31 Temmuz 2011 Pazar

TSK'nın komuta kademesindeki istifalar, hükümetin elini güçlendirdi!


TSK'daki istifa krizi çözülürken, askerin tavrı da tartışma konusu oldu. Avrupa Parlemantosu Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten, Türkiye'nin her geçen gün daha demokratik bir ülke olma yolunda ilerlediğini söylerlerken Doç. Dr. Cengiz Anık, askerin istifalarla hükümetin elini güçlendirdiğini iddia etti. Doç. Dr. Anık'a göre Türkiye'de askeri vesayet bu istifalarla sona erdi.


Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten  Türkiye'de demokrasinin her geçen gün kuvvetlendiğini soyledi. 

Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının istifasi üzerine yorum yapan Oomen-Ruijten: "Türkiye her geçen gün demokratik kurumların askeri kararları aldığı demokratik
bir ülke olma yolunda ilerliyor." dedi.
Zaman'da yer alan habere göre Oomen-Ruijten Türk siyasetinden gelen tepkilerin sorulması üzerine "Bu aşamada başka bir yorum yapmak istemiyorum." dedi. Oomen-Ruijten, yazdığı Türkiye raporlarında askerin siyaset üzerindeki etkisini sürekli eleştiri konusu yapıyordu.

ASKER HÜKÜMETİN ELİNİ RAHATLATTI

İstifalarla ilgili bir açıklama da Doç. Dr. Cengiz Anık'tan geldi. Siyasal iletişim uzmanı G.Ü Öğretim Üyesi Cengiz Anık, istifaları demokrasi yolunda "yeni doğum sancıları" olarak nitelendirdi. Emekliye ayrılacak kuvvet komutanlarının istifalarıyla, TSK'nın komuta kademesinde çok şey değişmediğini söyleyen Anık, Türkiye'nin köklü bir askeri geleneğe sahip olduğunu, kriz gibi görülen istifaların yerine bir iki günde atamaların yapılacağını ifade etti. Anık, açıklamasında şunları söyledi:

"Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının istifa etmesi veya emeklilik talepleri, bu haliyle Türkiye’de ilktir. "Askeri vesayetten, sivil alan kurtuluyor" yorumlarına mesnet teşkil ettiği için, Özal’ın, dönemin Genelkurmay Başkanını istifa ettirmesini günlerce konuşmuştuk. Bugün ise çok daha farklı bir süreci yaşıyoruz. 

Bugün pek çok askeri yetkili yargılanmaktadır ve mahkeme birkaç gün önce YAŞ arefesinde bir kaç üst düzey askeri yetkilinin daha yakalanması kararını vermiştir. 
Elbette YAŞ konusunda ciddi açmazlar vardır. Adı "şura" olmakla birlikte Kurul, oldukça etkin bir karar mekanizmasıdır. Kimlerin general olacağına karar vermekle, uzun yıllara sirayet eden askeri bir statüko tesis etmektedir. Dış güvenlikle ilgili en etkin komuta kademelerinin teşekkül ettirildiği bir mekanizmada Dış İşleri, iç güvenlikle ilgili olarak İç İşleri Bakanlıkları’nın hiçbir dahli yoktur. 

"KRİZ SOĞUKKANLI DEĞERLENDİRİLMELİ"

Bununla birlikte, istifa veya emeklilik krizi gene de soğukkanlı değerlendirilmelidir. Siyasal iktidar bana göre, bu kadar çok sayıda askerin yargı kıskacına alınmış olmasından hoşnut değildir. Son mahkeme kararı da muhtemelen en fazla hükümeti sıkıntıya sokmuştur. Zira teröre her gün birkaç kurban verilmesinin faturası en fazla hükümete kesilmektedir. Yani Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, “yargıya müdahale etmediğiniz için size tavı olsun diye biz görevlerimizden ayrılıyoruz”  anlamında yorumlanabilecek bir kriz yaratmaları, esasen bana göre hükümeti çok rahatlatmıştır. 

"TÜRKİYE ASKERİ VESAYETTEN KURTULDU"

Dolayısıyla askeri vesayet zaten önemli ölçüde azalmıştı ama asıl şu andan itibaren, artık,  asker üzerinde sivil insiyatif  tesis edilmiş olacaktır. Bu durumu, ülkemizde demokratik geleneğin yerleşmesi açısından, biz siviller memnuniyetle karşılıyoruz. Ama gene de sivil inisiyatif, soğukkanlı davranmalı ve “güç bende artık”naraları atarak yönetsel rasyonaliteye gözlerini asla kapatmamalıdır. Kısacası, bu seferki kriz iyi haberdir. Ama bu krizi siyasal iktidar iyi yönetemez ve bu sınavdan başarıyla çıkamazsa, ülke geleceğimiz açısından kötü bir haberi  şimdiden almış olduğumuzu belirtelim.

Kaynak : http://www.internethaber.com/istifalar-hukumetin-elini-guclendirdi-362409h.htm#ixzz1TdB9t7vc

30 Temmuz 2011 Cumartesi

KUTLU BİR GÖNÜL...




Ey Allah’ım! Ey Rabbimiz! Bizi cehennem ateşinden halas eyle,muhafaza et,necat ver!
Allah’ım, bize afiyet ver,bizi iyilerle birlikte pak ve temiz diyarın olan cennetine koy. Bunu sadece affınla yap,ey kullarını azaptan koruyan Mücir! Fazl ve kereminle olsun,ey bütün günahları bağışlayan Gafur! Ben, şu kıymetli ve şerefli isimlerinin,şu yüce ve latif sıfatlarının hakkı için istiyor ve yalvarıyorum ki, Efendimiz Muhammed Aleyhisselatü Vesselama,onun yaptığı iyilikler sayısınca selat ve selam eyle!
Allah’ın ismiyle. Allah bana kafi. Allah’tan başka ilah yok. Allah her şeye şahit. De ki; O Allah’tır. Allah’ın dilediği olur. Rabbim Allah’tır. Allah’ın şanı yücedir. Allah alidir. Allah’a tevekkül edip güvendim. Allah onlara karşı kafidir. O her şeyi işiten ve bilendir!
Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin. Ey kendisinden başka ilah olmayan Allah’ım! Eman ver bize,eman diliyorum. Sana olan medh ve senaları sayıp dökemiyorum. Sen, zatını övdüğün gibisin. Ey bütün kemal sıfatları taşıyan hakiki Ma’bud olan Allah! Ey bütün mahlukata rızık verip merhamet eden Rahman! Ey ahirette salih kullarına lütuflarda bulunacak Rahim! Ey bütün günahları bağışlayan Gafur! Ey kullarının ibadet ve şükürlerine bol mükafatla karşılık veren Şekur!
Zatın için saydığın güzel isimlerin,yüce sıfatların ve eksiksiz kelimelerin hakkı için Senden istiyor ve yalvarıyorum ki; beni,anamı,babamı,bütün erkek ve kadın mümin ve Müslümanlardan hayatta olan ve ölenleri bağışla!
Bize öyle bir merhamette bulun ki, Senden başkasının merhametine ihtiyacımız kalmasın! Dünyada ve ahirette ihtiyaçlarımızı yerine getir ve dilediğimizi ihsan eyle! Dünyadan ayrılırken son nefesimizi saadet,şehadet,ikram ve müjde ile vermemizi nasip eyle!



