı çizgiler şeklinde
belirdi. Kırmızı Çizgiler özünde Misak-ı Millî ve Türkiye’nin gelecekten
beklentileri ile tercih ettiği yönelimlerin sentezi olarak görülmeli.
Misak-ı Milli altı madde
içeriyor. Bu maddeler özetle, Türkiye’nin barışın şartlarını ortaya koyuyor.
Altı maddelik bildiri özetle
şöyle:
“1- Osmanlı Devleti'nin 30
Ekim 1918 tarihli ateşkes imzaladığı tarihte düşman ordularının işgali altında
bulunan Arap memleketlerinin durumunun, halkın serbestçe verecekleri oya göre
belirlenmesi gereklidir. Bu ateşkes sınırları içinde Türk ve İslâm çoğunluğu
bulunan kısımların tümü, hiç bir şekilde ayrılık kabul etmez bir bütündür.
2- Halkın oyu ile anavatana
katılmış olan üç sancakta (Elviye-yi Selase, Kars, Ardahan, Batum) gerekirse
halkın oyuna başvurulmasını kabul ederiz.
3- Türkiye barışına bırakılan
Batı Trakya’da hukukî durumunun saptanması da halkın tam bir hürlükte
verecekleri oya uygun olmalıdır.
4- Hilâfet merkezi ve Osmanlı
Devleti'nin başkenti olan İstanbul Şehri'yle Marmara Denizi'nin güvenliği her türlü
zedelenmeden korunmuş olmalıdır. Bu esas kabul edilmek şartıyla Çanakkale ve
İstanbul Boğazları'nın dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda bizimle
diğer bütün ilgili devletlerin, birlikte verecekleri karar geçerlidir.
5- İtilâf Devletleri'yle düşmanları
ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan anlaşma esasları dairesinde
azınlıkların hakları, komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haktan
yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul ve temin edilecektir.
6- Ulusal ve ekonomik
gelişmemiz imkan dairesine girmek ve daha ileri ve düzenli bir şekilde iş
görmeye başarılı olabilmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin
sağlanması sebeplerinin temininde bağımsız ve tam bir özgürlüğe sahip olmamız
varolma esasıdır. Bu sebeple siyasi, adli, mali gelişmemize engel olan
kayıtlara karşıyız. Hissemize düşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu
esasa aykırı olmayacaktır."
Bu altı ilkeyi Türkiye’yi
özgü tabirleri bir kenara bırakıp, tercih ettiğiniz coğrafyaya uygun terimleri
ekleyin, karşınıza çıkan tablonun adı “kırmızı çizgilerdir”.
O dönemde henüz “çevrenin
istikrarlılaştırılması”, “tarihî coğrafya”, “yakın hariç” ve “ekonomik
güvenlik” kavramları bugünkü kadar gelişmemiş olsa da, ilk bakışta sadece
“toprak düzenlemesi” gibi görünen ve hemen herkesi sadece “ÖSYM sınavının
muhtemel sorusu” olarak ilgilendiren maddeler özünde Türkiye’nin kurulmasında
“siyasî ve iktisadî istikrarı” veya yeni bir deyimle “ulusal başarıyı” esas
alan bir “yol haritası” olma özelliği taşıyor.
Şimdi gelelim son döneme ve
sıkça tartışılan Kırmızı Çizgilere…
Türkiye’nin Irak Savaşı’nın
öncesinde deklare ettiği ilkeler şöyle;
“1- Büyük bir göç dalgası
meydana gelip, sınırımıza dayanmamalıdır. (Yani etnik huzursuzluğa sebebiyet
verilmemelidir. Ayrıca toplumların yasal zeminlerde hak aramasına ve can
güvenliğine önem verilmelidir.)
2- Bölgedeki demografik
kompozisyonu değiştirilmemelidir. (Başka bir deyişle; Kültürel ve sosyal
farklılıklara saygı duyulmalıdır. Bunun gerektirdiği eğitimde, kültürde,
inançta ve siyâsette hareket serbestisi korunmalı, “ötekine saygı” ilkesi
gözetilmelidir.)
3- Irak’ın siyasî birliği
kırılmamalıdır. (Denebilir ki; kurulacak siyasî yapı ve bunun hukukî altyapısı,
toplumun veya toplumların bütünleşmesini esas almalı ve hiçbir şekilde
ayrımcılığa ve ayrılıkçılığa imkân tanımamalıdır).
4- Herhangi bir grup yeraltı
kaynaklarını kendi denetimine almamalıdır. (En önemlisi; toplumun ve onun alt
bölümlerin ekonomik güvenliği tesis ve temin edilmelidir)”
Bu dört ilke ruhunu Misak-ı
Millî’den alıyor.
