AKP’nin fikir ve strateji mutfağındaki önemli isimlerinden
Grup Başkanvekili Mahir Ünal, siyaset, dış politika ve PKK konusunda çarpıcı
açıklamalar yaptı.
AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, milletvekili olur
olmaz grup başkanvekili oldu. AK Parti'nin kamuoyu önüne çıkardığı yeni bir
isim, ama partideki geçmişi eskiye dayanıyor. Başbakan Erdoğan ile 2007 seçim
kampanyası sunumu sırasında tanışmışlar. Ondan önce Erol Olçak'ın daveti ile
2004 seçim kampanyasında görev almış. 2002 seçim kampanyası hariç, AK Parti'nin
bütün seçim kampanyalarında fikir ve strateji mutfağındaki bir isim. Yüksek
lisansını ve doktorasını sosyoloji alanında yapmış. Artık, Meclis Genel
Kurulu'nda partisini temsil ediyor. Milletvekili olur olmaz grup başkanvekili
olunca, Meclis'in üç aylık tatil süresini anayasa ve içtüzük çalışarak
geçirmiş. Genel kurulda onu şimdilik en çok terleten konu içtüzük
tartışmalarıymış, "İçtüzük konusunda biraz daha çalışmam gerekiyor"
diyebilecek kadar mütevazı. Türkiye meselelerine vakıf, yeni anayasa sürecini
demokratikleşmenin kalbi olarak görüyor. "Yeni Türkiye"de siyasete
ilgi duyanların adını çok sık duyacağı ve takip edeceği bir isim olacak gibi.
Vesayet altındaki siyasete alışanlar değişimi anlamıyor
AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Türkiye'deki en büyük domokrasi
sorunun muhalefetin ülkeyi okuma biçimi olduğunu söyledi. Ünal, "Vesayet
altında kalmış cılız siyasete alışanlar, millet iradesini yansıtan sorun çözücü
yeni siyaseti otoriterleşme zannediyor" dedi.
* "Demokratikleşme" denilerek, Türkiye
otoriterliğe mi götürülüyor?
Son 10 yılda, 2002'te, 2004'te, 2007'de, 2009'da, 2011'de seçimler, 2010
referandum yapıldı. Yaklaşık 2 yılda bir seçime girmiş, her seçimden de oyunu
artırarak çıkmış bir siyasi parti var. Burada otoriterlikten ziyade millete
verilen sözleri yerine getirme gayreti var. Sorun iktidarın gücünde değil,
muhalefetin çok zayıf olmasında ve ülkeyi okuma biçiminde.
GÜÇLÜ SİYASET MİLLET İRADESİ
* Seçimlerden çıkan güç mü "otoriterlik" olarak nitelendiriliyor?
Seçimle işbaşına gelen, kaderini milletin kaderiyle birleştirmiş güçlü bir
siyasi irade var, yani bu güçlü siyasi iradenin meşruiyetinin dayandığı yere
bakılmalı. Bu güçlü siyasi irade tek adam diktatoryasına mı, yoksa millet
iradesine mi dayanıyor? 10 yıllık süreç bize gösteriyor ki, güçlü siyasi irade
millet iradesine dayanıyor.
* Başbakan'ın güçlü siyasi kimliği sebebiyle mi bu algılar
oluşuyor?
AK Parti siyasetinin güçlü bir liderliği var, bu liderlik yol arkadaşlarıyla
istişare ederek siyasetini yürütüyor, yaptığı herşeyin hesabını da millete
veriyor. Recep Tayyip Erdoğan liderliği Türkiye için de bölge için de bir şans.
Güçlü bir siyasi marka. Kendisini kanıtlamış, çizgisi, hatları, amacı, ideali
belli olan bir liderlik. Türkiye'yi demokratikleştirmek, hukuksuzluğu ortadan
kaldırmak üzere verilen bir mücadelenin hikayesi. Öbür tarafta ise iktidarını
kaybetmiş, kaybettiği iktidarı yeniden kazanmak için mücadele eden, eski
Türkiye'de kalmış, eski Türkiye'nin paradigması ile Türkiye'yi okumaya çalışan
bir muhalefet var. Eski alışkanlıkları depreşiyor. Vesayet altında kalmış cılız
siyasete alışanlar, millet iradesini güçlü şekilde yansıtan sorun çözücü yeni
siyaseti otoriterleşme zannediyor.
TÜRKİYE'DE DEVAMLILIK VAR
* Sizin "Yeni Türkiye" diye tarif ettiğiniz 2. Cumhuriyet mi?