Bizim adımıza Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellemi- layık ve müstehak olduğu şeylerle mükafatlandır. Gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bizi ne nefsimize,ne de yarattıklarından hiç birine havale etme! İşlerimizi ıslah edip yoluna koy! Bizi hiç zail olmayan ilim ve sıyanetinle himaye eyle! Ayrı yaşanamayan desteğinle bizleri muhafaza eyle, ey celal ve ikram sahibi!
Bizden ve bu isimleri üzerinde taşıyan kimselerden cin,insan ve şeytanlardan gelecek afetleri, yer sarsıntılarını ve Allah korkusundan meydana gelen dağ parçalanışlarını,taun ve veba musibetini,kem gözleri,vücut ağrılarını ve diğer felaketleri def eyle! Bizi bütün şer ve kötülüklerden muhafaza et. Rahmetinle bize dünyada ve ahirette selamet,afiyet,ve hayır nasip eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi!
Ey Allah’ım! Efendimiz Muhammed –sallallahu aleyhi ve sellem-e onun al ve Ashabına salat-u selamlar olsun.
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun!

28 Temmuz 2011 Perşembe

YEMİN VE YEMİN ÇEŞİTLERİ




2001 Âyet-i Kerîme'de: "Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz" buyurulmuştur. Dolayısıyla önce "YEMİN-İ LAĞV" üzerinde duralım. Esâsen Hanefi fûkahası; Allahû Teâla (cc) adına yapılan yemini üçe ayırmıştır. Birincisi: Yemin-i Lağv. İkincisi: Yemin-i Gâmus. Üçüncüsü: Yemin-i Mün'akide'dir.

YEMİN-İ LAĞV: Lağv yemin; hiçbir şer'i hükmü olmayan yemindir. Hz. Aişe (ranha) vâlidemiz şöyle târif etmiştir: "Lağv yemin, kişinin hiçbir kasdı olmaksızın "VAllahi böyledir" veya "VAllahi böyle değildir" demesidir. İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Kişi zan üzere bir şeyin olacağına yemin eder ki gerçekten böyle değildir. Madem ki yemini yapan kişi; olan herhangi bir fiili zannı gâlip ile bildiğinden dolayı yapmaktadır ve bu iş hiç de onun sandığı gibi değildir. Bu yemin lağv yemindir. Çünkü o bu yemini kandırmak ve hile yapmak için yapmamıştır"

YEMİN-İ GÂMUS: Bir kimsenin yalan olduğunu bile bile ve kasden yaptığı yemindir. İnsanları aldatmak için; kendisi, aksinin sâbit olduğunu bildiği halde, Allah (cc)'ın adını kullanarak yemin eden kimse "Gâmus (Büyük, Günâha sokan) yemin" yapmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse yalan yere yemin ederse, Allahû Teâla (cc) onu cehennem ateşine koyar"buyurduğu bilinmektedir. Bunun dışında Abdullah b. Amr b. As (ra)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (sav) bir bedevinin büyük günâhlarla ilgili sualine cevap verirken, bunlar arasında "Yemin-i Gâmus'u" da zikretmiştir. Bedevi, yemin-i gâmus'un ne olduğunu sorunca Resûlullah (sav): "- Gâmus yemin; müslümanın malını elinden almak için yapılan hileli yemine denir" buyurmuştur. Hanefi fûkahası: "Gamûs yeminin keffâreti yoktur. Çünkü keffâret; günahların örtülmesi için, şer'i şerifin koyduğu hududlardır.

YEMİNİ BOZMAK VE KEFFÂRET

Allahû Teâla (cc)'ya itaat etmek ve sâlih ameller işlemek hususunda; yemin eden bir kimsenin, yemininden rücû etmemesi gerekir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Karşılıklı muahede yaptığınız vakit, Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın. (Nasıl olur ki) üzerinize Allah'ı kefil yapmışsınızdır. Şüphe yok ki Allah ne yapacağınızı bilir"hükmü beyan buyurulmuştur. Allahû Teâla (cc)'nın adını anarak ve O'nu kefil yaparak; İslâm'ın meşrû kabul ettiği bir işi yapmak için, yemin eden kimseye muhayyerlik yoktur. Eğer yeminini bozarsa; keffâret gündeme girer. Keffâret'in mâhiyeti üzerinde daha önce durmuştuk!..Şimdi yemin keffâretini izaha gayret edelim.

Kur'ân-ı Kerîm'de: ".. (Yeminin) Keffâreti; ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek, yahud bir köle azâd etmektir. Fakat kim (bunları) bulamaz, (bulmaya muktedir olamaz) sa üç gün oruç tutması lâzımdır. İşte bu and (yemin) ettiğiniz vakit (onları bozmanın) keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza ediniz. Allah ayetlerini size böylece açıklıyor. Tâ ki şükredesiniz"hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in döneminde; yemin keffâreti için yoksula ne kadar verildiğini izâh için, İmam-ı Buhari "Kitabû'l Keffâret" adı altında ayrı bir bölüm ayırmıştır.Hanefi fûkahası: "Yemini bozmadan, keffâret vermek câiz değildir. Çünkü kitap ve sünnet'te; yeminin bozulmasından sonra keffâret'in sözkonusu olacağı sarihtir. Gücü yeten kimse; şu üç şeyden birisi ile yemin keffâretini yerine getirir.
Birincisi: Köle azâd etmektir. Zıhâr keffaretinde câiz olan,burada da câizdir.
İkincisi: On yoksulu giydirmektir. Her fakire bir veya daha fazla giyecek verir. Bunun asgarisi; fâkirin namazının caiz olacağı kadar giyindirilmesidir.
Üçüncüsü: On yoksulun doyurulmasıdır. Bu da tıpkı zıhâr keffaretinde olduğu gibidir"hükmünde müttefiktir. Ancak yukarıda zikredilenlerin hiçbirisine gücü yetmezse; arka arkaya üç gün oruç tutmak mecburiyetindedir. İmkânı varken; borçlu olsa bile, oruç tutması câiz olmaz!.. Zira oruç; gücü yetmeyen (Çok fakir olan) kimseler için meşrû kılınmıştır.