Misak-ı Millî ve Kırmızı
Çizgiler sadece Türkiye’nin güvenliğini değil, Türkiye’nin ilgili olduğu
coğrafyaların ve buralarda Türkiye’ye ihtiyaç duyan toplumların da esenliğini
talep ediyor.
Açık toplum, şeffaf yönetim,
örgütlü toplum, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve diğer evrensel ilkeler
zâten Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgilerin hayata geçirilmeleri ile mümkün.
Misak-ı Millî ve Kırmızı
Çizgiler belirli bir “siyasî iklimi” savunuyor ve bu siyasî iklimi Türkiye’de
ve Türkiye’nin menfaati olan yerlerde hâkim kılmayı hedefliyor. Tam yerine
gelmişken Kopenhag Ölçütlerini bir hatırlayalım;
"Üyelik, aday ülkenin
demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunması ve
saygı görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş
olmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve
piyasa güçleriyle baş etme kapasitesini gerektirmektedir. Üyelik, adayın,
siyasî, ekonomik ve parasal birliğe katılım da dahil olmak üzere, üyeliğin
getirdiği yükümlülükleri üstlenebileceğini varsayar."
Bu ölçütler ile Misak-ı Millî
veya Kırmızı Çizgiler arasında bir fark ve zıtlık yok.
Misak-ı Millî, Kırmızı
Çizgiler ve Kopenhag Ölçütleri özünde, “Türkiye’nin ulusal başarısını” bir
savaş arabasına benzetirsek, onun önüne koşulu atlar gibi.
Öncelikle Irak için ortaya
konan Kırmızı Çizgileri ve Türkiye’nin varlığını mümkün kılan Misak-ı Millî’yi
Kıbrıs’a uyarlayın. Sonuçta Türk tarafının inadı ve ısrarı ile Annan Planı’nda
sağlanan değişiklikler de her iki belgeye dayanıyor.
Ortaya çıkan çarpıcı sonuç
diyor ki;
Kerkük de Kıbrıs da elbette
vatandır. Kerkük de Kıbrıs da pek tabii mukaddesattır.
Ama en az o topraklar kadar,
o topraklarda yaşayan insanların hakları da kutsaldır. Bu dönemde esas olan
vatan olarak görülen topraklarda tercih edilen “siyasî iklimin” hâkimiyetidir.
Irak’ta Kırmızı Çizgiler
iflâs etmedi, Irak’ta Kırmızı Çizgilere direnen ABD’nin Kürt katkılı siyâseti
iflâs etti. Şâyet ABD’nin Irak politikasında bundan sonra bir değişim olur da,
BM ve NATO devreye sokulursa ve Irak’ın idaresinde bütün Iraklılara ve
haklarına saygı gösterilirse, bu Kırmızı Çizgilerin zaferidir.
Kıbrıs’ta Türk politikası
iflâs etmedi. Kıbrıs’ta Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgilere direnenler iflâs
etti. Eğer Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerini inkâr son bulduysa ve gasp edilen bütün
haklarının iadesi dünyanın gündeminde ise bu da Kırmızı Çizgilerin zaferidir.
Her iki belge de ve her iki
belgenin reddinden gelen iflâs da şunu ortaya koydu;
Gelinen noktada “toprak”
esasına dayanan bir fikrin ve fikriyatın hiçbir geçerliliği yoktur. Toprağı
değil, ilkelerin etkinliğini ve milletlerin işbirliğini esas alan fikirler
geçerlidir.
Milliyetçiliğin temeli millî
menfaatlerin teminidir, savunulmasıdır ve millî menfaatlerin temini;” temel
belgelerden hareketle süreçleri ve değer yargılarını doğru değerlendirmek ile
mümkündür”.
İşte Rumların “ohi” demesi
de, EOKA üyelerinin hâlâ titreyen elleri ve takma dişler ile geçit resmi
düzenlemesi de, papazların kilisede oturacağına miting meydanlarında ağlaşması
da Rumların hâlâ ama hâlâ millî menfaatin ne olduğunu ve gerçek milliyetçiliğin
en anlama geldiğini kavrayamamalarından kaynaklanıyor…
Misak-ı Millî Ankara’da
büyüyen bir çınar ise, Kırmızı Çizgiler onun Akdeniz’e ve Cezire’ye gölge veren
dallarıdır. O dalların verdiği gölge, herkese ve her şeye yeter. Bu arada
cezire Arapça’da hem Dicle ve Fırat arası için kullanılır hem de kelime olarak
ada anlamındadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder