29 Şubat 2012 Çarşamba

AVRUPA’NIN GELECEĞİNDE BİZ DE OLACAĞIZ




Avrupa’da biz her zaman vardık. Avrupa’nın tarihi ile bizim tarihimiz birçok defa kesişti. Toplumların ve milletlerin yolları daîma birbirine çok yakındı. Avrupa’da ve Avrupa için imzalanan çoğu barış anlaşmasında, savaşta da, biz vardık. Müziğinde de, mutfağında da. Lisânında da, masallarında da.
O nedenle üzerinde tartışılması gereken konu “Avrupa’nın geleceğinde Türkiye’nin yerinin bulunup bulunmadığı” değil, “Türkiye’nin Avrupa’nın geleceğinde ne kadar yer tutacağı”...
Bu sorunun yanıtı ise muhakkak, “Türkiye’nin geleceğinde Avrupa’nın ne kadar yer tutacağı” ile ilgili...
Avrupa Birliği bugünlerde tarihinin belki de en zor, en belirsiz, en karışık dönemlerinden birini yaşıyor. Avrupa Birliği etkileri bir yandan 2004 Mayıs'ında birliğe üye olacak yeni 10 üyeyi nasıl içlerine sindirebileceklerini düşünürlerken diğer yandan da bu yeni 10 üyeden biri olan Polonya'yı nasıl dizginleyebileceklerini tartışıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda Brüksel'de yapılan Avrupa Birliği zirvesinde birliğin nüfuslar açısından daha büyük devletlerin alınacak kararlarda daha çok oy hakkına sahip olması istenmişti. İspanya ve özellikle Polonya buna karşı çıkınca işler karıştı.
Hazırlanmakta olan Avrupa Birliği anayasası tehlikeye girdi. Kendini birliğe yeni üye olacak 10 devletin lideri gibi gören Polonya'nın Başbakanı sinirlenip toplantıyı, zirveyi terkedince de her şey bir anda kilitlendi. Şimdi herkes bu tıkanıklığın nasıl aşılabileceğini tartışıyor. Tabii Avrupa Birliği içindeki bütün bu gelişmeler Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecini de etkileyebilecek.
İki yıldır üzerinde çalışılan Avrupa Birliği anayasası konusunda bir türlü tam bir uzlaşma sağlanamıyor. Avrupa Birliği devletleri 2004 Mayıs'ında birliğe yeni katılacak 10 üye nedeniyle oy hakkı meselesini yeniden düzenlemek istiyorlar ama başarılı olamıyorlar. Görüşmeler şu anda tıkanmış durumda.
Avrupa Birliği hayatî önem taşıyan anayasa konusunda görüş birliğini sağlayamıyor. Daha kötüsü anayasa konusu bütün üyeler için bir koz hâline gelirken, bütün diğer konularda uzlaşmanın ve uzlaşmamanın anahtarı hâlini alıyor.
Şâyet anayasanın “bir arada yaşamın temel belgesi“ olduğu da düşünülürse, anayasada uzlaşamama bir ortaklığın kurulamayacağının da işâreti olarak kabûl edilebilir.
Bilhassa kendi anayasasını Avrupa Birliği'ne dayatmakla suçlanan Almanya, Avrupa idealinin sadece Almanya’nın çıkarlarını kovalayabilmek için dönemin şartlarına uygun ürettiği bir formül olduğunu savunanların sayısı artıyor.
Bununla beraber Almanya bugün, Avrupa Birliği'nin hamisi olduğu dönemde yaşadığını, 1980'li yıllara damgasını vuran, ekonomideki büyük sıçrayışını bugün sürdüremiyor. Almanya’nın iktisadî kriz yaşadığı gerçeği bir yana, Avrupalı birçok devletin de, Avrupa Birliği üyeliğinden dolayı, kendisini görülebilir gelecekte “Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir eyâleti“ ve daha önemisi “trans-atlantik gerginlikte kaybedecek kutbun bir parçası“ olarak görmek istemiyor.
Büyük tartışmalara ve uyumsuzluklara yol açan anayasa, Avrupa Birliği içn çok önemli. Çünkü Avrupa Birliği’nin müktesebatı ve ortak politikaları birçok üye devlet için “arzu ettiği derecede“ uyduğu bir gerçek. Üye sayısının artışı ve üyeler arasındaki gizli hiyerarşi, Birlik’in her üyeye eşit yaklaşmasını engellediği gibi, üyelerin Birlik’e bakış açısını da değiştiriyor.
Avrupa, anayasa tartışmaları ile biraz daha kendi içine kapandı. Öteden beri dünyanın geriye kalanının çok da farkında olmadan yaşayan Avrupalılar şimdi de anayasa tartışmasına boğuldular.
Ama bu defaki durum, dünyada yaşananlara karşı sürdürülen genel kayıtsızlığın ötesine geçti. Çünkü AB üyesi bir ülkenin vatandaşı, hem dünyanın hem de Avrupa’nın kalanında olanları önemsemezken, Avrupa Birliği’nin önemine inananlar ve “tek Avrupa’yı“ savunanlar, ulusal kimliğin üzerine çıkan bu yeni uluslarüstü kimlik ile, üye ülkelerin uyruğunda olanları da daha az önemsemeye başladılar. Bunun örnekleri giderek artıyor.
Özünde anayasa tartışmaları ve çatışmaları Avrupa’da ulusal kimlikler ile uluslarüstü kimlik arasındaki öncelik ve diğerine dominans mücâdelesinden kaynaklanıyor. Ama sorun orada da bitmiyor.
Bir örnekle açıklamak gerekirse, örneğin “Danimarkalı olmak“ ile “Avrupalı olmak“ arasındaki mücâdeleyi hangisi kazanırsa kazansın, sonuçta kazanan kimliğin yaşayacağı yeni bir çatışma var; “tek Avrupa’ya inanan Avrupalı“ mı, yoksa “sadece refah bölgesi Avrupa’ya inanan Avrupalı“ mı?
Bu tartışma başlamış olsa da, henüz şiddetli değil. Ama anayasa tartışmaları bir şekilde sona erer ve Avrupa Anayasası oluşursa, bu iki temel yaklaşım kutupları belirlemeye başlayacak. Büyük bir olasılıkla yaşanacak kutuplaşmanın galibini de en baştan beri varolan ulusal kimlikler belirleyecek.
Avrupa’nın geleceği ve Türkiye’nin geleceğini birbirinden ayırmak mümkün değil. Zâten gerekmiyor da. Ama anayasa tartışmalarının izleyeceği seyir, ortaya çıkarabileceği komplikasyonlar ve daha önemlisi anayasanın hükümleri bunu doğrudan etkileyebilir.
Avrupa’nın anayasası, sadece üye devletler arasında birbirine karşı ortak duyuş ve duruşu değil, aynı zamanda dışarıya karşıda birlik olmayı gerektirecek.
Çünkü Avrupa Anayasası büyük devletlerin gözetiminde ve onların çıkarlarına öncelik vererek hazırlanacak. O noktada Türkiye bütün şartları ve daha fazlasını yerine getirse bile, anayasanın Türkiye’nin kimliği ve hedefleri ile uyumsuzluğa düşmesi hâlinde, Avrupa şunu söyleyebilir;
“Siz söz verdiğiniz adımları attınız. Ancak bu anayasayı kabûl ediyor musunuz?“...
Avrupa’nın anayasası bizim için kabûl edilemez bir anayasa olursa, giremeyiz. Bunda da herhalde kimsenin şüphesi yok. Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin üyesi değil, üye adayı olduğu düşünülürse, o zaman bizim bu noktada anayasa çalışmalarına doğrudan bir dahlimiz de mümkün değil.
Bu arada Avrupa Birliği bilerek veya bilmeyerek önemli bir rota değişikliği yaşamaya başladı. Bundan birkaç yıl öncesine bakıldığında Avrupa ekonomisi, demokrasisi ve yaşam standartları bakımından “standart“ bir coğrafya anlamına geliyordu. Avrupa’nın standartlarının esas olacağı düşünülen bölgede, bugün böyle bir durum yok. Mayıs 2004’ten sonra ise hiç olmayacak.
Yeni bir Avrupa meydana geliyor ve “Yeni Avrupa’nın“ değerleri de, sistemi de; ne mevcut ile ne de tasarlanan ile örtüşmüyor.
Bu arada Avrupa Birliği’nin temel eğilimine dikkat edildiğinde, sınırlarını genişletmekteki isteğinin, sınırları içerisinde olan bütün ülkelerin “Almanya gibi“ veya “Fransa gibi“ olması için bulunmadığı görülüyor...
Hatta Avrupa’nın geleceği tartışmaları öyle bir noktaya gelebilir ki, Türkiye’nin tam üyeliği konusu, bütün bir tartışmanın içerisinde gözden yiter. Ama yine Avrupa’nın geleceğinde olacağız. Çünkü Avrupa Avrupa Birliğinden daha büyük bir toprak ve daha fazla nüfus. Kaldı ki “Eski Avrupa’nın Yeni Avrupa’yı doğurduğu şu dönemde biraz ağırdan almak da belki daha iyi”...

"PKK İnfazları Açığa Çıkarılsın"



Terör ve darbelerin aynı merkezden hazırlandığını belirten Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü, PKK’nın infazlarının açığa çıkarılması için çağrıda bulundu.
Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü, terör örgütü PKK’nın infazlarının açığa çıkarılması için çaba gösterilmesini, sorumlularının yargılanması için imkan sağlanmasını istedi.Son 30 yılda 40 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan terör örgütü PKK, çok sayıda kurucu ve yöneticisini infaz etti.
Terör örgütü, çeşitli tarihlerde toplam 25 üst düzey mensubunu, sadece 1987 yılında ise 67 militanını çeşitli gerekçelerle öldürdü. PKK’nın infazlarının, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ denilerek görmezden gelindiğini vurgulayan İbrahim Güçlü, şöyle devam etti:“PKK, infazlarının açığa çıkması için çaba gösterilmeli, sorumluları saptanmalı, onların yargılanması için olanak sağlanmalıdır. Öcalan yargılandığı zaman ve hakkındaki iddianame de incelendiği zaman, Öcalan’ın, PKK tarafından öldürülen askerler, güvenlik görevlilerinden dolayı yargılandığı görülecektir. Öcalan PKK içindeki ve dışındaki binlerce Kürt’ü infaz ettiklerinden açıkça bahsetmesine ve itiraf etmesine; bununla devlet için yararlı iş yaptıklarını açıklamasına rağmen, Kürt yurtseverlerinin infazlarıyla ilgili yargılanması yoluna gidilmemiştir. PKK tarafından infaz edilen Kürtlerin, devletin ortak ve aynı merkezli infazları olduğu anlayışından hareket edilmiştir.”
Türkiye’nin 40 yılık yakın tarihine bakılırsa çok tehlikeli gelişmelerle karşı karşıya olunduğunun tespit edilebileceğini ifade eden Güçlü, Türkiye’de terörün bir merkez tarafından idare edildiği; darbelerin de aynı merkez tarafından hazırlandıklarının kolaylıkla saptanacağını belirtti.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Orduevlerinde Kışla Emekçisine Yer Yok