BESMELE NASIL VE NE ZAMAN SÖYLENMELİDİR?

Besmele'den maksad; Allahû Teâla (cc)'nın herhangi bir ismini zikretmektir. Esasen meşru olan her işe başlarken "Besmele" çekilmelidir. Aksi takdirde; yapılan amelde bereketsizlik ortaya çıkar.Kur'ân-ı Kerîm'de: "Artık üzerine Allah'ın ismi anılan (besmele çekilen hayvan)lardan yeyiniz. Eğer O'nun ayetlerine iman edenler (den) iseniz"hükmü beyan buyurulmuştur. Kesilecek hayvanı kesecek olan kimsenin kıbleye doğru yönelmesi sünnettir.

Daha sonra sesli olarak;

"Bismillâh-Allahû Ekber-Allahû A'zam-Allahû'r-Rahman, Allâhu'r-Rahim ve bunlar gibi" Allah'ın isimleri anılır. Tehlil (Lâ ilâhe illâllah), Tesbih (Sübhânâllah) veya Tahmid (El-Hamdû Li'llâh) demek de mümkündür.Fakat dua hükmünde olan ibâreler (Allahümmağfirli -Allah'ım bana mağfiret et gibi) besmele hükmünde değildir. Allahû Teâla (cc)'nın ismini Arapça söylemek şart değildir. Ancak müslümanların; başta besmele olmak üzere, namazlarını edâ edebilecek kadar sûreyi (Hangi kavimden olursa olsun) ezberlemeleri farzdır. Fakat yeni müslüman olmuş bir kimse; kendi kavminin diliyle Allah (cc)'ın adını anarak hayvanı kesse yenilir.

Çünkü farklı dillerle de olsa;
Allahû Teâla (cc)'nın adını anmak kâfidir.

AllahÛ TEÂLA (CC)'DAN GAYRİ İLE YAPILAN YEMİN'İN ŞARTLARI

1) Yemin eden kimse;
boşamayı veya köle azad etmeyi şart koşmuşsa, bu câizdir. Çünkü cezâ; yeminin bağlanmasının şartıdır.
2) Kendi üzerine yemin edilen şey; gelecekte yapılacak bir iş olmalıdır.
3) Allah'ın ismi; yeminin rüknünde söylenmelidir. İstisnâ belirten herhangi bir hüküm beyan edilmemelidir.
4) Yeminde; şart ile cezâ arasında bir engel bulunmamalıdır
.

NİKÂH'IN SIFATI

Dürri'l Muhtar'da: "Nikâh tevakan (şiddetli şehvet) halinde vacip olur. Nikâhlanmadığı takdirde yüzde-yüz zina edeceğini bilirse farz olur. (Nihaye). Bu mehir ve nafakaya malik olduğuna göredir. Aksi takdirde (Mali durumu yerinde değilse) terkinden dolayı günahkâr olmaz. (Bedai). Esas kavle göre, itidal halinde "Sünnet-i Müekkede" olur ve terkinden dolayı günaha girer. Namuslu olmayı ve çocuk doğurmayı niyet ederse sevab kazanır. İtidalden murad; cimaya, mehir ve nafakayı vermeye kadir olmaktır. Mehir sahibi vacib olduğunu tercih etmiştir. Çünkü, Peygamber (sav) nikâhlı olmaya devam buyurmuş, ondan yüz çevireni inkar etmiştir"hükmü kayıtlıdır. Fetava-ı Hindiyye de; "Nikâh itidal halinde müekked sünnettir. İhtiyaç halinde (Şiddetli şehvet duygusu bulunduğu durumda) evlenmek ise farzdır. Zulüm ve korku (kul hukukuna riayet edememe) halinde nikâhlanmak mekruhtur. El İhtiyar Şerhû'l Muhtar'da da böyledir"denilmektedir.
Mali durumu yeterli olmayan veya aile hukukunu koruyamayacağı hususunda endişeye kapılan kimsenin evlenmesi mekruhtur. İbn-i Nüceym, "Zinadan korunmanın farz olduğunu;" esas olarak: Evlendiği takdirde zinadan korunacağı, aksi takdirde zinaya düşeceği zann-ı galib'le sabit olan kimse, aile hukukuna riayet edemeyeceği ve eşine cefa edeceği korkusu bulunsa bile evlenmesi gerekir"hükmünü zikreder. Ancak, evlenmese dahi, "Zina'ya düşmeyeceğini" bilen ve evlendiği takdirde yüzde yüz zulmedeceğini hisseden kimsenin evlenmemesi esastır.İbn-i Abidin: "Çünkü, nikâh ancak nefsi iffetlendirmek ve savab kazanmak gibi yararlarından dolayı meşru olmuştur. Kadına zulmetmekle ise günaha girer; haram fiilleri irtikab eder. Böylece bu zararlıların üstün gelmesiyle yararlı tarafları yok olup gider... Zahire bakılırsa, sünneti yerine getirmek maksadıyla değil de, mücerred şehveti gidermek niyetiyle evlenir ve birşeyden korkmazsa, bundan sevap kazanmaz. Çünkü sevap ancak niyetle kazanılır. Binaenaleyh bu nikâh mübahtır. Nasıl ki şehvetini gidermek için cima etmek de böyledir.

Lakin Resûlullah (sav)'a: "- Bizden birimiz şehvetini gideriyor. O halde ona nasıl sevab veriliyor?" diye sorulduğunda, şu manada bir cevap vermiştir: "- Ne dersin, şehvetini haramla giderse idi, cezalandırılmayacak mı idi". Bu cevap mutlak olarak sevab verileceğini ifade etmektedir. Meğer ki, "Hadisten murad, nefsin iffetini korumak için şehvetini gidermektir" denile!.. Eşbah sahibinin açıkladığına göre, nikâh sünnet-i müekkede'dir. Binaenaleyh niyete muhtaçtır. Sonunda şöyle denilmiştir: "Mübah fiillere gelince; niyetine göre bunların sıfatları değişir. Bunlardan ibadete kuvvet kazanmak veya ibadetlere erişmek kastedilirse ibadet olur. Yemek, uyumak, mal kazanmak ve cima etmek kabilindendir. Sonra Fetih sahibinin şunları söylediğini gördüm: "Evvelce söylemiştik ki; nikâh bir niyetle yapılmazsa mübah olur. Çünkü bu takdirde ondan maksat mücerred şehveti gidermek olur. Adeten esası ise bunun hilafınadır. Bende derim ki: Onda fazilet vardır. Şu cihetten ki, o kimse meşru olmayan bir yoldan şehvetini giderebilirdi. Bazen bundan meşakkatler lazım geleceğini bildiği halde nikâha dönmesinde günahı terk kasdı vardır."hükmünü beyan ediyor.