Hayır. Bunu bir "2. Cumhuriyet" olarak nitelendiremeyiz. Biz,
Türkiye'yi "Yeni Türkiye" diye tanımlarken, yeni ve eski Türkiye'yi
bir kesinti üzerinden algılamıyoruz, bir devamlılık, bir gelişim üzerinden
tanımlıyoruz. İmparatorluklar çağının sona ermesiyle birlikte, genç
Cumhuriyet'in kurucu iradesinin ortaya koyduğu açık bir demokrasi ideali var
zaten, hatta demokrasi ideali Cumhuriyet'in kuruluşundan önceye dayanıyor.
Cumhuriyet kendisini bu hasılanın üzerine bina ediyor.
* Kemalizm'le demokratikleşme ideali sanki rafa kaldırılmış.
Cumhuriyet'in fikri içeriği Recep Peker ve arkadaşları
tarafından oluşturuldu. Atatürk masa başı doktrin adamı değil, dinamik bir
lider. Bu içerik onun için yazılabilir ve değiştirilebilir bir şey, o daha çok
değişimi ve sonuçlarını anlamakla ilgileniyor. Bu sonuçlara bakarak yeni
kararlar veriyor. Bir değişimi yönetiyor. Recep Peker, Almanya ve İtalya'yı
model olarak görür. Peker, Atatürk'e sunduğu 27 sayfalık raporda faşist bir yönetim
modeli önerir, Atatürk "Ben diktatör değilim" diye reddeder. Nitekim
1936'da da Peker ve İsmet İnönü'yü tasfiye eder. Daha liberal olan Celal Bayar
ve ekibi iş başına gelir. Maalesef 1938'de Atatürk'ün ölümüyle eski ekip tekrar
iş başına gelir, 1946'ya kadar Cumhuriyet'i şekillendirir. Peker, CHP'nin Genel
Sekreteri ve bir Mussolini, Hitler hayranı. Bugün Kemalizm dediğimiz yapı,
Peker ve arkadaşlarının oluşturduğu bir zihinsel içeriktir. O dönemde Peker'e
Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiği söylendiğinde "Zigana Dağı'nın
tepesine portakal dikilmez" diyebilmiştir.
ANLAYIŞ SORUNU
* Cumhuriyet'i Recep Peker tasallutundan kurtarıp, aslına mı rücu
ettiriyorsunuz?
İnsanların nasıl giyineceğine, inanacığına, düşüneceğine,
aydın olacağına, yaşayacağına karar veren bir modernleşme anlayışı
sorunludur. Bunca darbe ve baskılara rağmen sürdürülemez olduğu
görülmüştür.
* Başbakan, CHP'de İttihat Terakki zihniyeti olduğunu
söylüyor.
"Küçük olsun benim olsun", "Güzel olan benim olandır",
"Benim yönetebildiğim meşrudur, benim yönetemediğim her şey
gayrimeşrudur" diyen bir zihniyet söz konusu. 12 Eylül
referandumundan sonra 11 bin hakim ve savcının seçtiği, bağımsız bir HSYK
oluştu. Ama, bu yargı, onlar için etkili olamadıkları, yönetemedikleri bir
yargıysa meşru bir yargı değildir. Bu her kurum için geçerli. CHP kendisini
Cumhuriyet'in, bu ülkenin sahibi ve efendisi olarak görüyor. Bu bakış, CHP'nin
kendi hedef kitlesini dönüştürme sorumluluğunu yerine getirmesini de
engellemiştir. CHP, 2011 seçim beyannamesinde, "Cumhuriyet'i CHP kurmuş ve
egemenliği millete vermiştir" ifadesini kullanacak kadar da hâlâ meselenin
dışında.
Bin yıllık adam etme süreci
* 1960 darbesi, bir bakıma Kemalizm'i kurumsallaştırıyor.
1924 Anayasası'nda yer alan"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir"
ifadesi, 1960 darbesinden sonra, 1961 Anayasası ile içerik değiştiriyor.
Egemenlik, millet adına kullanılmak üzere anayasal kurumlara tevdi ediliyor.
Askeri vesayet yılları başlıyor. 1960 ve 12 Eylül darbelerinin, 12 Mart
muhtırasının temel özelliği şudur: Askerler gelir, siyaseti dizayn eder,
siyasi aktörleri belirler, sınırları çizer, adam eder, dövülmesi gerekenleri
döver, sonra kışlalarına çekilirler.
* 28 Şubat'ı dahil etmediniz.
28 Şubat bütün darbelerin dışında, farklı bir özellik gösterir. Siyasete değil,
bizzat milletin kendisine karşı yapılmıştır. Her seferinde müdahale eden,
siyaseti ve siyasi aktörleri düzenleyen, vesayetinin altındakileri terbiye eden
anlayış kendince bunların adam olmadığını görmüş ve "bin yıl da sürse sizi
adam edeceğim" dediği bir süreci başlatmıştır.
* Bin yıl sürecek mi?