Bu tesisler, ordunun yükünü taşıyan kışla emekçisi genç subayların ve astsubayların leylek oldukları bir sofrada, tilkilerin ağız anatomilerine göre tanzim edilmiş tabaklar gibidir.
Taraf'tan Namık Çınar, TSK'nın sosyal tesislerine getirilen düzenlemeyi değerlendirdiği yazısında "Bütün yazını biraz Gümüldür’de, biraz Karpuzkaldıran’da, sonra da Side yahut Bodrum’da, veya Kıbrıs’ta; uydurabilirse kışın da Uludağ’da; geri kalan zamanını da, genel olarak yerleşik olduğu büyük kentlerin namütenahi tesislerinde geçirerek yaşayan; yaşarken de bu olanakları vergilerinden elde etmiş oldukları o topluma demediklerini bırakmayan, bir avuç askerî rantiyenin bozulacak olan çıkarlarıdır, esasen konuştuklarımız." dedi.
Çınar, kendilerini sivil toplumdan soğutagelen bu müesseselere, her biri halk çocuğu olan genç subay ve astsubayların zerre kadar ihtiyacı olmadığını belirtti.
İşte Çınar'ın analizi:
Orduevleri ve askerî kamplar 
Genelkurmay, “TSK mensupları arasındaki dayanışmayı arttırmak, moral ve motivasyona katkıda bulunmak” amacıyla, orduevleri, askeri gazinolar, kamplar, vb. gibi sosyal tesislerde, ifratlara varan ayrıcalıkları ve “kast” ilişkilerini nispeten törpülemek üzere bir emir yayınlamış. Daha ziyade, genel kullanıma açık olan ortak alanlarda, statüleri öne çıkaran bölümlemelerin yapılmamasını, buna yol açan her türlü yazı ve işaret tabelâlarının kaldırılmasını istemiş. Bu uygulama ile, personel arasındaki sevgi, saygı ve bağlılığı yoğaltmanın yanı sıra, orduevleriyle ilgili kamuoyunda dile getirilen tepkileri yatıştırmanın da hedeflendiği anlaşılıyor.
İşte bunu duyunca, sayısız örnekten biri olarak, yüzbaşıyken yaşadığım bir anı geldi aklıma. Şark’tayken, yıllık izne ayrılmış, eşim ve henüz bir yaşındaki bebeğimizle Patnos’tan Babaeski’ye doğru otomobille yola koyulmuştuk. Ankara’ya vardığımızda, o güne kadar kalmanın hiç nasip olmadığı orduevine yorgun argın kapağı atmış, gecelemek için bir oda istemiştik.
O yıllarda tüm orduevlerine hep “torpilliler” dolduruldukları için, görevli erler şımarık olurlar, tüm o yerleri sanki ele geçirmişlercesine, kimseyi adam yerine koymazlardı. Çalışan konumundaki subay ve astsubaylar da onlardan aşağı kalmazlar, birkaç üst komutana yalakalık yaparak yerlerini korurlar, ama o işletmelerin de içine ederlerdi.
Bir vakitler kışlalarda ortalığı haraca-berece kesmişlikleri yüzlerinden okunan kimi emekli albayların, şimdi üç paralık konforları uğruna, buralarda böyle süt dökmüş kedi gibi dolanmalarına tanık olur, öfkelenirdim.
Daha sonraki yıllarda ise, bu hâlleri gidermek üzere, bu sefer de “yok subaydı, yok kızıydı-kızanıydı, misafiriydi” diye ayırt dahi etmeyerek; işi, görevli erlerin her önüne gelene “komutanım” diyecekleri bir başka ifrata kadar vardırmışlardı.
Tabii, sadece Ankara’nın tuzu kuru yerleşiklerinin çevremizde güle oynaya fink attıkları züppe damatlarından, küstah gelinlerinden yer ve fırsat kalıp da, onca yol tepmiş olan bizlerle doğru dürüst ilgilenen dahi çıkmayınca, tahmin edeceğiniz üzere, onun yerine çıngar çıkmıştı. Ardından da dışarıda, kesemize uygun ve o yüzden de berbat bir yerde konaklamak zorunda kalmıştık.
Bu alan, çoğu kimsenin bitmez tükenmez orduevi hikâyelerindeki şikâyetleriyle doludur. Çünkü o tesisler, “kolaylık tesisleri” olmaktan çok, subay ve astsubayları sivillerden ayrıştırarak, sanki onları ayrıcalıklı imişler gibi göstermeye yaramıştır.Bu yalandan ayrıcalıklar, izolasyon yoluyla, geniş ordu kitlesinin gözlerinde “katarakt”a, muhayyilelerinde “üstünlük duygusu”na kapılmalarına ve böylece de anlamsız yere “şişinmelerine” yol açmıştır.
Oysa ayrıcalıklı ve üstün olanlar, bir avuç general ile, sadece konformizmin tadına varmış bulunan üst subaylar ve onların emeklileridir.
Anadolu’nun ve Trakya’nın özellikle küçük kentlerinde, merkezî konumları ve “özel” oluşlarıyla sırıtan bu mahfiller, sivil halkın indinde, kıskançça ve mesafeli olunan, müphem bulunup soğuk bakılan bir etkiye sahiptirler. O yüzden tek iyi yanları, askerliğini genellikle er olarak yapmış, kentli ya da köylü, geniş mütedeyyin kitlelerin militerizasyonunda olumsuz rol oynadıklarıdır. Çünkü, sivillerin de askerileşmesi demek olan militerleşme, daha çok devletin çeşitli eğitim tezgâhlarından geçirilip, biçimlendirilmiş olan “okumuşlar”ına has bir şeydir.
Aslında bu tesisler, haklarında konuşulanlara değecek düzeyde lüks ya da zevkli filan da değildirler. Onları çekici kılan, herkesin giremedikleri yerler olmalarında yatar. Eğer kendi parasal kaynaklarıyla yaratılmış ve işletilmiş olsalardı, berikilerde bu denli böbürlenmeler, karşıkilerde de bu ölçüde homurdanmalar olmazdı. Olanakların “Genel Bütçe”den karşılanması, elde edilen yavanlığa lezzet katmakta; “seçkinlik”leri, resmî bir mahiyet almaktadır.
Düşünsenize; örneğin her yerde olan deterjanlardan alıyorsunuz, ama buradaki markette KDV ödemiyorsunuz. İngilizler Hindistan’da bile yapmamışlardı, bunu. Oralarda üç-beş kuruşa içilen bir bardak çayın Türkiye halkına siyasal maliyeti, dudak uçuklatacak pahadadır.
Kaldı ki bu tesisler, ordunun tüm yükünü omuzlarında taşıyor olan kışla emekçisi genç subayların ve astsubayların leylek oldukları bir sofrada, tilkilerin ağız anatomilerine göre tanzim edilmiş tabaklar gibidir.
Bütün yazını biraz Gümüldür’de, biraz Karpuzkaldıran’da, sonra da Side yahut Bodrum’da, veya Kıbrıs’ta; uydurabilirse kışın da Uludağ’da; geri kalan zamanını da, genel olarak yerleşik olduğu büyük kentlerin namütenahi tesislerinde geçirerek yaşayan; yaşarken de bu olanakları vergilerinden elde etmiş oldukları o topluma demediklerini bırakmayan, bir avuç askerî rantiyenin bozulacak olan çıkarlarıdır, esasen konuştuklarımız.
O nedenle, kendilerini sivil toplumdan soğutagelen bu müesseselere, her biri halk çocuğu olan genç subay ve astsubayların zerre kadar ihtiyaçları yoktur. Bu kurumlar tümüyle kaldırılmalı, onun yerine, o ödeneklerle örneğin, genç subay-astsubayların yıllık izinlerinin bir bölümünü eşleriyle birlikte Paris’te, Barselona’da, Roma ya da Amsterdam’da geçirmeleri sağlanmalıdır. Genç yaşlarda edinilen gözlemler, Türkiye’nin demokratikleşmesine şaşılası ölçülerde katkı sağlayacaktır.

1048 kişi böyle fişlendi..!



Askeri casusluk ve şantaj davasında yargılanan çete, TÜBİTAK'taki 1048 personeli tek tek inancı, ideolojisi, zaafları vb. açıdan fişlemiş.
Radikal gazetesinin haberin göre, Türkiye’nin en büyük askeri casusluk soruşturması, TÜBİTAK’ta çalışan 5 bin personelin nasıl andıçlandığını da ortaya çıkardı. Gizlilik dereceli projeleri yürüten ülkenin kozmik kuruluşlarından TÜBİTAK’ta çalışan 1048 personel “ideolojik solcu, alevi, dinci, Ermeni, Yahudi, ülkücü” diyerek fişlenmiş. Listede yer alan bazılarının isimlerinin yanına da “porno sever, kadın düşkünü, kardeşi satanist, metalci” gibi özel yaşmına dair notlar yer alıyor. Fişlemede “güvenilir, desteklenmeli, ileride yükselmesini istiyoruz” denilen personelin bir süre sonra kritik görevlere getirildiği de öne sürülüyor.



TÜBİTAK fişlemelerinin eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasına yol açan “internet andıcı” ile benzer tarihlerde yapılması dikkat çekiyor. 2007-2009 yıllarını kapsayan fişleme dosyası askeri casusluk ve şantaj çetesini soruşturan Ergenekon Savcısı’nın hazırladığı iddianamenin eklerine de girdi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda faaliyet gösterdiği öne sürülen askeri casusluk soruşturması kapsamında 2’si general 40 muvazzaf subayla birlikte 55 kişi tutuklanmıştı. Tutuklanan isimler arasında 3 TÜBİTAK çalışanı da bulunuyor. Tutuklananlardan birisi de TÜBİTAK’ın güvenliğinden sorumlu olan Yücel Çipli. Yapılan ev aramasında 2 adet power point sunum bulunmuş, fişleme dosyası bu bilgisayarlardan çıkmıştı.

Başkanın eşi Rummuş!

Fişlenen isimler arasında dönemin TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Nükhet Yetiş’in eşi Prof. Dr. Mehmet Önder Yetiş de yer alıyor. Bir süre önce istifa eden Önder Yetiş, eşi ayrılıncaya kadar TÜBİTAK-MAM Başkan Vekilliği görevini üstleniyordu. Yetiş’in karşısına şunlar yazılmış: ”Amerika’da Nato Secan onayı almış bir cihazı (Milon-4 A) NATO ülkesi olmayan Rusya’ya başka bir proje kapsamında satışına göz yumdu. Özel şifre üreticisi sistemli (RNG) devreler Rusya’ya satılırken değiştirilmeden kullandırttı. Rum kökenli. Eski adamları mercek altında. Alternatif kadro konusunda Aytaç Paşa’ya önceki yıllarda teklifler sunulmuştu.”

