30 Haziran 2011 Perşembe

AİHM: Komutan 'oda hapsi' veremez

AİHM: Komutan 'oda hapsi' veremez



AİHM'den, askerde keyfi oda hapsine ihlal kararı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye'den yapılan bir şikayet başvurusunda, askerlik hizmeti sırasında, sadece bir komutanın keyfi emriyle oda hapsi cezası verilmesinin insan hakları ihlali teşkil ettiğine hükmetti.

Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesini ihlal ettiği görüşüne varan AİHM'nin gerekçeli kararında, "askerlik hizmeti sırasındaki hapis cezalarının ve bunlara itirazların, yetkili ve bağımsız yargı organları tarafından verilebileceği" yorumunu yaptı.

Türkiye, AİHM kararı gereği, 1981 doğumlu Ersin Pulatlı isimli vatandaşa, mahkeme masrafları da içinde olmak üzere 9500 euro ödeyecek.

Pulatlı, 2007 yılında Diyarbakır'da askerliğini yaparken, birliğini izinsiz terk ettiği gerekçesiyle komutanı olan bir yüzbaşı tarafından askeri yasalara göre 7 gün oda hapsine çarptırılmasını gerekçe göstererek, AİHM'ye başvurmuştu.

Pulatlı, bu tür bir cezanın, bir komutan tarafından değil, yetkili ve bağımsız bir yargı organı tarafından verilmemesi dolayısıyla ihlal yapıldığını görüşünü savunmuştu.

Ey Türk askeri, birinci vazifen haklarını öğrenmektir


İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 5. maddesi "Hiç kimse işkenceye ya da acımasız, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ya da muameleye uğratılamaz" ifadesiyle çıtayı sadece siviller için belirlemiyor. Bir süredir, aynı İnsan Haklarının askerler için de geçerli olduğu fikriyle hareket eden bir oluşum var.

Askerlikte bu tür insan hakları ihlali teşkil edebilecek uygulamaların olmayacağı, veya bazısının başına hiç gelmeyeceği gibi geçerliliği kendinden menkul iddialara sapmayalım hemen. Zorunlu askerlik hizmetini yapmakta olanlardan bizzat dinleyeceğimiz kişisel hikayeler ne tür hak ihlalleriyle karşı karşıya kalındığını anlamak için yeterli olacaktır. Eğer çevremizden henüz duymadıysak http://www.askerleranlatiyor.blogspot.com/ sitesindeki kişisel hikayelere şöyle bir göz gezdirmemiz yeterli olacaktır.

Başlıcaları sistematik dayak, din ve vicdan özgürlüğünün zedelenmesi, gerekli sağlık hizmetlerinden yoksun olma gibi ihlaller. Kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla genelde sineye çekilen bu haksızlıklarla mücadele etmenin bir yolu da http://www.askerhaklari.com/ sitesinden ulaşabileceğiniz sistem.

Site üzerinden, hak ihlali oluşturan durumla ilgili şikayette bulunulabiliyor (https://spreadsheets.google.com/spreadsheet/viewform?formkey=dHlmRnpkZ3lfaFpMbDNIT3VoSmJhVFE6MQ ). Bu şikayet kişi için bir dilekçe haline getiriliyor ve Meclis İnsan Hakları Komisyon'una ulaşıyor. Ya da, askerhaklari@gmail.com adresine gönderilen bir e-posta ile şikayet iletildiğinde aynı şekilde bu bir dilekçe olarak komisyona gönderiliyor.

Böylece şikayet askeri hiyerarşi sistemi içerisinde ele alınmaktansa, sivil bir kurum üzerinden hemen işleme alınmış oluyor. Başvurunun takibi de sivil bir gözlemci tarafından sonuna kadar yapılıyor. Şikayetin hukuksal bir zemini olup olmadığı ortaya çıkmış oluyor. Bu da bundan sonraki sürece ışık tutuyor. Bu şekilde tüm hak ihlallerine dair şikayetlerin bir sivil merkezde toplanmış olması, hem genel olarak sağlıklı sayısal veriler elde edilmesini olanaklı kılıyor, hem de çözümün gündelik ve geçici değil, sistematik bir biçimde temin edilmesini imkanlı kılıyor.

Kısacası bu sistem sadece, zorunlu askerlikteki hak ihlallerine dair genel bir tablo sunmakla kalmıyor. Hem her bir ihlal için ivedilikle çözüme ulaşmayı mümkün kılıyor. Hem sayısız genç için koşulların iyileştirilmesi anlamına gelecek bir denetim mekanizması kuruyor.

Savaştan dönen askerin ruh hali

Savaştan dönen askerin ruh hali


Amerikalılar, Vietnam Savaşı’nda yaşadıkları travmayı, bugün yeniden yaşıyor. Savaştan dönen askerler Vietnam Sendromu nedeniyle sivil hayatta askeri üniformalarını giyip, silahlarını kapıp şiddet saçıyor, öldürüyorlar. NTVMSNBC, Türkiye’de de Güneydoğu’da çatışmalara katılan asker ve polisler arasında ortaya çıkan bu sendromu, uzmanlarla konuştu. Amerika’da Afganistan ve Irak’tan dönen askerlerde ortaya çıkan bu ruhsal problemi tedavi eden askeri hastanenin Psikiyatri Kliniği Şefi Dr. John Grove ve Sosyolog Prof. Nilüfer Narlı hastalığın nedenlerini ve sonuçlarını değerlendirdiler.