NİKÂH'IN RÜKNÜ

Fetava-ı Hindiyye'de: "Nikâhın rüknü, icab ve kabûlden ibarettir. Kafide de böyledir. İcab, hangi taraftan olursa olsun (Erkek veya kadın) önce birisinin "Aldım" veya "Vardım" diye bir söz söylemesidir. Kabul ise bu sözün müsbet olan cevabıdır, İnaye'de de böyledir"hükmü kayıtlıdır. Hanefi fûkahası: "Nikâh, icâb ve kabul ile akdedilir. Bu icâb ve kabul mazi sigasıyla ifade edilen veya biri mazi, diğeri muzari sigasıyla ifade edilen iki lafızla olur"hükmünde müttefiktir. Mesela: "Seni zevc veya zevce olarak aldım" gibi!.. Veya "Kendini bana nikâh et" sözüne karşılık, diğeri "Nikâhladım", "Seni zevce olarak aldım" derse, akid sahih olur.

NİKÂH'IN ŞARTLARI

1)              Nikâhlanan kimselerin, akıl baliğ ve nikâh akdi konusunda hür olmaları şarttır. Akıl; nikâh akdi hususunda asli şarttır. Mecnunun ve aklı ermeyen çocuğun nikâh akdetmesi sahih olmaz. Diğer iki şart ise; nikâhın infaz edilmesinin şartıdır. Akıllı çocuğun nikâhı, velisinin izni ile akdedilir. Bedai'de böyledir.
2) Şer'i şerifin; nikâhlanmasını helâl kıldığı bir kadının bulunması da nikâhın şartlarındandır. Nihaye'de böyledir.
3) Nikâhı akdedenlerden her birisinin (Kadın ve erkeğin) sözünü, diğerinin işitmesi şarttır. Fetava-ı Kadıhan'da da böyledir. Nikâh, her ikisinin de anlamadığı bir sözle (Farklı farklı lisanlarla) akdedilmiş olsa, yine de sahih olur. Muhtar olan kavil budur. Muhtarü'l Feteva'da da böyle zikredilmiştir.
4) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nikâh, ancak şahidlerle olur"(25) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla nikâh akdedilirken şahidlerin bulunmaları da şarttır. Alimlerimizin tamamı, şahidlerin bulunmasını nikâhın caiz olmasının şartlarından saymışlardır. Bedai'de de böyledir. Nikâhta şahit olan kimselerin şahitliklerinin sahih olabilmesi için; şu dört şartın o kimselerde bulunması gerekir:
a) Müslüman olmak,
b) Hür olmak,
c) Akıllı olmak,
d) Bulûğa ermiş olmak!..
Kölelerin şahitliği ile nikâh kıyılmaz. Bunların müdebber veya mükateb olmaları arasında da bir fark yoktur. Delilerin ve çocukların şahitlikleriyle de nikâh akdedilmez. Müslümanın nikâhında, kâfirin şahitliği geçerli değildir. Bahru'r Raik'te de böyledir.
5) Nikâhın sahih olması için; şahitlerin her iki tarafın (erkek ve kadının) söylediklerini de duymaları şarttır. Fethu'l Kadir'de de böyledir. Akid esnasında; iki tarafın da sözlerini işitmeyen kimselerin (Mesalâ bu esnada uyumakta olan iki şahit'in) hazır bulunması ile kıyılan nikâh mün'akid olmaz. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir.

NİKÂH'IN HÜKÜMLERİ

Nikâhın sahih bir şekilde akdedilmesinden sonra, şu hükümler gündeme girer;
1) Erkek ve kadının, birbirinden istifade etmeleri helal olur. İbn-i Abidin: "Nikâhın hükümlerinden biri; her iki tarafın birbirinden istifade etmesinin helal olmasıdır"(27) hükmünü zikreder.
2) Mehir vermek ve kadının nafakasını (Oturacağı ev, yiyeceği ve giyeceği) temin etmek erkek üzerine farz olur.
3) Erkek ve kadın; birbirlerine varis olurlar.
4) Erkek; kadının şer'i şerife uygun olmayan kıyafetlerle dolaşmasını men eder.
5) Sıhriyyet sebebiyle, meydana gelen akrabaların bir kısmı ile nikâhlanmaları haram olur.
6) Birden fazla kadınla evli olan erkeğin; hanımları arasında adaletle hareket etmesi vacip olur.
7) Kadın; yatağına davet ettiği zaman kocasına itaat etmek zorundadır. İtaat etmediği zaman kocasının onu te'dib etmeye salahiyeti vardır. İyi geçinmeleri ise müstehabtır. Bahru'r Raik'te de böyledir.

NİKÂHLANMASI HARAM OLAN KADINLAR

Kur'an-ı Kerim'de: "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak (cahiliye devrinde geçen) geçmiştir. Şüphe yok ki o bir hayasızlıktır. (Allah'ın en büyük) hışmına bir sebepti. O ne kötü bir yoldu. Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları, hemşire kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleriniz (süt kardeşleriniz), karılarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup, himayenizde bulunan üvey kızlarınız(la evlenmeniz) size haram edildi. Eğer onlarla (üvey kızlarınızın analarıyla) zifafa girmemişseniz (onlarla evlenmenizde) size bir beis yok. Kendi sülbünüzden gelmiş oğullarınızın karıları (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi de birlikte almanız da (keza haram edildi). Ancak (cahiliyet devrinde) geçen geçmiştir. Çünkü, Allah hakikaten yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir. (Harb esiri olarak) Sağ ellerinizin malik olduğunuz kadınlar (Tesserri akdi ile aldığınız cariyeler) müstesna olmak üzere, diğer bütün kocalı kadınlar (la evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler, hududlar) üzerinize Allah'ın farzı olarak (yazılmıştır). Onlardan maadası ise-namuslu ve zinaya sapmamış (insanlar) halinde (yaşamanız şartıyle) mallarınızla (Mehir vermek ve cariye satın almak suretiyle) arayıb nikâhlanmanız için size helal edildi. O halde onlardan hangisiyle faidelendiyseniz ücretini takdir edildiği vech ile verin!.. O mehrin miktarını tayin ettikten sonra aranızda gönül hoşluğu ile uyuştuğunuz şey (miktar) hakkında üstünüze bir vebal yoktur. Şüphesiz ki Allah hakkıylae bilicidir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir."hükmü beyan buyurulmuştur.