Nükhet Yetiş: Haberim yok

Prof. Dr. Nükhet Yetiş, 2004 yılından 28 Ağustos 2011 tarihine kadar TÜBİTAK Başkanlığı’nı yapmıştı. Eşi de Gebze’deki tesislerde üst düzey görev yapıyordu. Ergenekon dosyasına giren fişlemeler Yetiş’in Başkanlık yaptığı 2007-2009 dönemini kapsıyor. Radikal’in konuyla ilgili sorularını cevaplandıran Yetiş, fişlemeden haberi olmadığını söyledi. Prof. Dr. Nükhet Yetiş, “Öyle bir şeyden haberim yok. Devam eden bir dava var. Böyle bir fişlemenin bizimle ilgisi yok. O kadar uzun zaman oldu ki hiç hatırlamıyorum. Bize de bir şey sorulmadı” diye konuştu. TÜBİTAK’daki fişlemelerde “değerlendirelim” diyerek olumlu referans verilen isimlerin daha sonra yükseltildiği ve kritik görevlere atandığı öğrenildi.

Kime, nasıl şantaj yapılacağı bile var

Z.E.Ş- Bizi kırmaz. Kızdardeşi E.Satanist grup lideri, kontrol altında tutulmalı
Ş.S-İdeolojik Alevi
S.A-Kadın zaafı var. Romanya fotoğrafları elimizde.
M.Y-Desteklenmeli
A.S.Ş-Merdan’ın ekibinden. İşe girmesini biz sağladık. Güven Paşa’nın referansı var. Güvenilir. İş paylaşabiliriz
U.D-İlgi grubunda. Aysam ilgilenecek
M.Ö.Y-Ezik birisi, işkolik, porno zaafı var. Kontrolümüz dışındaki firmalara iş veriyor
E.A-Norveç’li biriyle yaşıyor, dikkat edilecek
i.M.M-Rütbeli yakını Alevi
M.M-..Çok gizli ve önemli projelerimizi takip ediyor. Paşa’nın referansı var. İşçi Partisi’nde aktif. Sağlam ve güvenilir.
L.O-Yükseltelim
B.Ç-Yunanistan’a eşi üzerinden bilgi sızdırır. Koordine içinde.
L.Ö.Y-Dinci. Merdiven altında namaz kıldığı tesbit edildi. Fotoğrafları var
E.Ö- Ermeni
S.S-Metalci

Casusluk ve şantaj soruşturması nedir?

* 28 Nisan 2010’da emniyet birimlerine gelen bir mail ihbarında “Vika, Dilara ve Gül isimli kadınların liderliğinde bir fuhuş çetesinin yurtdışından kadın getirerek zorla fuhuş yaptırdığı, bu çete içerisinde 18 yaşından küçüklerin de bulunduğu” şeklinde bilgiler olduğu belirtildi.

* Örgütün yöneticisi olmakla suçlanan emekli Albay İbrahim Sezer’in evinde yapılan aramada bulunan DVD’deki dokümanlardan, çetenin savunma sanayiinin kritik projelerini yabancı servislere sattığı anlaşıldı. 3 TÜBİTAK çalışanı, 2 general ve 40 muvazzaf subayın da aralarında bulunduğu 55 kişi gözaltına alındı.

* İddianamede TÜBİTAK’ın yanı sıra ASELSAN, HAVELSAN gibi kurumlarda 5 bin kişinin fişlendiği öne sürüldü. 300 sayfalık iddianamede sözkonusu örgütün milli askeri proje yürüten TÜBİTAK, ASELSAN gibi kuruluşlardan proje çalarak yabancı istihbarat servislerine sattıkları iddia edildi.

* İddianamenin en önemli ayağını ‘gizli belgeler’ oluşturuyor. Çeşitli düzeylerde gizlilik taşıyan 165 bin belgenin sızdığı ortaya çıktı.

* Şantaj ve casusluk davası halen devam ediyor. TÜBİTAK’tan da 3 kişi yargılanıyor.

En ünlü fişleme skandalları

Batı Çalışma Grubu: Türkiye en kapsamlı fişleme operasyonuyla 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu ile tanıştı. PKK’nın 2 numaralı ismi Şemdin Sakık’a ait olduğu ileri sürülen ifadelerden yola çıkılarak ‘Güçlü Eylem Planı 1’ hazırlandı. Bu planda bazı gazeteciler PKK’yla işbirliği yapmakla suçlanıyordu.

SOSYETİK FİŞLEME: Ses getiren ikinci fişleme vakası ise kamuoyuna ‘sosyetik fişleme’ olarak yansıdı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 26 Ocak 2004 tarihli yazısıyla ortaya çıkan bu fişlemede bazı askeri birliklere ve kaymakamlıklara “Kendisini ulusal değerlerin dışında-üstünde gören AB ve ABD yanlısı kişilerin izlenmesi” talimatı veriliyordu. Birçok işadamı, sanatçı vb. bu yolla fişlendi.

KAMU PERSONEL ÇİZELGESİ: Jandarma Genel Komutanlığı tarafından 2006’da hazırlanan ve “Kamu Personel Durum Çizelgesi” adı verilen belgelerin de bir andıç vakası olduğu ortaya çıktı. Bu çizelgede birçok bilginin yanında “siyasi düşüncesi, diniinancı” gibi bir bölüm de yer alıyordu. Andıçta dönemin Diyarbakır Valisi Efkan Ala’nın da aralarında bulunduğu idari amirler ve yargı üyeleri fişlenmişti.

SİVİL TOPLUM ANDICI: Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nın 2006’da ‘Andıç’ başlıklı bir başka belge de bu kez TESEV, TÜSİAD gibi kamuoyunda bilinen kurumların da yer aldığı sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinin fişlediği ortaya çıktı.

Lahİka-1 planı: İki yıl önce Taraf’ta yayımlanan ve Genelkurmay’ın Türkiye’yi biçimlendirme planı olduğu iddia edilen ‘Lahika 1’ isimli eylem planı da bir andıç olarak tartışıldı. Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlandığı ileri sürülen ‘Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı’ adındaki bu andıçta ‘üniversiteler, üst yargı organlarının başkanları, basın mensupları vb. kişiler hakkında bilgiler detaylı yer alıyordu.

EN BÜYÜK İHALE FRANSIZLARA GİTTİ




En Büyük stratejik ihale Fransızlara verildi
Süreç sessiz sedasız devam ederken, sözleşmenin önümüzdeki günlerde imzalanacağı öğrenildi. Fransız Ulusal Meclisi ile Cumhurbaşkanlığı'nın da ana hissedar olduğu Gemalto şirketinin e-pasaport çipleri için geliştirdiği sistemin güvenilir olmadığı, ABD'de yapılan uluslararası bir konferansta ispatlanmıştı.

Söz konusu ihaleyle ilgili süreç şöyle gelişti: Elektronik pasaport projesinin yürütülmesinde iki adım bulunuyor. Bunlardan ilki boş pasaport kitapçıklarının üretilmesi, diğeri bu kitapçıkların pasaport haline getirilmesi, kişi bilgilerinin ve fotoğraflarının girilmesi. Kitapçıkların üretilmesi aşaması, arka kapaklara çip (yonga) yerleştirilmesini de içerdiği için stratejik öneme sahip. Bu işlem, Darphane Genel Müdürlüğü tarafından ihale yoluyla yapılıyor. Üretimi, 2005 yılından bugüne kadar Malezya firması IRIS ile Türk ortağı Kunt sağlıyordu. 22 Aralık 2011 tarihinde yeni ihale açıldı. 12 Ocak 2012'de açıklanan sonuçlara göre, 5 teklif arasından Fransız Gemalto firması birinci oldu. İhale sonuçlarına itirazların ardından değişiklik olmazsa sözleşme imzalanacak. Firma, 5 milyon adet çipli kapak üretimi karşılığında yaklaşık 7,7 milyon Euro alacak.

Teknik şartnamede, önerilecek çipin dışarıdan müdahaleye karşı koruma sağlaması (hack edilememesi) isteniyor. Fakat Gemalto'nun önerdiği proje, bu şartı taşımıyor. İhaleyi kazanan firma, 'Infineon SLE 66 serisi' çip teklif etti. Bu çipin güvenlik zaafı olduğu 2010 yılında ortaya konuldu. Çipin şifresinin kırıldığı açıklandı. İki ihaleden birincisi, kitapçıkların üretimi safhasıyla ilgili, diğeri ise pasaportların kişiselleştirilmesiyle. Satın alma işlemi ile yetkili olan Dışişleri Bakanlığı, sistemi herhangi bir ihale mevzuatına tabi olmadan doğrudan teklif yoluyla yine Fransız Gemalto firması ile ilişkili Türk şirketi Proline'a verdi. Proline, Gemalto'nun yazılımlarını kullanıyor. Gemalto, ilginç bağlantıları ile dikkat çeken bir şirket. Ana hissedarı Fond Strategique d'Investissement (FSI) isimli bir kamu kuruluşu. 160 milyon Euro'luk yüzde 8,4'lük 'bir numaralı' hissenin sahibi. FSI'nın hisselerinin yüzde 51'i, 'inkâr yasasını' onaylayan Fransız Ulusal Meclisi'nin kontrolü altındaki kamu bankası CDC'nin. Geriye kalan yüzde 49 ise direkt Fransa Cumhurbaşkanlığı'nın kontrolünde. Avrupa'nın değişik ülkelerinde halka açık işlem gören şirketin web sitesinde, bu bilgiler açık olarak yer alıyor. Aynı şekilde Gemalto firmasının 2010 yılı faaliyet kitapçığında da bu bilgileri doğrulayan veriler yer alıyor.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Yunanistan'ı ŞOK Eden Gelişme!



Yunanistan'ın reformları uygulamaması halinde bütçe kontrolünün AB'ye verilmesi konuşuluyor...
 Almanya Ekonomi BakanıPhilip Roesler, Almanya'nın Yunanistan'ın bütçesinin kontrolünü AB kurumlarına devretmesine yönelik bir plan hazırladığı yönündeki haberleri teyit etti. Roesler yaptığı açıklamada,  "Eğer Yunanistan, Euro Bölgesi kurtarma tedbirlerinde öngörülen  reformları uygulayamıyor ise bütçe politikasının kontrolünü  AB kurumlarına devretmeli" dedi.