Vietnam savaşı, askerlerin, savaştan döndüklerinde sivil hayata ayak uyduramaması ve ağır psikolojik sorunlar yaşaması nedeniyle ortaya çıkan ruh hastalığına adını vermişti. Literatürdeki adı Travma Sonrası Stress Bozukluğu ya da Post Travmatik Stress Bozukluğu olan bu hastalık, aslında trafik kazası, yangın, deprem gibi her türlü ani ve korkunç durumun ardından yaşanıyordu. Ancak Vietnam’dan sonra askerler arasında o kadar çok ortaya çıktı ki, Vietnam Sendromu olarak adlandırıldı. Bugün, Afganistan ve Irak savaşından dönen Amerikalı askerler arasında da yine aynı psikolojik durum ağır bir şekilde yaşanıyor.

Ülkenin en büyük iki gazetesi New York Times ve Washington Post, geçen haftalarda, bu durumun vahim boyutlara ulaştığının çarpıcı örneklerini yayınladılar ve Amerikan halkını şoke ettiler. Adını Vietnam Sendromu olarak değil de, Post Travmatik Stress Bozukluğu olarak ifade etseler de, sonuç aynıydı; Afganistan ve Irak savaşından dönen askerler, bu ruhsal sorunu yaşıyor ve şiddet saçıyorlar, hatta “katil” oluyorlardı.




AMERİKALI GAZİLERİ TEDAVİ EDEN PSİKİYATR ANLATIYOR

NTVMSNBC, ABD’de bu hastalığın tesbit edildiği eski askerleri tedavi eden askeri hastanenin Psikiyatri Kliniği Şefi Dr. John Grove’a sordu. Grove, “Post Travmatik Stress Bozukluğu” (PTSB) yaşayan bu eski askerlerin sürekli alarm halinde yaşadığını anlattı. Grove’un verdiği bilgiye göre, sürekli tedirgin ve çaresizler. İş bulamayacakları korkusuyla çoğu sorunlarını açıklamıyor. Oysa tedavilerine başlanabilse bile bu sorunları uzun bir süre yaşayacaklar. Rahatsızlıklarını saklayanların yüzde 80’i de madde bağımlısı.

Savaşan kadınlarda ise erkekler gibi sert görünme gayreti yüzünden daha çok cinsel travma yaşandığını anlatan Grove “Orduda bireysellik ezilip grup kimliği öne çıkarıldığından, ordudan ayrılınca özgüven probleminin sıkça yaşandığını, bunun da kişinin çevresiyle kurduğu sosyal ilişkilerden cinselliğine, kariyerine kadar, tüm düzenini bozduğunu” söylüyor.

PROF. NARLI’DAN SAVAŞAN BİR ASKERİN DUYGULARI

Bahçeşehir Üniversitesi’nden Sosyolog Prof.Dr. Nilüfer Narlı, NTVMSNBC’nin soruları üzerine, ‘savaş sendromu’nu değerlendirirken, kişisel notlarından, eski bir askerin şu sözlerini aktardı: “Savaşta çok insan öldürdüm, yaraladım. Şimdi sivil hayata döndüm. Fakat içimde öldürme duygusu var. Bunu yenmek için ava çıkıyorum.”

Ruhsal sorunları daha çok alt gelir grubundakilerin yaşadığını anlatan Narlı, ABD için bu durumu değerlendirirken, ABD’de alt gelir grubundakilerin, burs alıp üniversite okuma hedefiyle askere gittiğini, ama hayallerini gerçekleştiremediğini söyledi. Balkanlar ya da Afrika’da iç savaşa katılanların, mülteci olarak gittikleri ülkelerde tecavüz başta olmak üzere çeşitli suçlar işlediklerini söyleyen Narlı’ya göre, ABD kamuoyu, açık bir toplum olması nedeniyle, Vietnam’da olduğu gibi, Irak savaşının travmasını da konuşarak, filmler yapıp dünyayla paylaşarak atlatacak. Tüm dünyada ilgiyle izlenen, Vietnam’a ilişkin “Doğumgünü 4 Temmuz”, “Taksi Şoförü”, “Rambo” gibi ünlü filmlerin, ABD’de yaraların sarılmasına katkısı olduğu biliniyor.





TÜRKİYE’DE YAŞANANLARA İLİŞKİN ARAŞTIRMA AZ

Genellikle asker kökenli olan araştırmacıların yaptığı az sayıdaki araştırma, Türkiye’de de, Güneydoğu’da görev yapan asker ve polisler arasında, “normal” hayata döndüklerinde bu sendromun yaşandığını ortaya koyuyor. Tespit edilenler tedavi ediliyor; ancak yetkililer pekçoğunun, işinden olacağı korkusuyla rahatsızlığını bildirmediğini belirtiyor. Asker ve polisler arasında “intihar etti” ya da “cinnet geçirdi” şeklinde duyurulan vakaların, aslında bu rahatsızlıktan kaynaklandığı vurgulanıyor.

İkisi asker kökenli üç psikiyatrist tarafından gerçekleştirilen ve 1995 yılında Nöropsikiyatri Arşivi dergisinde yayımlanan araştırma, Türkiye’de bu konuda yapılan ender çalışmalardan biri. Mehmet Z. Sungur, B. Akın Sürmeli, Ahmet Özçubukçuoğlu’nun “Güneydoğu’da Görev Yapan Askeri Popülasyonda Görülen Travma Sonrası Stress Bozukluğu Üzerine Bir Çalışma” başlıklı araştırması 1992’den önceki son üç yılda, Güneydoğu’da görev yapan askerlerde “Travma Sonrası Stress Bozukluğu”nun görülme sıklığının üç kat arttığını gösteriyor.

GATA’da yine aynı yıl yapılan bir başka araştırma ise, Doktor Yüzbaşı Ulvi Reha Yılmaz’ın “Çatışma bölgesinde görev yapan ve GATA Psikiyatri Anabilim Dalı’na başvuran askeri personelde, silahlı çatışmaya katılacak olmanın stresi ile silahlı çatışmaya katılmış olmanın psikopatolojik etkilerinin araştırılması ve çatışma sonrası psikolojik durumun incelenmesi” başlıklı uzmanlık tezi.

Yılmaz’ın 1995 yılında gerçekleştirdiği bu çalışmanın önemli sonuçlarından biri, Doğu ve Güneydoğu’da görev yapan askerlerde TSBB belirtilerine yüzde 27.8 oranında rastlanmış olması. Diğer ilginç bir saptama ise psikolojik bozuklukların, bölgede çatışmaya katılan askerlerden çok, çatışmaya katılmamış askerler arasında görülmesi. Dr. Yılmaz bu durumu “Çatışmaya katılmamış askerlerde, çatışma stresinin şiddetinden çok, bekleme ve belirsizliğin ruhsal belirtileri arttırdığı belirlenmiştir” diye açıklıyor

Yılda Ortalama 40 Jandarma İntihar Ediyor

Yılda Ortalama 40 Jandarma İntihar Ediyor


Jandarma Komutanlığı verilerine göre, son 10 yılda toplam 401 jandarma personeli intihar etti. 2009'da bu rakam 30 oldu. Komutanlık "Rehberlik danışma merkezleri kurduk, stresle başa çıkma eğitimi veriyoruz, intihar risk tespit modeli kullanıyoruz" dedi.

Jandarma Genel Komutanlığı'nın verilerine göre, 2000-2009 döneminde toplam 401 jandarma personeli intihar etti.

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Iğdır Milletvekili Pervin Buldan'ın soru önergesi üzerine, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a gönderilen belgelere göre, intihar vakalarının yıllara göre dağılımı şöyle:

2000: 66
2001: 42
2002: 50
2003: 31
2004: 37
2005: 34
2006: 33
2007: 38
2008: 40
2009: 30

Buna göre, intihar vakalarının son on yıldaki aritmetik ortalaması 40.

Verilerde, intihar eden jandarmaların nüfusa kayıtlı oldukları iller de yer alıyor. Buna göre, Adana (17), Ağrı (11), Ankara (13), Erzurum (13), Gaziantep (14), İstanbul (13), Kayseri (14), Konya (16), Manisa (11), Samsun (10), Şanlıurfa (10) nüfus kütüklerine göre en çok jandarma intiharı yaşanan köken iller.

Bu verilere göre, kütüğü Amasya, Bilecik, Kütahya, Rize, Tekirdağ, Bayburt ve Yalova'ya kayıtlı olan jandarma personeli arasında intihar eden yok.

Jandarma: Danışmanlık merkezi kurduk

Jandarma Genel Komutanlığı, intiharları önlemek için Rehberlik ve Danışma Merkezleri, aile iletişim merkezi ve alo mehmetçik hattı kurduklarını da bildirdi. Bunun için üniversite ve hastanelerdeki psikologlardan, üniversitelerin psikoloji veya psikolojik danışmanlık bölümünden mezun askerlerden yararlanıldığını da söyleyen Jandarma Genel Komutanlığı, askerler için "iletişim", "stres ve stresle başa çıkma yolları", "öfke ve öfke kontrol yöntemleri" eğitimleri gerçekleştirildiğini, intihar riski taşıyan er ve erbaşların belirlenmesi için "intihar risk tespit modeli" kullanıldığını aktardı.

28 Haziran 2011 Salı

En İyi Tatil Yerleri Mutlaka Görülmesi Gereken Yerler

En İyi Tatil Yerleri Mutlaka Görülmesi Gereken Yerler
İstanbul Ağva




Ağva, istanbul’un şile ilçesine bağlı bir beldedir. istanbul’a uzaklığı 97 kilometredir ve bir tatil beldesidir. Yeşilçay ve Göksu’nun Karadeniz’e döküldükleri yerde oluşan küçük bir delta üzerine kuruludur. Zaten Ağva, “iki dere arası” demektir.
Son yıllarda adından sıkça söz edilen ağva istanbulda eşine zor rastlanır bir güzellikte.

istanbul’ un tatil beldesi şile!
şile, istanbul iline bağlı bir ilçedir. Marmara Bölgesi’nin kuzey doğusunda, Karadeniz kıyısındadır. Doğuda Kandıra, güneydoğuda Derince, güneyde Pendik ve Gebze, güneybatıda ümraniye ve batıda Beykoz ilçeleriyle çevrilidir. Yunanca bir kelime olan şilenin anlamı yaban çiçeğidir. şile adını bir bitki türü olan mercanköşkten alır.