NESEB SEBEBİ İLE NİKÂHLARI HARAM OLANLAR:

Neseb sebebiyle nikâhları haram olan
kadınlar şunlardır: Analar, kızlar, kız kardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeşlerin kızları ve kız kardeşlerin kızları!.. Bunlarla nikâhlanmak ve cima etmek ebediyyen haramdır. Anneler: Bundan kasıd;erkeğin kendi annesi ile baba ve anne tarafından ne kadar yukarıya çıkarsa çıksın, bütün büyük annelerdir. Kızlar: Bir kimsenin kendi sülbünden gelen kızları ile oğullarının ve kızlarının kızları ve ne kadar aşağı inerse insin bunların da kızlarıdır. Kız kardeşler: Baba-ana bir kız kardeşler, baba bir kız kardeşler ve ana bir kız kardeşlerdir. Erkek kardeş kızları ve kız kardeş kızları: yani yeğenler!.. Bunlar da ne kadar aşağı inerse insin, nikâhları haramdır. Halalar: Halalar üç kısımdır.
a) Anne-Baba bir halalar
b) Baba bir halalar
c) Anne bir halalar!..
Kezâ babanın, dedenin, annenin ve büyük annenin halaları da, her ne kadar yukarı çıkarsa çıksın, hala hükmündedir. Teyzeler: Baba-ana bir teyzeler, baba bir teyzeler, ana bir teyzeler, babaların teyzeleri ve annelerin teyzeleri haramdır. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.



SÜT SEBEBİYLE NİKÂHLARI HARAM OLANLAR:

Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nesebten dolayı haram olan şey, redâ'dan (Süt emmeden) dolayı da haram olur"buyurduğu bilinmektedir. Hanefi fukahası: "Emzirenin sütünün, emen kimsenin midesine az veya çok olarak varması halinde, nikâhlanma haramlığı meydana gelir. Az'dan maksad; sütün mideye ulaştığının bilinmesidir."hükmünde müttefiktir. Ancak süt emmenin de belirli bir süresi vardır. Resûl-i Ekrem (sav): "Çocuğu sütten kestikten sonra, süt kardeşliği olmaz"buyurmuştur. Süt emme vakti; İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh. a)'ye göre otuz ay (iki buçuk yıl), İmameyn'e göre yirmi dört ay (İki yıl)'dır. Süt emme vakti geçtikten sonra; süt emmekten dolayı nikâhlanma haramlığı meydana gelmez. Meselâ; üç yaşındaki bir çocuk, herhangi bir kadını emse, o kadın süt anne hükmünde değildir. Ancak, süt çocuk için helâl kılınmıştır. Mükellef olan bir kimse, herhangi bir kadının sütünü emse, haram işlemiş olur. Zira süt, insanın cüz'ü hükmündedir. İnsanın bir cüzünü yemek ise, haramdır.

SIHRİYYET SEBEBİ İLE NİKÂHLARI HARAM OLAN KADINLAR:

Sıhriyet (Damadlık) sebebiyle ,nikâhları haram olan kadınlar dört kısımdır.
A) Karılarının anneleri (Kayınvalide) ile; baba ve anne cihetinden onların ne kadar yukarı olursa olsun büyük anneleridir.
B) Bir erkek; karısının kızları ve bunların da, her ne kadar aşağı inerse insin kızlarını, alamaz. Ancak bu hükümde; bu erkeğin karısı ile (ki bu kadın o kızların annesidir) cima etmiş olması şarttır. Hâvil Kudsi'de de böyledir. Karısının kızlarının, bu adamın yanında olup-olmaması da müsavidir. Kadıhan'ın Camiû's Sağir Şerhi'nde de böyledir. Alimlerimiz, bir adamın karısının, başka kocasından olan kızının da (Kızlığı, üvey kızı) haramlığı hususunda halveti de cim'a makamında kabul etmişlerdir.
C) Bir kimsenin; oğlunun, oğlunun oğlunun, kızının oğlunun-kendileriyle halen nikâhlı bulunmayan- karılarını alması da haramdır. Bunla ne kadar aşağı giderse gitsin ve karılarına cima yapmış olsunlar veya olmasınlar, bu kadınlarla o kimsenin nikâhlanması haramdır. Ancak oğulluğunun ayrılmış olan karısı müstesnadır. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.
D) Baba ve anne tarafından, büyük babaların ne kadar yukarı giderse gitsin, onların babalarının karılarını nikâhlamak ve cim'a etmek de ebediyyen haramdır. Havi'l Kudsi'de de böyledir.

MALI SATABİLMEK İÇİN "YEMİN ETMEK" MEKRUHTUR

Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Yemin; malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine (bereketinin mahvolmasına) sebebtir"buyurduğu bilinmektedir. Ulema; alışverişte "sözünde sadık olduğu halde yemin etmek mekruh, yalan yere yemin etmek ise tahrimen mekruhtur" hükmünü beyan etmiştir Hz.Abdullah b.Evfa (ra)'dan rivayet edildiğine göre, Resul-i Ekrem(sav) 'in döneminde; bir kimse yalan yere yemin ederek, mal elde etmeye gayret sarfetmiş ve bunun üzerine şu Ayet-i Kerime nazil buyurulmuştur."Hakikat; Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahayı (hasis ve menfaati) satın alanlar (yok mu?) işte onlar için ahirette hiçbir nasib yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek açıklı bir azab vardır."

Zekât Nedir ve Önemi


Zekât; 
Arapça bir kelime olup, temizlik ve üremek (çoğalmak) manalarına gelir.(1)

İbn-i Abidin: "Zekât lûgatta üremekten başka mânalara da gelir. Meselâ: Bereket, medih, senâ mânalarına da kullanılır. Ama bu mânaların hepsi şer'î mânasında mevcuddur. Çünkü zekât, sahibini günahlardan ve cimrilik sıfatından temizlediği gibi, malı da bir kısmını vermek sûretiyle temiz pak eder. Onun için verilen cüzü kirli sayılır. Ve Resûlullah (sav)'in âline (Hanedanına) haram olur"(2) hükmünü zikreder.

İslâmî ıstılâhta zekât; "Bir müslümanın, haşimi ve haşimi'nin kölesi olmayan mü'min bir fakire, ondan hiçbir menfaat beklemeksizin, sırf Allahû Teâla (cc)'nın rızası için, malının bazısını temlik etmektir."(3) Zekâtın şer'i şerifteki tarifi budur. Tebyin'de de böyle tarif olunmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de: "Namazınızı kılın ve zekâtınızı verin" emri, birçok Ayet-i Kerimede tekrar tekrar beyan buyurulmuştur.(4)

Esasen zekât ibadetinin Kur'an-ı Kerim'in muhtelif sûrelerinde otuz iki defa zikredilmiş olması, meselenin ehemmiyetini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Hz. Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur. (Bu beş şey) Kelime-i Şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek ve Ramazan-ı Şerif orucunu tutmaktır"(5) buyurulduğu bilinmektedir.