'NAZİ İŞGALİ GÜNLERİ GİBİ'
Almanya bu önerisiyle bütçe açığını kapatamayan, vergi toplamakta zorluk çeken, kreditörlerine karşı mali yükümlülüklerini yerine getiremeyen, Yunanistan gibi iflasın eşiğinde bulunan ülkeleri -bir bakıma cezalandırmak amacıyla- ülke ekonomisini gözetleyecek, denetleyecek, bütçesini yürürlüğe sokacak - büyük bir olasılıkla Alman kökenli- Avrupalı bir komiserin tayin edilmesini talep etmişti. Ancak Almanya'nın önerisi Yunan kamuoyu ve basını tarafından İkinci Dünya Savaşı süresinde Nazi Almanya'sının Yunan işgali günlerinde uyguladığı yöntemlere benzetildi. O dönemde Almanya'ya karşı duyulan kin ve nefret duygularını canlandırdığı iddia edildi.
AB zirvesi bugün

Öte yandan Yunan Başbakanı Lukas Papadimos, Yunan ekonomisinin yeniden masaya yatırılacağı bugünkü AB zirvesine katılmak için Brüksel'e hareket etti. Yunan hükümetinin ülke ekonomisini iflasın eşiğinden kurtulması için ihtiyaç duyduğu 130 milyar euro civarındaki ikinci mali yardım paketi ile ilgili müzakerelerini ise hafta içinde tamamlaması bekleniyor.

"Türkiye'yi sallayacağım"


Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, tutuklu bulunduğu Metris Cezaevi’nden, TV8’de yayınlanan ‘Her Şey Futbol’ programının yorumcusu Faik Çetiner’e açıklamalarda bulundu.

İşte o konuşmanın satırbaşları:
“Hani sözde beni kurtaracaklardı”
6222’de değişikliğe gidildi. Kürsüden çıkıp bu “Aziz Yıldırım’ı kurtarma operasyonu” dediler. Hani nerde hala tutukluyum. Bunu konuşanlar yazanlar şimdi niye yorum yapmıyorlar?
“Dersimi çok iyi çalışıyorum”
Yaklaşık 6 aydır tutukluyum. Gece gündüz dersimi çalışıyorum. Bu iddianame bizi beraat ettirecektir. 1 yıl ceza alsak bu kadar yatardık. Neden hala tutukluyum bilmiyorum. Bildiğim tek şey birilerinin bizim için düğmeye bastığı.
Futbolcular nerede?
"Maçlarda şike var" diyorlar. Şike sahada olur. Ama gel gör ki tek futbolcu tutuklu değil. Bir tek Bülent Uygun var ki o da teknik direktör.
“Eskişehirspor- Trabzonspor maçında 7-8 futbolcu teşvik almış” diyorlardı. Kimseyi sorgulamadılar.
İbrahim Akın’a 100 bin Euro vermişiz. Kim kime para vermiş, para nerede.      
“Tarlalar sürüldü mü?”
3 maç için “Tarlalar sürürlü” deniyordu. İddianamede sürülen tarla sayısı da 1’e inmiş. Sürülen 2 tarlaya ne oldu ?
“6 maç buhar oldu”
Hani 19 maçta şike yapılmıştı. İddianamede 13 maç var. Medya bu işi sorgulamıyor. 6 maç buhar olup uçtu mu?
Bucaspor-Fenerbahçe maçı şikeliydi. İddianamede o maç yok, etik kurulu raporunda var. Bunu anlayan varsa bana da anlatsın.
“58 madde değişmemeli”
Üstüne basa basa söylüyorum. 58. madde değişmemeli. Bunu bizi kurtarma operasyonu olarak gösteriyorlar. Ben bunu istemiyorum. Herkes temiz, Fenerbahçe mi kirli. 50 yılın faturasını bize çıkaramazlar.
1998 yılında göreve geldim. O günden bu güne tüm maçlar incelensin. Hodri meydan.   
“Şenol Güneş yanmıştı”
Urfa’da Trabzonspor ile yaptığımız ve 3-1 kaybettiğimiz kupa finali töreninde Şenol Güneş bana “Başkanım üzülme siz de şampiyon olursunuz” dedi. Daha sonra lig maçı oynadık, berabere kaldık ve şampiyonluğu kaybettik.
Trabzonspor’u yenseydik, Şenol Güneş de bana o sözleri telefonda söyleseydi hem o hem Trabzonspor yanmıştı. Böyle şey olur mu ?
“Galatasaray’a destek verdim”
Türk Telekom Arena’nın yapılması aşamasında Galatasaray’a destek verdim. Türk futbolunun lokomotiflerinden  Galatasaray’ın büyük bir stada ihtiyacı vardı. Bunu bizzat Başbakanımıza söyledim. Kendisi de bunu bir toplantıda dile getirdi. Stadın yapılması köstek değil destek olduk
“3 yıl değil her yıl şampiyon olurduk”
13 yılda yaptıklarımı 5-6 ayda bitirmeye çalışıyorlar. Türk futbolunu büyük hizmetler verdim. 30 milyon dolar cebimden para harcadım. Stat yaptım, salon yaptım, tesis yaptım, 2 bin amatör sporcuyu barındırdım.
Tek gün tek çalışanımın ya da sporcumun maaşını ödememezlik yapmadım. Bütün bunları yapmayıp, parayı transfere yatırsaydım 3 yıl değil her yıl şampiyon olurduk. Geçen seneki takıma bir de Emenike’yi koyun. Bizi kim yenebilirdi.
“Başbakan ile aramıza giremezler”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin şansı. Benim onunla problemli olduğum söyleniyor. Telefonda hakaret ettiğim ve ihaleler konuşuluyor. Bunların gerçekle alakası yok. Başbakan ile aramıza kimse giremez.
“Türkiye’yi sallayacağım”
İlk duruşmayı iple çekiyorum. Bütün bilgi ve belgelerimle mahkemeyi  bekliyorum. Beni herkes iyi dinlesin. 14 Şubat günü Türkiye’yi sallayacağım. Bugünü kadar kimsenin söyleyemediği, söylemeye cesaret edemediklerini Aziz Yıldırım açıklayacak. Sonra herkes şapkasını önüne koyup bir daha, bir daha düşünecek. 

TÜRKİYE KRİTİK KAVŞAKTA


 

Independent'e Göre Türkiye Önemli Bir Kavşakta
İngiliz İndependent gazetesi, Türkiye'nin son 10 yıldaki "kazanımların şimdi tehlikeye girdiği"ni öne sürdü.

İndependent gazetesinin tanınmış gazeteci yazar ve Ortadoğu uzmanı Patrick Cockburn, “Kaplan Türkiye, Kavşakta” başlığı ile yayımladığı İstanbul kaynaklı geniş haberi analizinde Türkiye’nin son 10 yıllık dönemin dünyanın “en büyük siyasi ve ekonomik başarı öykülerinden biri” olduğunu, cezaevlerinden işkencenin bittiğini, Ankara’da gücün kimin elinde olduğunu darbeler değil seçimlerin belirlediğini, “Adalet ve Kalkınma Partisi, Batı’nın tam cesaretlendirmek istediği ılımlı, demokratik, kapitalizm yanlısı bir hükümet türüydü” yorumunu yaptı.

“Geçen yıl yabancı medya eleştirilere yer vermeyen Türkiye’yi, polis devletleri çökmeye başladığı Arap Dünyası için bir model olarak destekledi” diyen gazete, AK Parti döneminde gerçekleşen “Türk mucizesinin” özlü olduğunu, Avrupa’daki İrlanda veya Yunanistan gibi ülkelerin aksine siyasi ve ekonomik değişiminin “gerçek” olduğunu kaydetti.

“SON 10 YILDAKİ KAZANIMLAR TEHLİKEDE”

Bu bağlamda Türkiye’nin son 10 yılda ulusal gelir ve ihracatın katlandığını, Kobiler’in yorulmaz ihracatçılara dönüştüğünü, yabancı yatırımların aktığını, Türk ekonomisinin dünyanın 15’inci ekonomi haline geldiğini belirten gazete “İşte şimdi tehlikede olan bu kazanımlardır. Siyasi reformlar iki yıl önce durma noktasına geldi” ifadesini kullandı.

“AK PARTİ SELEFLERİNCE KULLANILAN BASKI MEKANİZMALARINI BENİMSEMEYİ UYGUN GÖRDÜ”

Haberde “Türkiye’nin yeni kavuştuğu güce olan aşırı güven, dikkatini hayati sorunlardan ki en önemlisi Kürt ayaklanmasına son vermektir - uzaklaştırdı” yorumu yapıldıktan sonra “Bazı Türk liberaller, AK Parti’nin iktidarda 10 yıla yakın bir süre bulunduktan sonra seleflerince kullanılan baskı mekanizmaları benimsemeyi uygun gördüğünden kuşkulanıyorlar” denildi.

“BASKILAR ÇOK CİDDİ”

Baskıların “çok ciddi” olduğunu öne süren gazete, bu çerçevede Sınırı Aşan Gazeteciler Örgütü’nün Türkiye’nin basın özgürlüğü açısından 178 ülke arasında 148’nci sırada yerleştiren raporuna gönderme yaptı. “Sık sık gazetecilerin haklarındaki suçlamaları bilmeden bir yılı aşkın süre tutuklu kaldığı”nı yazan gazete, ifade özgürlüğü ile terör örgütü üyeliği arasındaki farkın net olmadığı görüşlerine de yer verdi.

İngiliz gazetesi, liberallerin “derin devlet”in hala faaliyet göstermesinden korktuğunu, hükümeti eleştirenlerin de, “AK Parti’nin artık bu karanlık ajanların köklerini kazmakla ilgilenmediğinden kuşkulandığı”nı da kaydederek, Dink davasına ilişkin tartışmalı yargı kararına değindikten sonra, “AK Parti hükümeti ise, başlıca mücadelesini ordunun devlet üzerindeki kontrollüne son vermek için verdiğini savunabileceğini de belirtti.

“ORDU AKP’Yİ, ABD İSTEMEDİĞİ İÇİN DEVİRMEDİ”

Buna karşın, “ordunun AK Parti hükümetini, ABD’nin istemediği için devirmediği” görüşlerinin de aktarıldığı haberde, Türkiye’deki reform ivmesinin azalmasının başka bir nedeni olarak da AB üyeliğinin gerçekleşmemesi gösterildi.

İndependent, “Büyük bir siyasi yeteneği olan dindar ve popülist milliyetçi Sayın Erdoğan, giderek artan biçimde bir otokrat gibi görünüyor ve hareket ediyor” savlarına da yer verdiği haberinde Avrupa’nın Türkiye’yi reddetmesinin en az “psikolojik olarak Türkiye’nin Ortadoğu’daki genişleyen rolü ile telafi edildiği ancak bu bölgedeki girişimlerinin de ekşimeye başladığı” yorumunu da yaptı.

“TÜRKİYE ARAP BAHARI’NDAN SONRA AT DEĞİŞTİRDİ”

İki yıl önce komşularıyla siyasi ve ticari ilişkilerini geliştiren Türkiye’nin Arap Baharı’ndan sonra “at değiştirdiği, eski müttefiklerini terk ettiğini, Libya ve Suriye’de protesto edenleri ve ayaklananları desteklediğini” değerlendirmelerinde bulunuldu.