Abant
Deniz seviyesinden 1327 m yükseklikte, volkanik patlamalar sonucu oluşmuş, etrafı dağlarla ve çam ormanlarıyla çevriyli bir kenar gölü ve etrafındaki doğal parkurlar ile ünlü tatil yöresi.




Safranbolu
Anadolu’nun kuzeybatı kesiminde tarihi evleri ile ünlü Safranbolu bir iyon prensesi tarafından kurulmuştur. Kent ve çevresinde tarih boyunca Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok uygarlık yaşamıştır. Safranbolu tarihi ipek yolunun Kastamonu-Gerede-Istanbul kesimi üzerinde önemli bir konaklama merkeziydi. Sahip olduğu mirasın zenginliği yanında, bu mirası çevresel dokusu içinde korumaktaki başarısından dolayı Safranbolu 1994 yılı sonunda UNESCO tarafından “Dünya Miras Listesi”ne dahil edilmiş ve bir dünya kenti haline gelmiştir.




Kapadokya
Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin bütünleştiği bir yerdir. Coğrafi olaylar Peribacaları’nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. insan yerleşimlerinin Paleolitik döneme kadar uzandığı Kapadokya’nın yazılı tarihi Hititlerle başlar. Tarih boyunca ticaret kolonilerini barındıran ve ülkeler arasında ticari ve sosyal bir köprü kuran Kapadokya, ipek Yolu’nun da önemli kavşaklarından biridir.




Pamukkale
Pamukkale; beyazlığıyla ünlü eşsiz güzellikteki travertenleri ve AntikHierapolis Kentinin sahip olduğu tarihi değerleri ile UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır. Dünyanın 8 harikası olarak nitelendirilenPamukkale; pamuksu görünümü ile eşsiz bir seyir zevki sunar. Türkiye’ninBatısındaki Denizli’de bulunan, eşi ve benzeri olmayan travertenleri, antik tiyatrosu, antik havuzu, termal su kaynakları, Hz. isa’nın 12 havarisinden olan St.Philippe’in mezarının bulunduğu haç merkezi olan anıtsal yapısı, Anadolu’nun en görkemli nekropolü, antik şehrin yıkılmasına sebep olan deprem izleri, Apollon tapınağı, görkemli çeşmeleri ile ziyaretçileri bekleyen gizemli ve muhteşem Pamukkale.




Polonezköy
Polonezköy – Adampol … Bir taşra atmosferinde yemek yemek, trafik kargaşasından uzak bir yürüyüş yapmak istiyorsanız, istanbul Beykoz ilçesinin bu şirin beldesi Polonezköy’de birkaç saat geçirebilirsiniz. Türkiye’de Polonyalıların yaşadığı bu köy, sosyolojik ve coğrafi açıdan, ilk duyuşta insana biraz çarpıcı geliyor. işte burası istanbul’un en güzel sürprizlerinden biridir.



Dalyan
Dalyan, deniz kenarında değil, ama hem denizi, hem de gölleri var…
Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden Kaunos Antik Kenti burada…
Kayalara oyulan kral mezarlarının en görkemlileri de Dalyan’da…
Dalyan’ın her tarafından şifalı kaplıca suları fışkırıyor. Padişahlara bile hizmet etmiş Sultaniye Kaplıcaları da Dalyan’ın hemen dibinde… ustin Hoffman, Sting gibi ünlüleri de konuk eden çamur banyoları da Dalyan’da… Labirenti andıran kanallarda doyumsuz tekne gezileri de, doğayla baş başa koylarda deniz keyfi de Dalyan’da…Balık sever misiniz? Levreğin, çipuranın, mavrinin, mırmırın hatta kefalin en lezzetlisini Dalyan’da yersiniz…Dünya’nın ilgisini çeken caretta-caretta kaplumbağaları da Nisandan Eylüle kadar Dalyan’ın konuğu olur…Nil kaplumbağaları ise sürekli Dalyan kanallarında yaşar…Kuş gözlemcisi misiniz? Dalyan deltası tam aradığınız yer…Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan pek çok kuşu burada görebilirsiniz…
Daha neler neler…




Kerpe
Tarihte Kalpe olarak anılan Kerpe, istanbul’dan üç kürek günü mesafede gösterilir, “öküz boynuzu biçiminde tarif edilirmiş. italya’dan yola çıkan denizciler Trabzon’a getirdikleri çeşitli eşyaları, Rusya’dan veya ipek Yolu’yla gelip Kandıra’dan geçen tüccarlar hep aynı noktada mallarının değiş tokuşlarını Trabzon’da yaparlarmış. Bu güzergah üzerinde denizciler, denizin uygun olmayan durumlarında Karadeniz’deki tek doğal liman olan Kerpe’ye sığınırlarmış. Karadeniz’in batıya bakan bu tek koyu deniz fırtınalı da olsa dalgasız koy korunaklı bir liman olarak kullanılırmış. Açık deniz özelliği görünmeyen koyun, zemini kum, derinliği 50 metre boyunca diz hizasını geçmeyince günümüzde çocukların bile emniyetle yüzecekleri eşi bulunmaz bir plaj konumuna geçmiş. Geçtiğimiz yıl yapılan altyapı çalışmaları bitirilmiş, Kerpe’deki foseptik sistemi kaldırılıp kanalizasyon döşenerek arıtma sistemi hizmete sokulmuş ve denizin tertemiz olması sağlanmış. Kerpe şimdi “Mavi Bayrak” peşinde.