Yine Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mallarınızın zekâtını veriniz"(6) emrinin kat'iyyeti malûmdur. Dolayısıyla zekât; kitab, sünnet ve icmai ümmetle farziyyeti kat'i olan bir ibadettir. Nitekim Feteva-ı Hindiyye'de: "Zekât, muhkem bir farzdır. İnkâr eden kâfir olur. Vermeyen ise öldürülür. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir"(7) hükmü kayıtlıdır. Buradaki "Vermeyen ise öldürülür" hükmü üzerinde iyi tefekkür etmek borcundayız.



Ebû Hureyre (ra)'den rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) vefat ettikten sonra Hz. Ebû Bekir halife seçildi. O zaman arab kabilelerinden bir kısmı (Zekât hususunda) isyan ederek küfre döndü. Hz. Ebû Bekir (ra) isyan eden kabilelerle cihad etmeye karar verdi. Fakat Hz. Ömer (ra) buna mani olmak için "Sen bu insanlarla nasıl cihad edersin? Halbuki Resûl-i Ekrem (sav) "İnsanlarla "Lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah" deyinceye kadar cihad etmekle emrolundum. Kim bu şehadeteyn'i söylerse, malını ve canını şer'i bir vecibe olmadıkça, korumuş olur. Kalbinde gizlediğinin (Küfür ve şirkin) hesabı Allahû Teâla (cc)'ya aittir" buyurmuştur. Sen de bunu biliyorsun" dedi. Hz. Ömer (ra)'in bu sözü üzerine, Halife Hz. Ebû Bekir (ra): "VAllahi her kim namazla zekâtı birbirinden ayırırsa, mutlaka onunla harbederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allahû Teâla (cc)'ya yemin ederim ki; Resûlullah Sallâllahü Aleyhi Vesellem'e verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgerlerse, bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) dedi ki: "VAllahi bildim ki, bu sözler Allahû Teâla (cc)'nın Hz. Ebû Bekir'in gönlünde meydana getirdiği genişliğin bir eseridir. Bu sayede onlarla savaşmanın hak olduğunu öğrendim."( 8 ) Yine İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlarla "Lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah" deyib, namaz kılıb, zekât verinceye kadar cihad etmekle memur kılındım."(9)



Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Şu muhakkak ki (Yahudi) bilginlerinin ve (Hıristiyan) rahiblerinin bir çoğu batıl (sebebler)le, insanların mallarını yerler, (onları) Allah yolundan men ederler!.. Altını ve gümüşü yığıb ve biriktirip de, onları Allah yolunda harcamayanlar (yokmu?), işte bunlara pek acıklı bir azabı haber ver. O gün bunlar üzerinde (yakılacak) cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da, o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak, "İşte bu (Denilecek) nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız. Artık saklayıp, stok ettiğiniz bu nesneleri(n acısını haydi) tadın"(10) hükmü beyan buyurulmuştur.


Hz. Ömer (ra); bu Ayet-i Kerimede geçen "Stok hükmündeki (Kenz) malla" ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Zekâtı ödenen mal, toprak altında gömülü de olsa stok hükmüne (kenz'e) dahil değildir. Kenz (Stok, istif) hükmündeki mal, zekâtı edâ edilmeyen maldır. Zekâtı verilen mala gelince; o asla kenz (stok) hükmünde değildir. Velev ki toprak altında gömülü olmasa da, zekâtı verilmeyen malın sahibi, cehennemde dağlanacaktır"(11) İbn-i Abbas (ra) "Mallarını stok edib, Allahû Teâla (cc) yolunda harcamayanlar" Ayet-i Kerimesini tefsir ederken, "Allahû Teâla (cc) bununla, zekâtı verilmeyen malları ve o malların sahiblerinin durumunu izah buyurmuştur"(12) hükmünü zikreder. Allahû Teâla (cc)'nın kendisine ihsan buyurduğu malı; şer'i şerifin çizdiği hududlar içerisinde harcamayan ve cimrilik sebebiyle zekât ibadetini terkeden kimselerin, hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğrayacakları kat'i nasslarla sabittir. Günümüzde "Zahiri" ve "Batıni" malların zekâtını tahsil edecek bir "Ulû'lemr" olmadığı için; zekât ibadetini hafife alanları cezalandırmak mümkün değildir. Ancak Allahû Teâla (cc)'nın dinine ihlâsla bağlı olan mü'minlerin, bu hususta hassasiyet gösterecekleri malûmdur.


DİNİMİZE GÖRE YÜZÜK TAKMANIN ANLAMI




Bu konuda fıkıh kitaplarındaki açıklama genellikle şöyledir: Kadın ve erkeklerin gümüş yüzük takmaları caizdir. Kadı, Sultan ve benzeri, yüzük kullanmaya ihtiyacı olanlar için sünnettir (Eskiden yüzüğü mühür olarak kullanıyorlardı). İhtiyacı olmayanların takmaması daha faziletlidir. Sünnet olan, yüzüğün ağırlığının bir miskal veya daha az olması ve erkek için taşını avucun içine çevirmesidir. Kadınlar ise böyle yapmazlar. Çünkü yüzük onlar için zinet (süs)tür; erkekler içinse süs değildir. Yüzüğün taşını akik ve yakut gibi kıymetli taşlardan yapmak ve üzerine kendi ismini veya Allah'ın ismini yazmak caizdir. Ancak 'ın ismi yazıldığı takdirde helaya giderken yüzüğün ya çıkarılması veya sağ ele takılması gerekir (bk. Abdullah b. Mahmud, el-İhtiyâr, IV,159; bk. Davudoğlu, a.g.e., IX, 457, Aynî'den naklen).

İmam Ebû Hanife'nin yüzüğünde ise: Ya hayrı (iyiyi) konuş veya sus; İmam Ebû Yusuf'unkinde: Kendi hissiyle hareket eden pişmanlık duyar; İmam Mujammed'inkinde: Sabreden başarıya ulaşır; Sabreden derviş muradına ermiş ibareleri yazılıydı (bk. Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV,288).

Abdulkerim ÜNALAN

YÜZÜK TAKMAK
Islâm'a göre; erkekler de kadınlar da yüzük takabılirler. Ancak, yüzüğün takılış maksadı ve yapıldığı madde ile ilgili bazı şartların gözetilmesi gerekir.