Haberde Mısır gibi ülkelerde Başbakan Erdoğan’a duyulan hayranlığına dikkat çekilerek “Ancak bu popülaritenin avantajları abartılabilir. Mısırlılar, Sayın Erdoğan’ı beğenebilir ama kendilerini yönetmesini talep etmiyorlar. Şimdi Türkiye, Suriye ve Irak hükümetlerinin husumetini kışkırtan aşırı güvenin bedelini ödemek zorunda kalıyor” sözlerini de kullandı.

“TÜRK YÜKSELİŞİ KÖPÜĞE DÖNÜŞÜR MÜ?”

“Türk yükselişi, bir köpüğe dönüşür mü” sorusunu da soran İngiliz gazetesi, “Önceki daralmalar, yabancı sermaye çıkışlarına tanık olmuşlardı. Türkiye’ye yatırım yapan Avrupalı bankalar, kendileri de kırılgandır. Ancak Türkler, hala gemi ve araba gibi şeyler yapıyor. İstanbul’un çevresi, daha teknik ürünlerin yanı sıra mobilya, tekstil ve ayakkabı üreten işyerleriyle dolu” diye yazdı.

Gazete, haberini, “Türkiye’nin Avrupa’daki hasta adamlara katılıp katılmayacağını gelecek yıl gösterecek. Aynı yılda da Türkiye’nin nihayet otokratik devletin mirasından kurtulup kurtulmadığı da belli olabilir" sözleriyle noktaladı.

Metabolizmayı hızlandırmanın yolları




Kilonuzu kontrol etmede güçlük çekiyor musunuz? Eğer yeterince kalori kısıtlaması yaptığınızdan ve gereği kadar aktif bir yaşam sürdürdüğünüzden eminseniz metabolizmanızı biraz ateşlemeyi deneyin. İşte size kolay uygulanabilir bazı öneriler:

1. Tiroidinizi kontrol ettirin: Tiroit bezinin normal çalışmaması kilo almanızı kolaylaştırır. Guatr sorunu olanların önemli bir kısmında tiroit bezi yeterli tiroit hormonu üretemez. Normalden daha az tiroit hormonu vücudun normalden daha az enerji yakmasına neden olur. Tiroit bezinizin iyi çalışıp çalışmadığından emin olmak için tiroit bezi hormonlarının ölçülmesi yeterli olacaktır.

2.Yürürken daha hızlı değil daha uzun mesafelere gidin: Vücudunuzun oksijen eşliğinde yaptığı hareketler ne kadar uzun sürerse bedeninizin o kadar çok yakıt (yağ depolarınız) harcayacağından emin olabilirsiniz.

3.Gezinmek yerine, ciddi bir yürüyüş yapın: Adımlarınızı biraz sıklaştırırsanız metabolizmanızı daha da hızlandırır, daha çok yağ yakabilirsiniz. Uzun mesafeleri katetmek her zaman iyidir, bu mesafeleri daha hızlı adımlarla katetmek ise daha da iyidir.

4. Yemek sonrası kısa yürüyüşler yapmayı unutmayın: Yemeği takiben yaptığınız hafif yürüyüşlerde metabolizmanın daha hızlı bir süreçle işlediği, daha çok kalori (enerji) ve daha çok yakıt tükettiği biliniyor. Yemek sonrası yürüyüşlerin metabolizmayı hızlandırıcı etkisinden yararlanın.

5.Öğün atlamayın: Yavaş ve uzun süre çiğneyerek yemeyi deneyin.

6.Hayatınızı baharatlandırın: Kırmızı acı biber, turp ve hardal gibi baharatların metabolizmayı hızlandırabileceği düşünülür. Baharatlar vücudunuzu daha hızlı bir çarka sokabilir, metabolizma hızınızı yükseltebilir.

7. Doktorunuz tarafından önerilmeyen ilaçları kullanmayın: Zayıflamak adına yosun hapları, detoks likidleri, tiroit ekstreleri, amfetamin, sibutramin, efedrin gibi maddeleri kullanmamaya özen gösterin.

ERGENEKON-PKK EL ELE



Kemal burkay'ın mecliste "apo derin devletin ve ergenekonun adamı" ifadelerini askerler de doğruladı. Biz neyle mücadele etmişiz?

12 sene Özel kuvvetler de aktif görev yapmış olan Yarbay Nesimi Soner Dedeoğlu'nun ses kaydı Ergenekon yapılanmasının ve PKK terör örgütünün Gladyo olarak da bilinen Özel Kuvvetlerle ilişkisini deşifre etmektedir. Ses kaydında özetle;

"Özel Kuvvetler'de maalesef Ergenekon diye bir şey var. Ergenekon'dan tutuklu olan herkesin nerde görev yaptıklarını, nerde ne şekilde kullanıldıklarını biliyorum. Abdullah Öcalan da Murat Karayılan da devletten gayri nizami harp eğitimi almış kişilerdir. Cem Ersever, Abdullah Çatlı'dan farkları 10 yıl görev yaptıktan sonra öldürülememiş olmalarıdır. Korkut Eken konuşsa o da ölür. Silahlı Kuvvetler'de daha fazla kalmak istemiyorum. Yeter, bu meslekte kaldıkça değer yargılarımızı yiyeceğiz. Devletin bekası diye farklı işler yaptırıyorlar. Olayları (görev aşkını) abartmayın. Ben 3 sene eve hiç gitmedim, telefon açmadım, oğlumu 3 yaşında gördüm. Şehit olanlarımıza enayi gözü ile bakıyorlar." demektedir.

İç güvenlik birliklerinde eğitilemez kazmalarla bizi operasyonlara gönderiyorlar. Şehit vermemiz kaçınılmaz

İç güvenlik birliklerinin şeyde operasyonlarda hiçbir şeyi yok. Hiç olmazsa komando birliklerindeki adamlar üç aşağı beş yukarı komando eğitimi almış oluyor. İç güvenlik birimindeki adamların hiçbir şeyi yok ki. Annesinin eğitimini alamamaş, anne baba eğitiminden yoksun, okula gitmiş öğretmeni eğitememiş, ağaç tam hamurken buna tam şekil verememişler, odunlaşmış hadi sen bunu eğit diye bana geliyorlar. Tamam mı? Hadi eğit. Biz de burdaki kazma askerlerle operasyona gidiyoruz işte yaa. Kazma askerlerle gidiyorsun çatışmaya. Hakkâri'de ben ordayken 970 küsur şehit vardı. Şimdi 1400 küsur olmuş. 2005'te 900 küsurdü. Şimdi 500 tane daha şehit vermişiz. Yani orası öyle. Ne zaman çıksan operasyona durmadan şehit verirsin yaa. Dağlıca da öyle.

Üç buçuk sene dağda kaldım. Eve telefon bile açamadım. Geldiğimde oğlum 3 yaşındaydı.

Sağ, sol her taraf dağ silsilesi. Her yer senin adına mayınlı. 12 sene özel kuvvetlerde çalışmış birisi olarak söylüyorum bunu size. Abartmayın yani olayı. Şehit olanlara, ölenlere salak gözüyla bakıyorlar. Kalanlarınıza kimse sahip çıkmıyor kardeşim. Çıkmıyor. Ben üçbuçuk sene kaldım orda üç buçuk sene boyunca eve hiç gelmedim ben. Hiç. Oğlum 3 yaşına gelmişti. Ben 3 yaşından sonra gördüm oğlumu, vallahi. Ne bir telefon, ne bir şey.

Özel kuvvetlerde devletin bekası denilerek çok farklı işler yaptırtıyorlar. Çok şey bilincede tehlikeli boyutlara geliyorsun.

Şimdi de tabi biz o zaman özel kuvvetçi olmakla gurur duyuyorduk. Şimdi özel kuvvetçi dediğim zaman ergenekon mu diyorlar bazen bana. Bağlantın var mı diyorlar yani. Özel kuvvetlerdeki adamlara çok farklı işler yaptırtıyorlar. Yani aklınıza gelmeyecek her türlü devletin bekası için gerekli olan her türlü şeyi yaptırtıyorlar adama. Şimdi bütün bunların hepsini bilirsen tehlikeli boyutlara geliyorsun demektir.

Ergenekon tarzı yapılanma maalesef var. Ergenekondan içerde olanların hepsinin nerde, ne şekilde kullanıldığını biliyorum.

Mesela şeyin ergenekon olayının içindeki adamların hepsinin şu andaki görevinin ne olduğunu biliyorum ben mesela. Ama adamların tamamını biliyorum ben yani. Ne işe yaradıklarını, ne yaptıklarını, daha önce nerede görev yaptıklarını, nasıl, nerde, ne şekilde kullandığımızı falan biliyorum yani. Onun için yani, kendi elinle adamları yetiştirmeyeceksin.

Gayri nizami harpte kural budur. Yetiştirirsin, tehlikeli olduğunda öldürürsün. Cem ersever, abdullah çatlı bunlar imha edilenler.

Gayri nizami harpte şu vardır. Ülkenin menfaati için adamı en üst noktalara kadar yetiştirirsin. Tehlikeli olacağı zaman imha edersin. Yani bu böyledir yani. Cem ersever imha edilmiştir. Abdullah çatlı imha edilmiştir. Korkut eken sesi soluğu çıkıyor mu bu yakınlarda. İmha edilir. Tamam, mı? Bunun gibi belli başlı adamlar. Faydalanılır, istifade edilir, devletin başına bela olacağı zaman imha edilen adamlardır.

Abdullah öcalan ve murat karayılan, gayri nizami harp eğitimi almış devletin adamlarıdırlar. Karayılan, kara harp okulu 1988 devresindendir. Biz niye mücadele ediyoruz? Bu meslekte kaldıkça değer yargımı yiyorum

Mesela devletin gayrinizami harp yaptırtıp da öldüremediği adamlardan bir tanesi de kimdir? Abdullah öcalan'dır. Devletin adamıdır, yetiştirdiği. Abdullah öcalan 10 sene kadar devlet için çalışmış bir adamdır. 10 seneden sonra imha edemiyorlar. Devletin başına bela oluyor. Niye yaptırttık niye mücadele ettik yani biz?



9 Şubat 2012 Perşembe

SAYAN" CHP MEZHEP PARTİSİ OLUYOR"




Savcı SAYAN "CHP Mezhep ve Köken Partisi Oluyor"
Habertürk'de Didem Yılmaz'ın sunduğu Gün Ortası programında CHP'deki çifte kurultay tartışıldı. Programa telefonla bağlanan CHP Mersin Milletvekili İsa Gök, CHP'nin bir çok yerde mahalle delegelerinin belirlendiğini ve kısa bir süre içinde biteceğini söyledi.

CHP Mezhep Partisi Oluyor

İsa Gök, ''CHP şu anda genel merkezin verdiği talimatla tek etnik bir temele ve tek bir mezhebe dayanarak yeniden oluşturuluyor. Parti omurgasını kaybediyor.'' diye konuştu.

Didem Yılmaz, ''Lütfen çok net konuşur musunuz? Tek bir mezhep derken neyi kastediyorsunuz?'' diye sordu.