Datça
Datça, Muğla’nın Akdeniz kıyısında yer alan küçük ve şirin bir kasabasıdır. Datça’ya dağların ve şelalelerin arasından kıvrılarak uzanan bir yoldan çam, zeytin, badem ve narenciye ağaçlarının eşsiz güzelliği ve mis kokuları arasından geçerek varırsınız.
Marmaris’ten 67 km. mesafededir, Datça doğanın bozulmadığı, cennetten bir yer olup, stres ve üzüntüden uzak bir yaşam isteyenler için, ideal bir yerdir. Datça dünyada oksijeni en yüksek yerlerin içinde ikinci gelmektedir…



Akçakoca
Yılın dört mevsiminde bir başka güzelliğin hakim olduğu Akçakoca’da gezilip görülecek cezb edici yerler olduğu gibi yapılabilecek birçok aktivitelerde vardır. Ayrıca bölgenin ekonomik ürünü taze fındığı ve fındık mamullerini, bölgeye özel meşhur dağ çileğini ve reçelini, böğürtlenini, nefis kestane balını tadıp satın alabilirsiniz



Fethiye
Fethiye çoğumuza ölüdeniz’i hatırlatır. Dünyanın en ünlü ve en güzel harikalarından biri olan ölüdeniz’in, muhteşem lagünün turkuvaz mavisi suları için, miller boyu seyahat etmeye değer. Kristal kadar saf olan ölüdeniz’in suları o kadar temizdir ki, eğer tuz atılacak olursa, evde içtiğiniz su kadar temizdir. ölüdeniz iki bölümden oluşur: Birinci bölüm koydan lagüne uzanan Belcekız ya da Belceğiz bölümüdür. Bu bölüm ölüdeniz’in dalgalı bölümüdür. ikinci bölüm içerisinde lagünün bulunduğu gerçek ölüdeniz bölümüdür. Bu bölüm sakin ve sığ olan bölümdür.



Assos
Bir kadeh şarap elinizde, masmavi deniz ayaklarınızın altında ve muhteşem balık tadı damağınızda… Bunu, Assos yolculuğunuzun sadece küçük bir parçası olarak hayal edin. Bir de gezdiğiniz yerleri, göreceğiniz tarihi, modern yaşamın kaosundan uzak sessiz geçireceğiniz günleri ve unutamayacağınız bir tatili düşünün.




Marmaris
Uzun kıyı şeridi, birçok koyu, doğal limanı, antik kentleri, doğa güzellikleri etrafını saran sık ve yüksek çam ormanları, tarihin her devrini gözler önüne seren muhteşem kalıntılar ve kültürlerin izlerini bulabileceğiniz Marmaris tarih ve kültür mirası, muhteşem doğası ile Türk ve Dünya Turizm merkezlerinin en önde gelen turizm cenneti…



Adrasan
Eğer yorucu ve uzun mesailelerle dolu iş hayatına, bu yetmiyormuş gibi şehrin patırtısına ve gürültüsüne artık dayanamıyor ve tatilinizde sessizlik ile el değmemiş doğayı arıyorsanız Adrasan sizin için biçilmiş kaftan.Güneşin teninizi okşadığı , kuş seslerinin eksik olmadığı bu cennette görebileceğiniz azami kalabalık ; sabah denizinin tadını çıkaran birkaç tatilciden ibaret. Sırtını çam ağaçlarıyla kaplı Bey Dağlarına vermiş , 2 kilometrelik kumsalı ile yüzünü Akdeniz’in mavisine dönmüş bu şirin belde ; Antalyanın Kumluca ilçesine bağlı bir belediye.


26 Haziran 2011 Pazar

Âlem nedir ? Âlemin tanımı nedir ? Kaç tane âlem var ?