Toplumsal değişimin önünde hiçbir şey duramaz. Her yanlış kendi ölümünü yaşar.
Türkiye, 28 Şubat sürecinden sonra yaşadığı büyük ekonomik krizle birlikte
ciddi bir sistem krizine girdi. Millet, bu sistem krizinin çaresi ve çözümü
olarak AK Parti'yi gördü. AK Parti'nin burada çok önemli işlevi ve misyonu var.
* Nedir o misyon?
AK Parti, biriken öfkeyi, tepkiyi, kızgınlığı, haksızlık duygusunu çok güçlü
bir şekilde almış, yönetmiş, dönüştürmüş ve çevrede biriken negatif enerjiyi
sağlıklı bir şekilde sistemle entegre etmiştir.
* AK Parti Ankaralılaştı eleştirileri yöneltiliyor ama.
AK Parti siyaset üzerindeki her türlü vesayete son vermiştir.
AK Parti geleneği sistem dışına itilme gayretine rağmen, demokrasi ve hukuk
zemininde mücadelesini vermiş, sistem içinde kalmış, sistemi dönüştürmüştür.
Milletin egemenliğinin cari olduğu bir sonucu ortaya çıkarmıştır. Artık,
Türkiye'de o kastettikleri Ankara yok ki, onların söylediği mânâda AK Parti
Ankaralılaşsın.
PKK KENDİ JİTEM'İNİ ÜRETTİ
* Terörle mücadelede özgürlükler güvenliğe feda mı ediliyor?
Türkiye'nin demokrasi açığını kapatması, eksikliklerini gidermesi ayrı bir
konu. Bölgedeki her bir insanımızın güvenliği, sahip olması gereken haklar ve
özgürlük bizim için mukaddestir, ama devlet şiddetin ve terörün bir çözüm aracı
olarak görülmesini kabul edemez. Silahı, şiddeti bir çözüm yöntemi olarak
gören, devlet içinde bir kimlik üzerinden yeniden bir ulus inşa etmeye, bunu da
4 ayrı ülkede halklar birliği üzerinden gerçekleştirmeye çalışan bir yapıya
sessiz kalamayız.
* Yani bu sorun sadece Türkiye'nin sorunu değil mi?
KCK aslında Türkiye'nin yanı sıra Suriye'yi, İran'ı ve Irak'ı da kapsıyor.Üzerinde
durulması gereken ilginç bir konu var. Suriye'de Kürt kimliğinde olan insanlar
vatandaş bile kabul edilmiyorlar. İran'da başlarına gelenleri biliyoruz.
Irak'ta ise 10 bin kilometre öteden desteklerle ayakta durmaya çalışan bir yapı
söz konusu. Buralarda hak ve özgürlükleri, demokrasiyi bırakın yaşama hakları
bile yok, ama örgüt buraları lojistik merkez olarak kullanıyor, kendisine savaş
alanı olarak ise Türkiye'yi seçiyor.Demokratikleşmenin, hak ve özgürlüklerin en
yaygın olduğu Türkiye'yi kendisine bir savaş alanı olarak seçmiş. Suriye'de,
Irak'ta sesini çıkarmayan, İran'da kediye dönen örgüt Türkiye'de savaşıyor.
Belli ki Türkiye'de verdiği mücadele bir hak ve özgürlük mücadelesi değil.
* Ne mücadelesi veriyor Türkiye'de?
Başka hesaplarla, uluslararası nitelikte bir taşeronluk yapıyor. Bölgenin
üzerine bir kara basan gibi çöküp, insanların siyasi iradesini vesayet altına
alan, insanların nasıl düşüneceğine, neye inanacağına kadar müdahil olan, her
belediye başkanının başına bir komiser diken bir örgüt var. JİTEM'den
bahsediliyor, JİTEM Türkiye'de 90'larda kaldı, ama şimdi örgüt kendi
JİTEM'lerini üretti.
SORUNSUZ DIŞ POLİTİKA OLMAZ
* Dış politikada sıkıntılı bir süreç yaşanıyor, "sıfır sorun"
denilirken, sorunlar büyüdü mü?
Dış politikada her an sorun vardır, çünkü dinamik bir süreçtir dış politika.
Biz "sıfır sorun"la çözüm odaklı bir yaklaşımı ifade ediyoruz,
sorunsuzluğu değil. Türkiye'nin 2002'de dış politikası Kıbrıs'tan
ibaretti. Türkiye etki alanını genişlettikçe birilerinin etki alanı daralıyor.
Mısır, Tunus, Libya üzerinde hesabı olan ülkelerin hesaplarını bozan bir
Türkiye var. Sarkozy'nin bu kadar agresifleşmesinin temel sebeplerinden
birisi de, Türkiye'nin özellikle Kuzey Afrika'da etkisini artırmış olması.