Gök, ''Bunu zaman içinde herkes görecek, Ankara'da oluşturulan mahalle delegelerini inceleyin, büyük çoğunluğu bir ilimizden ve bir yapıdan gelmedir. CHP, tek bir ile ve o ile komşu iki ile sıkıştırılamaz, CHP Anadolu'nun partisidir'' dedi.

Kılıçdaroğlu'nun Alevi Olması CHP'de Rahatsızlık mı Yaratıyor?

''Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevi olması CHP'nin bir kesimini rahatsız mı ediyor?'' diye soran Didem Yılmaz'a Gök'ün cevabı, ''CHP sol temelde siyaset yapan bir partidir. CHP, ideolojik bir tutum sergiler. Ama CHP ideolojik yapıdan uzaklaştırıldığı için, ne yazık ki parti mezhepler arası kavgalar içine atıldı'' diye yanıt verdi.

"CHP'de sol anlamında kimsenin yaşamasına izin verilmiyor" diye sözlerine devam eden Gök, "Genel Başkan ikinci bir kurultaydan bahsediyor bu tüzüğe ve hukuka aykırıdır, padişahlık yetkisinin kaldırılmasını istiyoruz" diye konuştu.

Savcı Sayan'a Mezhep Sorusu

Didem Yılmaz programın diğer konuğu CHP eski MYK Üyesi Savcı Sayan'a da, "CHP tek bir mezhep üzerine mi yoğunlaşıyor, CHP'de bölünmemi yaşanacak?" diye sordu.

Savcı Sayan, ''Ben Yıllardır CHP'de görev yaptım . Bu zamana kadar CHP'de hiç mezhep ayrımı görmedim. Bunlar hoş şeyler değil. CHP herkesi kucaklayabilecek bir partidir'' şeklinde yanıt verdi.

Deniz Baykal'ı Parti'nin Başında Görmek İstiyor musunuz?

Didem Yılmaz, "Sizin hayalinizde de Deniz Baykal'ı tekrar partinin başında görmek var mı?" diye sordu.

Sayan, ''Böyle şahsi bir düşüncem olabilir, fakat buna partinin delegeleri karar verir. Bizim bugünkü amacımız Deniz Baykal, Önder Sav, Kılıçdaroğlu konusu değildir. Bizim amacımız güçlü bir muhalefettir, güçlü muhalefet iktidar getirir'' diye konuştu.


Kılıçdaroğlu Bırakmalı

Savcı Sayan sözlerini, ''Kılıçdaroğlu ismini altın harflerle CHP tarihine yazdırmak istiyorsa; ben bu işi beceremedim, partimi yönetemedim diyerek yeni bir oluşum yapmalı, yeni bir kadro çıkarmalıdır'' diye konuşarak Kemal Kılıçdaroğlu'nun Genel Başkanlığı bırakması gerektiğini söyledi.



2 Şubat 2012 Perşembe

Onu Düzenlemek Kimseye Düşmez...!!! Çekin Pis Ellerinizi ATA'MIN üzerinden



MEB Özel Eğitim Kurumları Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan yönetmelik taslağı çok tartışılacak.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), kanun hükmünde kararnameyle (KHK) Teşkilat Yasası’ndan by-pass ettiği “Atatürk ilke ve ilkelerine bağlı yurttaş yetiştirme amacı” özel okullara da yansıdı. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, MEB Özel Eğitim Kurumları Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan yönetmelik taslağında pek çok tartışmalı düzenleme yer alıyor.

Bunlardan bazıları şöyle:

• Özel okullarda Atatürk’e tırpan: Özel okulların amaçları arasında yer alan “Öğrencileri Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir” ifadesi çıkarıldı.

• Atatürk köşesine by-pass: Özel okullardaki Atatürk köşesinin ayrıntılı olararak düzenlenmesine ilişkin hükümlerin tamamı çıkarılırken, Atatürk köşesinin kurumların girişinde temiz, düzenli ve kolayca görülebilecek en uygun yerde oluşturulması öngörüldü. Mevcut yönetmelikte, özel ilköğretim okullarında Atatürk köşelerinin okul binasının girişinde uygun bir yerde, temiz, düzenli, Atatürk’ün hayatını, inkılâplarını yansıtacak ve anlamlı bir kompozisyon oluşturacak şekilde düzenlenmesi hükmü yer alıyor.

• Gençliğe Hitabe kalkıyor: Özel ortaöğretim okullarındaki Atatürk köşelerinden Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi'nin kaldırılmasını öngörüyor. Mevcut yönetmelikte özel ortaöğretim okullarında Atatürk köşesinin zeminden yüksekte olması, Atatürk büstü veya maskının konulması, Atatürk’ün fotoğrafı, Türk bayrağı, İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi'nin uygun biçimde asılması, madalyon, gravür, Atatürk’ün eğitimle ilgili sözlerine yer verilmesine ilişkin hükümler bulunurken, taslakta bu hükümlerin tamamı çıkarılmış durumda.

• Yabancı okul adlarına vize: Özel öğretim kurumlarına verilecek adların “Türkçe olması” şartı kaldırıldı.

T.S.K.'DA BİR DÖNEM KAPANDI.



Artık Rütbe Farkı Yok..
Bir süredir demokratik ülkelerde olduğu gibi sivillerin kontrolüne sokulan, atılan demokratikleşme adımlarıyla siyasete karışmasının önüne geçilen TSK; bu kez kendi içinde çok ciddi bir demokratikleşme adımı atıyor:


Haberturk.com'un haberine göre, yıllardır şikayet edilen ama yine yıllardır değişmeyen "orduevlerinde rütbe ve sınıf ayrımı" uygulaması son buluyor. TSK'ya ait sosyal tesislerdeki yemek salonlarında, kuaförlerde, plajlarda rütbe farkı ortadan kalkıyor. En basite indirgersek, "SubayKuaförü," "Üstubay Kuaförü," "General Kuaförü" tabelaları iniyor!


AMAÇ: DAYANIŞMAYI ARTIRMAK
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel'in emri ve Genellkurmay II. Başkanı Org. Hulusi Akar imzasıyla ilgili birimlere gönderilen "Sosyal Tesislerin Kullanımı" konulu o yazı ele geçirildi.

İşte, Genekurmay Başkanlığı'ndan 16 Ocak 2012 tarihinde gönderilen ve "Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasındaki dayanışmayı artırmak, moral ve motivasyona katkıda bulunmak" amacıylaorduevleri, askeri gazinolar, sosyal tesisler ile TSKözel, özel/yerel ve kış eğitim merkezlerinde yapıldığı vurgulanan yeni düzenlemeleri içeren o belgede yazanlar:

--
1. Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasındaki dayanışmayı artırmak, moral ve motivasyona katkıda bulunmak maksadıyla; orduevleri, askeri gazinolar, sosyal tesisler ile TSK özel, özel/yerel ve kış eğitim merkezlerinde aşağıdaki düzenlemeler yapılacaktır.

a. Tesislerde genel kullanıma açık tüm yerlerde statüleri belirtilen (general, üstsubay, subay) bölümleme yapılmayacaktır.
b. Otel, oda, masa, koltuk grubu, asansör, plaj, yemek salonu, berber, kuaför, vb. Yerlerde statüleri gösteren her türlü yazıve işaret kaldırılacaktır.
c. Otel, lokanta vb. Kullanım alanlarından istifade etmek isteyen rütbe ve makam sahibi personel için rezervasyon yaptırılabilecektir.
ç. Özel misafirler, yabancı konuklar ve resmi toplantılar için ayrılan özel salonlar muhafaza edilecek, rütbe ve makam sahipleri ile yerli/yabancı misafirlere tahsis edilebilecektir.

2. Söz konusu uygulama ile personel arasındaki sevgi, saygı ve bağlılığın artırılmasına katkı sağlayacak sonuçlara ulaşılmasının, bu tesislerin kuruluşlarında oldukları Komutanlıkların ilgi ve yaklaşımına bağlı olduğu, bu konudaki en önemli görev ve sorumluluğun tesis yöneticilerinin üzerine düştüğü göz önünde tutulacaktır.

3. Orduevleri, askeri gazinolar, sosyal tesisler ve TSK özel, özel/yerel, yerel ve kış eğitim merkezlerinde statü farklılıklarının etkisinin en aza indirilerek tesislerden azami ölçüde yararlanılmasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gelenek ve göreneklerine uygun tavır ve davranışta bulunmaları hususunda, personel ve aileleri gerekli hassasiyet, gösterecektir.

GENERAL VE TEĞMEN BİRLİKTE ÇAY İÇECEK
Bugüne kadar, subay orduevine giren bir subay, kıdem ve rütbesine göre ağırlanıyor, bölümlemeler de buna uygun yapılıyordu. Mesela bir üsteğmen, üstsubay yazılı bölümlere giremiyor ve generaller kendi salonlarına, lokantalarına sahip oluyordu. Hatta asansörleri bile farklı olabiliyor, üzerinde de o asansörün hangi rütbeden askere ait olduğu belirtiliyordu. Daha da ötesi, aynı farklılıklar eşler ve aile fertleri için de geçerliydi. Eş ve ailelerin faydalandığı kuaförler, plajlar bile statülere göre ayrılıyordu. Mesela yan yana bulunan üç bayan kuaförünün üzerlerinde "Subay Kuaförü," "Üstubay Kuaförü," "General Kuaförü" yazıyordu..
Sözkonusu yazıyla işte bütün bu ayrımlar ortadan kalkıyor. Rütbe ayrımlarını belirten her türlü yazı ve tabelalar siliniyor. Bu, orgeneral ve teğmenin artık aynı masada yemek yiyeceği, çay içeceği anlamına geliyor.

KİMLER FAYDALANABİLİYOR?
Orduevleri, askeri gazinolar ve sosyal tesislere ilişkin 20 Ağustos 2000 tarihinde yayınlanan yönetmeliğin 3. bölüm, 10. maddesinde sözkonusu yerlerden kimlerin faydalanabileceği ise şöyle belirtiliyor:

Madde 10- Ordu evleri, askerî gazinolar ve sosyal tesislerden;
a) Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subay, astsubay ve emeklileri ile bunların bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri,
b) Muvazzaf veya emekli personelin, sağlık fişini kullanma hakkını kaybeden çocukları ve bunlardan evli olanların eşleri (gelin-damat) ile bakmakla yükümlü olunmayan baba ve annelerinden, günü birlik kart verilenler,
c) Tanınmış kişilerden oldukları için, 6/9/1961 tarihli ve 10889 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 31/3/1972 tarihli ve 14145 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan değişik 664 üncü maddesi hükümlerine göre garnizon komutanlıklarınca kart verilenler,
d) 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanununa tâbi yedek subaylar, faydalanır.
  

Ve Gençliğe Hitabe kalkıyor !