Âlem nedir ? Âlemin tanımı nedir ? Kaç tane âlem var ?
Kâinat, mahlûkât, mevcûdat, mümkinât mâsivâ, felek, yaratılmışların tümü, kısacası Cenâb-ı Allah’ın dışında kalan ve yeryüzü ile gökyüzündeki maddî, manevî bütün eşya ve varlıklar. Kâinat, bütün yaratılmışlar, havadis, evrende var olan her şey âlemi oluşturmaktadır. Kâinattaki bütün varlıkların her bir türü de ayrı bir âlem oluşturmaktadır. Cinler âlemi, ins âlemi, ruhlar âlemi, hayvanlar âlemi, melekler âlemi… gibi. Bu saydığımız âlemlerin her biri de kendi arasında bir çok âlem ve türe ayrılmaktadırlar. Bütün bunlar yani kâinat, kendisinden başka bir varlığın mevcut olduğuna tanıktır. Bunlar Allah’ın varlığının en büyük delili ve alâmeti olduğundan dolayı âlem adını almıştır.
Kur’an “Âlemlerin Rabbi” derken, kâinattaki bütün varlıklar ve sınıflar olan “Âlemîn’i kasdetmektedir. Âlem kelimesi genellikle Kur’an-ı Kerim’de çoğul olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında İslâm, dünya ve ahiret âlemleri olarak da iki ayrı âlemden söz etmektedir. Dünya ve ahiret âlemleri içinde bulunan bütün varlıklar o âlemi oluşturmakta; hepsi
birden ise kâinatı meydana getirmektedir. Bunların da yaratıcısı Allah’tır. Dünya ve ahiret âlemleri ele alındığında kelime itibariyle yakın manasına gelen dünya önce; sonra anlamına gelen ahiret ise, sonra yaşanacak bir âlemdir. Dünya âleminin diğer adı “Fâni” yani “geçici âlem”; ahiretin diğer adı ise “bâkî âlem”dir. Bu iki âlem yalan âlem (dünya) ve gerçek âlem (ahiret) şeklinde kullanıldığı gibi, mükellefiyet ve sorumluluk dünyası ceza ve mükâfaat âlemi şeklinde de ifade edilmektedir. Dolayısıyla dünya ilk âlem, ahiret de son âlem oluyor.
Cenâb-ı Hakk A’râf suresinde; “Şüphesiz Rabbiniz yeri, göğü altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmedendir. O, gece ile onu durmadan takip eden gündüzü bürür. Emrine âmade olan güneş, ay ve yıldızları da yaratmıştır. İyi biliniz ki yaratmak ve (insanlara) emretmek yalnız ona özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir. ” (A’raf, 7/54)
buyurarak kâinatın, âlemin nasıl yaratıldığını, bunun yönetiminin kimin elinde, hükmetme hakkının kimde olduğunu bildirerek âlemin ikiye ayrıldığını, bunlardan birinin ‘Emir âlemi’, diğerinin ‘Halk (yaratma) âlemi’ olduğunu ifade buyurmaktadır.
Emir âlemine, ğayb, melekût, ceberût rûhânî, nûrânî, ulvî ve manevî âlem adı verildiği gibi, halk âlemine de şehâdet, mülk, zulmânî, cismânî, maddî ve süflî âlem her iki âlem birlikte ve aynı anda mevcut bulunmaktadır. Emir âlemi rûhânî ve mânevî alem denilmektedir. Emir ve halk alemleri yaratıldıktan sonra içiçe olmuş insanın bu iki âlemdeki ilişkileri de birbirleriyle sürekli münasebet halinde bulunmuştur. Şu halde halk âlemi maddî ve cismânîdir. Bunun için aynı zaman ve mekân içinde birlikte bulunmaları mümkün olmaktadır. Aynen ruh ile bedenin birlikte bulundukları gibi. Emir, yani ruhânî âlem zaman ve mekâna gerek duymamaktadır. Mutasavvıfların üzerinde durdukları âlem budur. Onlar rûhânî âleme sâlih amel, ilhâm, aşk ve keşf ile nüfuz etmeye çalışmaktadırlar. Mutasavvıflar birçok hususta ‘felsefe’nin etkisinde oldukları için âleme bakışları da felsefi ekollerin görüşlerini yansıtır. Alem hakkındaki görüşleri daha çok Yeni Eflâtuncuların görüşüne benzemektedir. Bunun için âlemdeki beş mertebeden söz ederek bunlara “Hazarât-ı Hamse” adını verirler. onlara göre âlemin beş ayrı mertebesi vardır:

1-Ulûhiyyet Mertebesi. 2-Ruhlar mertebesi (Emir âlemi), 3-Misâl âlemi, 4-Cisim âlemi, 5-İnsan-ı Kâmil (olgun insan).
İslâm mutasavvıf ve düşünürleri bu çerçeve içinde meseleyi değerlendirirken beş ayrı kanaat ileri sürmüşlerdir:
1-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en iyisidir. Bundan daha güzelinin yaratılması mümkün değildir. Buna “mutlak iyimserlik” denir.
2-Bu âlem var olması imkân dahilinde olan âlemlerin en kötüsüdür. Ebû A’lâ el-Maarri’nin savunduğu bu görüşe de “mutlak kötümserlik” denir.
3-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat iyilik daha çoktur. Onun içinde buna “nisbî iyimserlik” adı verilmiştir.
4-Bu âlemde iyilik ve kötülük bir arada mevcuttur. Fakat kötülük iyiliğe nazaran çok daha fazladır. Buna da “izâfî karamsarlık” denir.
5-Bu, çözülmesi asla mümkün olmayan bir problemdir. Onun için insanlar bu hususta görüş belirtemezler. Dolayısıyla çekimser kalınıp “bu konuda tavakkuf etmek gerekir”, denilmektedir.
Filozofların âlem hakkındaki görüşlerine gelince; Yunan filozofları bu meseleyi çözmek için çok uğramışlardır. Yunan filozoflarının âlem hakkındaki görüşlerine İslâm filozofları da çok büyük önem vermişlerdir. Aristo bu kâinatın ezelî olduğuna inanıyordu. Ona göre, bu âlemin şekil itibariyle değil de asıl maddesi ezeli idi. Bunun aslî maddesi önceden
mevcut olup Allah buna sonradan şimdiki şeklini vermiştir. Bu yaratmadan sonra da âlem kendi kendini yönetmiştir.
Eflâtun ise meseleye daha değişik bakmıştır. Ona göre biri ideler, diğeri gölgeler âlemi olmak üzere iki âlem var olup, bunlar birbirlerine bağlıdır. Duyu organlarımızla algıladığımız madde âlemi ideler âleminin bir gölgesidir. Dolayısıyla bu maddî âlemin varlığı ideler âlemine bağlıdır.
İslâm filozofları ise, eski Yunan felsefesini, İslâm’ın kâinat hakkındaki ahenk anlayışı ile mezc ederek İslâm’a sokmuşlardır. Buna bağlı olarak, Kâinatın ezelî olduğu inancını taşıdıklarından dolayı İmam Gazzâlî ve İbn Teymiyye gibi Ehl-i Sünnet çizgisini koruyan âlim ve düşünürler filozofları tekfir etmişlerdir. Farabî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozoflar akıl âlemi, nefis âlemi ve tabiat âlemi gibi üç ayrı âlemden söz etmektedirler. Bunlara karşı İslâm’ın saf ve gerçek akîdesini korumağa çalışan İmam Gazzâlî ise, Mülk âlemi, Melekût âlemi ve Ceberût âlemi diye üç âlemi kabul etmiştir.
Âlem-i A’lâ: En yüce âlem demek olup kâinatı yaratan Rabbü’l-âlemînin Rubûbiyet âlemidir.
Âlem-i Berzâh: Berzah, iki şey arasına giren engel, iki nesneyi birbirinden ayıran şey demektir. Dünya ile ahiret arasına girdiği için ölüm ânından kıyamete, insanların tekrar dirilmelerine kadar geçecek olan zamana da Berzah denilmiştir.
İslâmî bir terim olarak âlemi berzah ise insanların ölüm anından itibaren ruhlarının gittiği ve kıyamete kadar geçici olarak bulunduğu yere denir. (Ö.N. Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 247). Bu, ahiret hayatının ilk merhalesidir.
Ölümle beden hayâtiyetini kaybeder. Fakat ruh ölmez. Ruh bedeni terkedince daha üstün bir âlem olan âlem-i berzaha intikâl eder. Kıyamette, insanların tekrar diriltilmesine kadar orada kalır.
İnsan ruhunun üç safhası vardır:
a-Dünyada bedenimizdeki durumu,
b-Öldükten sonra âlem-i berzahdaki durumu,
c-Ahirette tekrar dirilme ile başlayan durumu.
Dünyada ruhumuz bedenimizle beraberdir. Mutluluk ve mutsuzluğu, keder ve sevinci ruhumuz bedenimizle beraber tadar. Ahirette, tekrar dirilince de durum böyle olacaktır.
Âlem-i berzah’da ise azap ve nîmeti tadan sadece ruhtur. Gerçi insan bu dünyada yaptığı iyi veya kötü amelinin karşılığını ahirette tekrar dirildikten sonra görecektir. Ama berzah âleminde de bunu az veya çok tadacaktır. Kur’an-ı Kerîm’in bildirdiğine göre âlem-i berzah’da Firavun ve yandaşları gibi kâfirler azap görecekler (el-Mü’min, 40/45-46), güzel amel işleyen müminler ise Allah’ın mükâfat ve nîmetine mazhar olacaklardır. (Âli İmran, 3/169-171).
Ruhun âlem-i berzahdaki durumu insanın uyku hâline benzetilebilir. İnsanın uyku hâli nasıl ki yaşayışla ölüm arasında başka bir âlemdir; bunun gibi âlem-i berzah da dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında ve fakat tamamen değişik bir âlemdir.
Âlem-i Ceberût: Tasavvuf; bir terim olarak Ceberût; cebir ve zorlama demektir. İlâhî kudret ve iradenin etkili
olduğu âleme ceberût âlemi adı verilmiştir. Burada insan veya başka hiç bir ‘mahlûk’un güç ve iradesi etkili değildir. Kelime olarak İbrânice’de kudret anlamına gelen “Geburah” kelimesinden geldiği bilinmektedir. Ceberut âlemi; mülk âlemi ile Melekût âlemi arasında kabul edilmektedir. Yani orta âlem olan Ceberût âlemi, üstte olan Lâhût âlemi ile altta olan Melekût âleminin ortasıdır. (Cürcanî, Kitabu’t-Ta’rîfât, Ceberût mad.) Bu da Eflâtun’un ideler âleminin
aynısıdır.
Başka bir tarife göre ise, Ceberût Âlemi Allah’ın takdîrinin yâni ‘kaza’sının bulunduğu yerdir.
Âlem-i Emr: Maddî olmayan, akıl ve hisle kavranmayan âlemdir. Âlem-i Emr ile Âlem-i Halk’ın üstündeki her şey akla ve hisse kapalıdır. Ruh ve Melekler bu âleme dahildir. Buna Âlem-i Ğayb ve Âlem-i Melekût adı da verilmektedir.
Âlem-i Ervâh: Ruhlar âlemi demek olup insan ruhlarının beden vasıtasıyla dünya hayatına kavuşmadan ve öldükten sonra bulundukları yere verilen isimdir. Dünyaya gelip insanın bedenine giren ruh daima bu aslî vatanını özlemektedir. Bu ayrılık döneminde yani dünyada insan bedeninde bulunurken garîb sayılır. Burada yaratılmış bulunan ruhlar, hem kendilerini hem de diğer ruhları tanırlar.
Âlem-i Esmâ’ ve Sıfat: Cenâb-ı Allah’ın isim ve sıfatlarının oluşturduğu âleme verilen isimdir
Âlem-i Halk: Mahlûkât yani yaratılmışlar âlemidir. Âlem-i Emr’in karşıtı olan Âlem-i Halk; madde, eşya ve a’yan âlemidir. Burada sebep-sonuç ilişkisi geçerli olup her şey akıl ve duyu organlarıyla bilinebilir. Âlem-i Halk, Alem-i Emr’e bağlıdır. Çeşitli sebep ve hikmetlere binâen tedricî bir şekilde yaratılmıştır. Buna aynı zamanda Âlem-i Mülk veya Âlem-i şehâdet de denilmektedir.