Hanefî mezhebine göre, maddesi ne olursa olsun ihtiyaç duyulmaması halinde yüzük takılmaması daha iyidir.

Altından yapılan yüzükleri erkekler takamazlar. Takarlarsa haram işlemiş olurlar. Kadınlar ise takabılirler (el-Mevsılî, el-Ihtiyar fi Ta'lili'l-Muhtar, Mısır IV, 224: Merginânî, el-Hidaye, IV, 82; Ibn Abidîn, Reddü'lMuhtar, Ist. 1233, V, 216). Hz. Peygamber bir hadisinde; Ipek ve altın ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helal edilmiştir" buyurmuştur. (Tirmizî, Libas, 1).

Gümüşten yapılan yüzüğü hem erkekler hem de kadınlar takabılirler. Ancak, erkeklerin takacakları yüzüğün, kadınların taktıklarına benzememesi ve ağırlığının üç gramdan daha az olması gerekir (el-Cezîrî, Kitabü'l-Fıkh ale'l-Mezahilai'l-Erbaa, II, 16; Alâuddin Abidin, El-Hediyyetü'l-Alâiyye, 1978, 318).

Demir, bakır, kurşun ve tunç gibi madenlerden yapılan yüzükler hem erkeklere hem de kadınlara mekruhtur (el-Mevsılî, a.g.e., IV, 224). Akîk ve yeşim gibi kıymetli taşlardan yapılanlar ise kadın erkek herkes için caizdir. (Ibn Abidin, a.g.e.; V, 315).

Yüzüğün kaşına Allah'ın, Peygamberin ya da kişinin kendi adını işletilmesi de mahzur yoktur. Fakat insan ve hayvan gibi bir canlının resminin konulması günahtır. Kaşında Allah'ın ismi veya Peygamber'in adının yazılı olduğu bir yüzükle helâya giren kişi, yüzüğünü gizlemelidir. Eğer yüzük sol elinde ise taharetleneceğinde parmağından çıkarmalıdır (Ibn Abidin, a.g.e., V, 317).

Yüzük, her iki elin her hangi bir parmağına takılabilir. Ancak, küçük parmağa takılması sünnettir (Ibn Abidin, a.g.e., V, 316; Kamil Miras, Tecrid Tercemesi, XII, 108).


YÜZÜK TAKMANIN DİNİMİZDEKİ YERİ VAR MIDIR?

Yüzük takmak hususunda ihtilaf vardır.

Hanefi mezhebine göre yüzük gümüş olursa erkek ve kadın için mübahtır. Tunç, demir gibi şeylerden olursa erkek için haramdır.

Şafi'i mezhebine göre ise gümüş yüzük takmak sünnettir. Çünkü Peygamber (sav) gümüş yüzük takardı. Enes'den rivayet edilmiştir: Peygamber (sav) Kisra, Kayser ve Necasi'ye birer mektup yazmak istedi. Peygamber'e (sav) "Bunlar mühürsüz mektup kabul etmezler” denildi. Bunun üzerine Peygamber (sav) gümüş bir yüzük yaptırdı. Ve üzerindeki nakış "Allah'ın Resulü Muhammed” cümlesinden ibaretti.

Hulefa-yı Raşidin'in de birer gümüş yüzüğü vardı. Hz. Ebubekir'in yüzüğündeki nakşı (Ni'mel Kadiru Allahu) Hz. Ömer'inki ise(Kefa bil mevti vaizen), Hz. Osman'ın ki de "Le ta'tebirunne ev letendemun'ne), Hz. Ali'nin ki de (El-Mülkü lillah) idi

PSİKOLOJİK HASTALIKLAR NELERDİR


PANİKATAK
Tanım:
Panik atak yoğun ama kısa süreli rahatsızlık hissi ve korkunun aniden yerleşimi ortaya çıktığı bir ruhsal rahatsızlıktır.Bu hale bedensel ve bilişsel şikayetler eşlik eder.Atak birden başlar,on dakikadan kısa süre içinde en üst seviyeye ulaşır.Kesin tanı konabilmesi için “yoğun korku veya rahatsızlık hissine” eşlik etmek üzere aşağıda sayılan on üç belirtiden en az dört belirti tanımlanmalıdır. Daha az belirti varsa bunlara “sınırlı atak” denebilir.

Belirtiler:

Bilişsel(zihinsel)
  • Ölüm korkusu
  • Çıldırma veya kontrolünü kaybetme korkusu
  • Yaşantılananları gerçekmiş gibi hissetmeme (derealizasyon) veya benliğin çevreye karşı yabancılaşma duygusu (depersonalizasyon)
Bedensel
  • Baş dönmesi, bayılacak gibi olma hissi
  • Çarpıntı,kalp atışlarını fazla duyumsama
  • Göğüs ağrısı veya göğüste rahatsızlık hissi
  • Nefes alamıyor gibi olma-nefes darlığı hissi
  • Soluk kesilmesi-boğulma hissi
  • Bulantı , karında rahatsızlık veya karın ağrısı hissi
  • Terleme
  • Karıncalanma ve vücutta uyuşma hissi
  • Titreme ve ya sarsılma
  • Üşüme,ürperme veya ateş basmaları
Panik atak çoğunlukla bir kaygı rahatsızlığına örneğin bir yılan fobisine bağlı olarak bir yılan ile karşılaşıldığı ya da karşılaşıldığı “sanıldığı-hayal edildiği” durumda ortaya çıkar.

Bir bedensel duyum panik atağı tetikleyebilir. Örneğin göğüs çevresinde hissedilen bir adale ağrısı kalp ağrısı şüphesi uyandırdığında veya ense ağrısı beyin kanaması fikrini akla getirdiğinde panik atak tetiklenebilir.
Kimi durumlarda “saf panik atak” şeklinde bir fobik unsur veya bedensel duyum olmadan da panik atak ortaya çıkabilmektedir.
Pek çok panik atak hastası doğru teşhis konulmadan önce ciddi bir kalp-akciğer-beyin rahatsızlığı olduğunu düşünerek hekime –çoğunlukla da atak esnasında hastanelerin acil servislerine başvurmaktadır.Bu esnada şikayetler üzerine yapılan araştırmalar çoğunlukla doğru bir teşhis konulamaması ile sonuçlanmaktadır.

Görülme sıklığı:

Amerikan verilerine gör tek bir yıl içinde popülasyonun %10’u panik atak geçirmektedir.Bu atakların ancak küçük bir kısmı panik rahatsızlığına dönüşmektedir.12 aylık periyot içerisinde toplumun %2-3 ‘ü panik rahatsızlıktan etkilenmektedir.