Yeni "özel okullar yönetmeliği", Atatürk ve 'Gençliğe Hitabe' tartışması yarattı.
Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Kurumları Genel Müdürlüğü'nce hazırlanan yönetmelik taslağında pek çok tartışmalı düzenleme yer alıyor.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre bunlardan bazıları şöyle:

- Özel okulların amaçları arasında yer alan "Öğrencileri Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir" ifadesi çıkarıldı.

TÜRKÇE İSİM ŞARTI KALKTI

- Özel ortaöğretim okullarındaki Atatürk köşelerinden Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sinin kaldırılmasını öngörülüyor. Mevcut yönetmelikte özel ortaöğretim okullarında Atatürk köşesinin zeminden yüksekte olması, Atatürk büstü veya maskının konulması, Atatürk'ün fotoğrafı, Türk bayrağı, İstiklal Marşı ve Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sinin uygun biçimde asılması, madalyon, gravür, Atatürk'ün eğitimle ilgili sözlerine yer verilmesine ilişkin hükümler bulunurken, taslakta bu hükümlerin tamamı çıkarılmış durumda.

-Yabancı okul adlarına vize: Özel öğretim kurumlarına verilecek adların "Türkçe olması" şartı kaldırıldı.


PKK Liderleri Neden Paketlenmiyor...?




Amerikan askerleri Usame bin Ladin’i nasıl aldıysa, bizimkiler de Karayılan’ı veya diğerlerini alamazlar mı?
Habertürk'ten Fatih Altaylı, örgütün lider kadrosundan 'Bir karayılan'ı, bir Fehman Hüseyin'i' 'Paketlemek Çok mu Zor?' dedi, SAT’ları, SAS’ları, bordo berelileri hatırlattı ve "Eğer bu askerlerimizin kabiliyetleri hakkında anlatılanlar doğru ise çok zor olmasa gerek." diyerek "Bunların yakalanıp getirilmesi halinde anlatacakları şeyler pek de hoşa gitmeyecek." mi imasında bulundu.

İşte Altaylı'nın yazısının ilgili bölümü:
Doğrusunu isterseniz ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, terör örgütünün lider kadrosunu ele geçirmek istemediğini düşünüyorum.
Öyle ya, 30 yıllık terörle mücadele tarihimizde yakalanıp bize teslim edilen Abdullah Öcalan ve örgütle kavga edip ayrılmak zorunda kaldıktan sonra peşmergelerin yardımıyla Türkiye sınırına yakın bir yerde aldığımız Şemdin Sakık dışında, örgütün lider kadrosundan hiç kimse ele geçirilemedi.
Yoksa çok mu zor bunları yakalayıp Türkiye’ye getirmek ya da yerinde ortadan kaldırmak.
Bir karayılan'ı, bir Fehman Hüseyin'i.
Neredeyse çocukluğumuzdan beri hikayeleriyle büyüdüğümüz SAT’larımız, SAS’larımız, bordo berelilerimiz yok mu?

Tüm savaş oyunlarında en iyi, en süper komandolar seçilen, sineği gözünden vuran, dağda aç susuz üç ay yaşayabilen, paraşütle atlayan, suyun dibinde giden müthiş askerlerimiz.
Çok mu zor bunlardan bir veya birkaç bölüğü Kandil’e indirmek.

Ani bir baskınla lider kadrodan birkaç kişiyi paketlemek.
Eğer bu askerlerimizin kabiliyetleri hakkında anlatılanlar doğru ise çok zor olmasa gerek.
Amerikan askerleri Usame bin Ladin’i nasıl aldıysa, bizimkiler de Karayılan’ı veya diğerlerini alamazlar mı?
Ya birisi çıksın desin ki:” Nerede bizde öyle kabiliyet.”

Ya da birisi çıksın desin ki: “Emretsinler beş dakikada alıp gelelim.”
30 yıldır bu niye yapılmadı hiçbir fikrim yok. Böyle bir olayın terör örgütüne vuracağı darbe, yaratacağı moral çöküntü tahayyül dahi edilemez.

Ama nedense yapılmıyor.
Nedense denenmiyor bile.
Niye bilmiyorum.
Aklıma tek bir şey geliyor.
Bunların yakalanıp getirilmesi halinde anlatacakları şeyler pek de hoşa gitmeyecek.
Eğer öyle ise vah bizim halimize.



ŞOK..ŞOK..ŞOK..İDDİA..Gizli Tanıktan Şok Çatlı İddiası



Ergenekon davasında dinlenilen ''Gizli tanık Poyraz'', Abdullah Çatlı ile Gonca Us'un Susurluk'taki kaza sırasında ölmediğini, boyunları kırılarak öldürüldüğünü iddia etti.


Birinci ''Ergenekon'' davasında dinlenilen ''Gizli tanık Poyraz'', Abdullah Çatlı ile Gonca Us'un Susurluk'taki kaza sırasında değil, boyunları kırılarak öldürüldüğünü, bunu Veli Küçük'ün de bildiğini iddia etti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada dinlenilen ''gizli tanık Poyraz'', savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in sorularını yanıtladı.

Pekgüzel'in ''Abdullah Çatlı'yı tanıyor musunuz?'' sorusuna gizli tanık, ''Allah rahmet eylesin, toprağı bol olsun'' diye yanıt verdi. Savcı Pekgüzel'in, tekrar tanıyıp tanımadığını sorduğu gizli tanık, aynı cevabı verdi.

Pekgüzel'in, ''Sedat Peker de aynı şeyi söylüyor'' sözleri üzerine gizli tanık, ''Sedat Peker onu tanımaz. Çatlı'yı çok iyi tanıyan Drej Ali, Muhsin başkandır. Çatlı'yı eskiler tanır. Peker'in yaşı yetmez'' dedi.

Pekgüzel'in Susurluk kazasıyla ilgili bilgisi olup olmadığını sorduğu gizli tanık, ''Kaza haberini ilk alan Veli Küçük'tür'' diyerek, Abdullah Çatlı ve Gonca Us'un kaza nedeniyle değil de 3-4 kişi tarafından boyunları kırılarak öldürüldüğünü iddia etti.

''Gizli tanık Poyraz'', kaza geçiren arabayı arkadan takip eden Sedat Bucak'ın koruması ''Abaza Yalçın''ın eski özel harekatçı olduğunu ifade ederek, ''Kaza yerine anında gelen Abaza Yalçın'dır. Ben Abaza Yalçın ile sohbet ettim. Bana kazadan değil de boyunları kırılarak öldürüldüğünü söyledi. Kaza haberini ilk alan Veli Küçük, boyunlarını kıran 3-4 kişi de biliyor. Bunları açıklasın. Benim çok iyi bilgim var ama ispatım yok'' şeklinde konuştu.

-''Babalar üstü baba''-

Gizli tanık, Sedat Peker'in yaşının genç, gözü kara ve atak olmasının Veli Küçük'ün dikkatini çektiğini belirterek, ''Veli Küçük tam aradığını bulmuştu. Sedat Peker gibi birini bulduğu için havalara uçuyordu. Küçük önce, Hadi Özcan'a, ardından da Kürşat Yılmaz'a babalar üstü baba olmayı teklif etti. Onlar kabul etmeyince de Sedat Peker'e teklif etti. Bundan sonra Sedat Peker'in etrafına Veli Küçük'ün itirafçıları yerleştirildi'' diye konuştu.

Peker'in arkasındaki gücün Veli Küçük ve Korkut Eken olduğunu söyleyen gizli tanık, ikinci ''Ergenekon'' davasının tutuksuz sanığı Adil Serdar Saçan'ın, Sedat Peker'i gözaltına aldığını belirterek şöyle devam etti:

''Önceleri Adil Serdar Saçan'ın adını duyan fellik fellik kaçıyordu. Peker'in gözaltına alınması ve güzelce bir sorgulanması üzerine Veli Küçük, Saçan'a tehditler yağdırdı. Araya Korkut Eken girdi. Daha sonra da Adil Serdar Saçan korktu, Küçük'ün tarafında geçti.''

Gizli, tanık, ikinci ''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ile Veli Küçük'ün birebir bağlantısı olduğunu da iddia etti.

Bu arada, mahkeme heyeti tarafından ''ara verildiği sırada sanıkların duruşma salonundan çıkabileceklerine'' ilişkin ara karar olmasına rağmen, bazı sanıkların Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese'den izin alarak salondan ayrıldıkları görüldü.

Tutuklu sanıklardan Veli Küçük de, gizli tanık kendisiyle ilgili iddialarda bulunduğu sırada, ''Dinlemek istemiyorum. Artık midem bulanıyor'' diyerek salondan ayrılmak istedi. Başkan Özese'nin ''Sizinle ilgili konuşuyor'' sözleri üzerine Küçük, avukatının salonda olduğunu belirterek, ayrıldı.

Duruşma ertelendi.

Memura 2012 İçin Öngörülen Zam Oranı




Yaklaşık 2,5 milyon memurun beklediği zam oranı kulislerde konuşulmaya devam ediyor. İşte memur ve memur emeklisi için 2012'de öngörülen zam oranı?...

Memur ve emeklisi için zam oranı bütçede şimdilik %11.25 öngörüldü. Oran görüşmede 1-2 puan artabilir.
Yaklaşık 2.5 milyon memur ve 2 milyon memur emeklisini ilgilendirecek Toplu Sözleşme Yasa Tasarısı 
Meclis'te kanunlaşma yolunda. Toplu Sözleşme öncesinde tasarı ile ilgili tartışmalar sürerken, yapılacak zammın bütçeye konan paraya göre yüzde 10 civarında olacağı ortaya çıktı. Edinilen bilgiye göre 2012 bütçesine memur zammı için yaklaşık yüzde 2.5 + 2.5 artış öngören kaynak konuldu. Buna ilaveten Toplu Sözleşme görüşmeleri de düşünülerek, 5 milyar lira dolaylarında bir ilave ödenek de ayrıldı. Hesaplamalara göre memura 1 puan ilave zam yapılması yaklaşık 800 milyon liralık bir kaynak gerektiriyor. Bu da 6.25'lik bir artış demek. Bütün bu hesaplamalara göre bütçedeki kaynak yıllık olarak memura yüzde 11.25 civarında bir zam yapılmasının öngörüldüğünü gösteriyor. Tabi toplu sözleşme görüşmelerinde bu miktarın değişmesi büyük ihtimal dahilinde. Burada 1-2 puanlık bir artışında söz konusu olabileceği konuşuluyor.

SENDİKA TEPKİSİ

Öte yandan toplu sözleşme görüşmelerinde memur tarafının başkanlığını yapacak olan Memur-Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu, mevcut tasarının yeterli olmadığını belirterek, "'Daha önce mutabakata vardığımız temel konulardan biri olan hizmet kolu toplu sözleşmesinde her iki bakanla uzlaşmıştık. Bu uzlaşmaya göre yetkili sendikalar, hizmet kollarını ilgilendiren döner sermaye, ek ders ücreti gibi konuları sözleşme maddesi haline getireceklerdi. TBMM'ye sevk edilen tasarıda ise bütün bunlar yok sayılmış'' dedi. Türkiye Kamu Sen ise yaptığı açıklamada, tasarının arzu edilen noktada olmadığını belirtti.