Âlem-i Kübra: En büyük âlem anlamında olup buna Âlem-i Ekber adı da verilmektedir. Âlem-i Suğrâ’nın aksi olarak görülen Âlem-i Kübrâ’ya dış görünüşe göre kâinat denmektedir. Buna göre Âlem-i Suğra da insanın kendisidir. Bunun için felsefe ve tasavvufta bu iki âlem şöyle ifade edilir: “Âlem büyük bir insandır. İnsan ise küçük bir âlemdir.” Bu da insan yapısı ile kâinat arasındaki benzerlikten kaynaklanmaktadır. Zîra insan maddî bir vücûda, duyan bir ruha ve düşünen bir akla sahiptir. İnsanı kuşatan kâinat da bu üç âlemden ibarettir.
Âlem-i Melekût: Tasavvufi bir tabir olup, Âlem-i Mülk ile Âlem-i Ceberûttan sonraki âlemdir. Buna ‘Ğayb Âlemi’ adı da verilir. Mana ve ruh âlemidir. İslâm filozof ve mutasavvıflarına göre Melekût âlemi duyularla algılanan kâinatın dışında kalan, yalnız düşüncede yaşayan ve görünmeyen varlıkların bulunduğu âlemdir.
Âlem-i Misâl: Ruhlar âlemi ile cisim âlemi arasında bulunan bir geçiş âlemidir. Bunun diğer adı ‘Alem-i Berzah’tır.
Âlem-i Mülk: Âlem-i Halk olarak da bilinen Âlem-i Mülk dünyanın kendisidir. Buna Âlem-i Şehâdet de denilmektedir.
Âlem-i Suğra: En küçük âlem demektir. Bu da insanın kendisidir. Âlem-i Kübrâ’nın karşılığı olarak kabul edilir. İnsan küçük âlem; âlem ise, büyük insandır. İnsan ile kâinat arasında ilişki kuranlar kâinatta var olan her şeyin bir benzerinin insanda da var olduğunu kabul etmişlerdir. Bu da bir felsefe ve tasavvuf tabiridir.

VAN’IN SARAY İLÇESİ KIRSALINDA ÇATIŞMA BİR ASKER ŞEHİT DÜŞTÜ



VAN’IN SARAY İLÇESİ KIRSALINDA ÇATIŞMA BİR ASKER ŞEHİT DÜŞTÜ
26 Haziran 2011 Pazar 21:39
Van'ın Saray İlçesi kırsalında, askeri araca, pusu kuran terörestlerce askeri araca düzenlenen silahlı saldırıda 1 asker şehit oldu, 3 asker yaralandı.
Bugün saat 21.00 sıralarında Saray ilçesine bağlı Örenburç Köyü yakınlarında bulunan piyade birliğine ait askeri araç, seyir halindeyken pusuya düşürüldü. Teröristlerce otomatik silahlarla açılan ateş sonucu 1 asker şehit oldu, 3 asker yaralandı.
Olay, akşam saatlerinde ilçenin Örenburç köyü yakınlarında meydana geldi. Alınan bilgiye göre, bölgede devriye görevi yapan askeri birliğe teröristler tarafından ateş açıldı.

Ateşe hemen karşılık verildi. Çıkan çatışmada 1 asker şehit oldu, 3 asker yaralandı. Yaralı askerler, Van il merkezine sevk edildi. Terörist grup kaçarken, bölgede geniş çaplı operasyon başlatıldı.

Yaralı askerler helikopterle Van Asker Hastanesi'ne getirilerek tedravi altına alındı. Saldırıdan sonra kaçan teröristlerin etkisiz hale getirilmesi için bölgede geniş çaplı operasyon başlatıldı

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...