HAKLAR KAYBOLMAZ

Memurların toplu sözleşme sonunda alacakları zam oranları tarih ne olursa olsun, 1 Ocak 2012'den itibaren geçerli olacak ve fark toplu olarak ödenecek.

"Kulüpler kurtarılmaya çalışılmaktadır!"



Aziz Yıldırım avukatları aracılığıyla yaptığı yazılı açıklamada, "Bugün tarihi bir toplantı yapılmaktadır. 58. Madde’de herhangi bir değişiklik yapılmasına dair bir gündem olmamasına rağmen, bu madde içinde yer almayan puan silme getirilmeye ve bu şekilde bazı kulüpler kurtarılmaya çalışılmaktadır"
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, avukatları aracılığıyla açıklama yaptı. Yıldırım'ın açıklaması şöyle:

"Türkiye Futbol Federasyonu Genel Kurulu’na,

Bugün tarihi bir toplantı yapılmaktadır. 58. Madde’de herhangi bir değişiklik yapılmasına dair bir gündem olmamasına rağmen, bu madde içinde yer almayan puan silme getirilmeye ve bu şekilde bazı kulüpler kurtarılmaya çalışılmaktadır.

Bu girişim, Türk sporunun üzerinde kara bir leke olarak kalacaktır. Bu Genel Kurul'un görevi, 1959’dan beri olan Türkiye liglerinin araştırılması için Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmak olmalıdır.

İşte o zaman tarih sizleri kahraman olarak anacaktır. Aksi halde ise Türk sporuna verdiğiniz zarardan dolayı, en azından vicdanlarda yargılanacaksınız.

Fenerbahçe Spor Kulübü olarak, puan silme düzenlemesinin tamamına karşıyız; zira biz ’en az’ orada olanlar kadar temiziz.

Bu dava, şike ve teşvik davası değildir; bu davanın aslında ne olduğunu süreç içinde göreceğiz"

BAHÇELİ'DEN ŞOK İDDİA.



Bahçeli'den Anıtkabir İddiası
MHP lideri Devlet Bahçeli, hükümeti sinsi ve gizli planlarını devreye sokmakla eleştirirken ilginç bir öngörüde bulundu. Bahçeli, Anıtkabir'in botanik parkına çevrilebileceğini iddia etti.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Türkiye'nin geçtiği dönem ve son siyasi gelişmeler hakkında yazılı bir açıklama yaptı.

Bahçeli, "Dersim ayaklanmasını gündeme taşıyan sorumsuzlukla büyüyen gedik; Menemen tartışmasıyla açılmış, Uludere meselesiyle derinleşmiş, Yüksekova davasıyla boyut değiştirmiş, 'Hepimiz Ermeniyiz' hezeyanlarıyla çıtasını yükseltmiştir. Hükümet, gündemi işgal eden her konuyu fırsat bilerek, sinsi ve gizli planlarını bugüne kadar anında devreye sokmuştur" dedi.

"AKP'NİN EKTİĞİ AYRILIK TOHUMLARININ BOY ATMAYA BAŞLADI"

Bahçeli, "AKP hükümetinin özgürleşme ve demokratikleşme olarak övdüğü Arap Baharı dalgası, görüldüğü kadarıyla otoriter hevesleri beslemiş, değişim dinamiklerinin doğal mecrasını tıkamış ve daraltmıştır. Mısır ve Libya örnekleri bunun için iyi bir misal teşkil etmiştir. Dışarıda özet olarak bunlar olurken, ülkemizde taşlar yerinden oynamakta, AKP'nin yaydığı fitnenin ve ektiği ayrılık tohumlarının boy atmaya başladığı görülmektedir. Bu kapsamda birbirine eklemlenerek güçlenen ve sürdürülebilir bir içerik kazanan vahamet halkaları, aziz milletimizin önünü kesmekte, geçiş ve ilerleyiş güzergâhını tuzaklamaktadır" dedi.


"HÜKÜMET SİNSİ VE GİZLİ PLANLARINI BUGÜNE KADAR ANINDA DEVREYE SOKMUŞTUR"

Bahçeli, "Dersim ayaklanmasını gündeme taşıyan sorumsuzlukla büyüyen gedik; Menemen tartışmasıyla açılmış, Uludere meselesiyle derinleşmiş, Yüksekova davasıyla boyut değiştirmiş, "Hepimiz Ermeniyiz" hezeyanlarıyla çıtasını yükseltmiştir. Hükümet, gündemi işgal eden her konuyu fırsat bilerek, sinsi ve gizli planlarını bugüne kadar anında devreye sokmuştur. Bu kapsamda olmak üzere; Başbakan'ın rahatsızlığı; timsah gözyaşlarını döken içten pazarlıkçı hükümet üyesine, herkesin kimliğini tanıma çıkışını yapma konusunda uygun zemin teşkil etmiş, Sürekli gündemde bulunan ve her meselenin doğrudan tarafı haline gelen bir grubun, yine bu dönemde şike konusu etrafında AKP'ye meydan okuması işitilmiş, Uludere tartışmaları sürerken 19 Mayıs törenleriyle ilgili çarpık ve art niyetli girişimlerin açığa çıkmasına şahitlik edilmiştir. Bundan sonra Anıtkabir'in botanik parkına çevrilmesi, İstiklal Marşı'nın susturulması, bölücülüğün tetikçisi olanlar tarafından önerilen okullardan "Andımızın"kaldırılması da etaplar halinde uygulamaya geçilebilecektir" dedi.

Astsubaydan şok eden itiraflar




Hrant Dink davası duruşma savcısı ile soruşturma savcısının istediği Zirve Yayınevi cinayetleriyle ilgili soruşturma dosyasından Astsubay Göktürk’ün şok itirafları çıktı.

Malatya Zirve Katliamı soruşturmasında, Başçavuş Murat Göktürk’ün sorgusu sırasında 107 soruya verdiği 21 sayfalık cevaplarda Zirve Katliamına doğru ilerleyen süreci adım adım anlattığı iddia edildi.
Jandarmanın katliamdan bir yıl önce Malatya’da misyonerlik faliyetlerini takibe başladığını belirten Göktürk, kendisine de Zirve Yayınevi çalışanlarına ilişkin bilgi toplatıldığını söyledi. O dönemde, 2. Ordu Karargahı’nda da her hafta misyonerlik toplantısı yapıldığını belirten Göktürk, katliam günü Ergenekon davası sanığı Hurşit Tolon’un da Malatya’da olduğunu iddia etti.

İki şehre farklı görev verildi
Star Gazetesi'nin haberine göre Zirve Katliamı’nı soruşturan savcıya ifade veren Astsubay Murat Göktürk, ‘misyonerlik faliyetlerine’ ilişkin toplantıların 2006’da Kayseri Jandarma Bölge Komutanı Harun Ocaklı’nın yazılı emriyle başladığını ve “Niğde’ye Hizbullah, Malatya’ya Misyonerlik” konusu verildiğini söyledi. Malayta İl Jandarma Alay Komutanı Albay Mehmet Ülger’ın talimatıyla 2007’de Mersin’de Ruhi Abat, Abdullah Atılgan ve İlker Çınar’la toplandıklarını ve Abat’ın misyonerlik seminerleri verdiğini verdiğini söyledi.
2. Ordu’da misyonerlik toplantıları
Malatya’da kaç misyonerin bulunduğu ve bunlara ait olduğu belirtilen kilise evlerin sayısı hakkında Jandarma istihbaratının çalışmalarını da anlatan Göktürk “Misyonerlikle ilgili kişi bazında değil bölgesel anlamda bir çalışma yaptık. Haber alma elemanlarından alınan bilgilere göre biz 30-40 tane ev olduğunu yazdık. Ayrıca 2. Ordu Komutanlığı’nda düzenli olarak yapılan haftalık toplantılarda da bu konular gündeme geliyordu. O dönemde Ordu Komutanı Şükrü Sarıışık’tı. Bu toplantılara MİT ve Emniyet mensupları da katılırdı. Ancak İlker Çınar’ın Malatya’ya gelip eski İl Jandarma Komutanlığı binası içerisinde Haydar Yeşil, Mehmet Ülger ve Ruhi Abat’la bir araya geldiğini biliyorum. Ben bu görüşmeye katılmadım” dedi.
Abat, Ülger’le birlikte rapor yazdı
Astsubay Göktürk “Ruhi hoca (Abat) bazı yazıları getirirdi, Mehmet Ülger’le kendi odasında konuşup bazı raporlar yazardı. Bu raporları biz görmezdik, hatta üst yazı orada yazılırdı. Ruhi Abat benim kayıtlı elemanım değildi, ancak bizzat Alay Komutanı ve Haydar Yeşil ile yaptığı görüşmeler sonucu kendisine para verildiğini duydum” dedi. Albay Mehmet Ülger’in misyonerlik ile ilgili tüm çalışmalarını Ruhi Abat ile beraber organize ettiklerini kaydeden Göktürk, “Biz hizmet gereği yapıyorduk. Ancak Ruhi Abat’la samimi olduktan sonraki süreçte beni görevlerden soğuttu” diye konuştu.

Zirve çalışanlarının bilgisi istendi
Mehmet Ülger, Haydar Yeşil, Ruhi Abat ve İlker Çınar’ın katıldığı İl Jandarma Komutanlığında düzenlenen Misyonerlik çalıştayına alınmadığını anlatan Göktürk, “Ben toplantıda yoktum, ancak bana misyonerlikle alakalı görevlerin tamamını istihbaratçı olmamız sebebiyle Haydar Yeşil tarafından verilirdi. Zaman zaman da Alay Komutanı da çağırıp bu konuda görev veriyordu. Toplantıdan sonra bu Zirve Yayınevinin çalışanların kim olduğuna dair benden bilgi istediler. Ben de yazıp verdim, Necati Aydın ve Uğur Yüksel’i tanımam. İsimlerini orada Zirve Yayınevi’nde çalıştıkları için duymuştum, kendilerini tanımam” şeklinde konuştu.
Birbirlerini ziyaret ederlerdi

Ergenekon tutuklu sanığı Hurşit Tolon’un Malatya Zirve Yayınevi cinayetinin olduğu gün Malatya’da olduğunu da doğrulayan Göktürk “Hurşit Tolon’un cinayet günü seminer dolayısıyla Malatya’da İnönü Üniversitesi’nde olduğunu duydum. Niye geldiğini bilmiyorum. Rektör Fatih Hilmioğlu ile görüşürdü. Mehmet Ülger de Fatih Hilmioğlu ile çok samimiydi. Birbirlerini ziyaret ederlerdi. Ayrıca Rektör Fatih Hilmioğlu Ordu Komutanı Hasan Iğsız’la da sık sık görüşürdü” dedi.


Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...