Başlangıç yaşı ve cinsiyet:

Genellikle geç adolesan ve erken erişkinlik döneminde ortaya çıkar.Kadınlarda erkeklere oranla üç-dört kat fazla görülmektedir.
Panik rahatsızlık ile panik atak aynı şey değildir.

Panik rahatsızlık tanısı:

Tekrarlayan panik ataklar

Panik atağın geleceği korkusunun yerleşmesi

Panik atağı ortaya çıkartan –çıkarttığı düşünülen durumlardan kaçınma davranışı içine girme hallerinde konabilir.

Tedavi ve seyir

Çoğu panik atak hastası tedavi ihtiyacı görmeden iyileşir.Bu iyileşme özellikle panik atağı ortaya çıkaran durum ile yüzleşilmesi durumunda kolay olmaktadır.Bir kısım hastada ise tekrarlayabilir ve atağın yineleyeceği endişeleri ile birlikte atağı ortaya çıkartan durumlardan kaçınma davranışı hasıl olabilir.Bu durumda tedavi ihtiyacı doğar.Tedavide rahatsızlığın tabiatı ile ilgili bilgilendirme ve atağı ortaya çıkartan unsurlarla yüzleştirmeye yönelik cesaretlendirici yaklaşım faydalı olmaktadır.Farmakolojik tedavi(ilaç tedavisi) gerektiği takdirde antidepresanlar ve benzodiazepin grubu anksiyolitikler (piyasada xanax ve diazem türü olarak bilinen ) kullanılmaktadır. Benzodiazepinler kısa dönemde çok etkili olmakla birlikte bağımlılık yapıcı potansiyelleri dolayısıyla dikkatle ve kısa süreli kullanılmalıdır.

Psikoterapi:

Hastalığın altında yatan anksiyete rahatsızlığının tedavisi kimi zaman kısa ya da uzun süreli psikoterapi tedavisi gerektirebilir.İçgörüye yönelik dinamik psikoterapi yanı sıra davranışçı yöntemler de tedavi seçenekleri arasında mevcuttur.

Narsistik Kişilik Bozukluğu (NKB)

Tanım

Sürekli bir grandiozite(büyüklük ve önemlilik) eğilimi (Fantezi veya davranış düzeyinde),empati eksikliği,eleştirilere karşı bir aşırı duyarlılık ve tepki şeklinde erken erişkinlikten itibaren ortaya çıkan bir tablodur.

DSM IV e göre tanı için aşağıdaki maddelerden beş veya fazlasının uygunluğuna ihtiyaç vardır.

1- Kendini çok özel ve önemli bulur , başarı ve yeteneklerini abartır,
2- Sınırsız başarı,güç,göz kamaştırıcı özellikler ,ideal aşk ve güzellik ile ilgili uğraşlar ve fanteziler geliştirir
3- Özel ve eşsiz olduğu için kendisinin ancak kendisi gibi özel ve ya yüksek statülü insanlarca anlaşılabileceğini düşünür.
4- Fazlasıyla dikkat, hayranlık , iltifat bekler.
5-Öncelikli-imtiyazlı olduğuna inanır,normal kişilerle aynı düzeyde yer almayı reddeder. Beklentilerinin dile getirilmeden kendiliğinden anlaşılmasını ve karşılanmasını , standartların üzerinde hizmet almayı bekler.
6- İnsanların zaaflarından yararlanır,onları kullanmaya dönük-sömürücü bir davranış eğilimi gösterir.
7- Empati eksikliği gösterir.Diğer insanların duygularını ve ihtiyaçlarını tanıma ve anlama konusunda isteksizdir.
8- Sıklıkla kıskançlık hisleri ile yüklüdür ancak diğer insanların onu kıskandığını düşünür.
9- Kibirlidir, eleştirilere öfke utanç aşağılanma duyguları ile reaksiyon verir.

Görülme sıklığı: DSM IV’ e göre genel popülasyonda %1,psikiyatri hastaları arasında %2-16 arasında bildirilen değerlerde bulunur.

Neden olan etkenler:

Narsizm için gerekli kriterler diğer impulsif spektrum bozukluklarında da sıklıkla bulunmaktadır.Biyolojik yönden;BKB li hastalar tamperaman acısından daha anksiyeteli (özellikle seperasyon anksiyetesi-ayrılık kaygısı); anti-sosyal olanlar ise daha impulsif ,irritabl ve hatta hiperaktif olurlar.
İmpulsif spektrumun bu 3 hastalığında da ;ortak olarak çocuğa yönelik ebeveyn eşduyumu,sıcaklık ve destek eksikliği görülür.Hatta ebeveynin açık bir ihmali veya çocuğu kötüye kullanımı izlerine rastlanır. Narsistik personaliteler çocukluklarında, kendilerine idealize edilerek atfedilmiş olan bazı pozitif karakteristikler içeren bir yasam tecrübesi geçirmiş görünürler.Narsistik kişilikler çocukluklarında anne ve babalarının gerçekçi olmayan bicimde kendilerine atfettikleri kuvvet,güzellik, entelekt (zeka)ve kabiliyetten dolayı yüzeyel bir omnipotans (gücü her şeye yeterlilik) ve grandiözite(büyüklük) hissine sahip olmaktadırlar. Bu hisleri onlara yansıtan ebeveynlerin kendilerinde de narsistik kişilik özellikleri görülmektedir.

Klinik Belirti ve Bulgular:

Depresif ruh hali narsizmde ekstrem bicimde yaygın olarak görülür. Öz saygı, ne kadar iyi-güçlü oldukları ve diğer insanların bu duruma ne denli hayranlık (saygı) gösterdiği ile ilgili olarak değişkenlik gösterir.Toplum bu tür kişiliklere immatur(olgunlaşmamış) gözüyle bakar. Genel anlamda, Narsizm traitlari dramatik,artistik,atletik mesleki islerle uğrasan kişilerde sıklıkla görülürler.
Açıkça grandioz,imtiyaz sahibi, kendine atfettikleri ile aşırı uğrasan görünümdeki bu kişilerde daha derin katmanlarda yüzeysellik duygusu,inferiorite ve değersizlik hisleri bulunur.Oldukça incinebilir bu kişiler
sıklıkla eleştiriye uygunsuz bicimde hassasiyet gösterir ve öfkeli reaksiyon gösterirler.Övgüyü gerçek anlamda internalize edemezler (özümseyemezler). Geçmişlerine bakıldığında, kendilerine affedemedikleri narsistik yaralanmalar yaşatan kişiler ve deneyimler görülür. Bu kişilere karşı küçümseme duyguları ve hala devam eden intikam arzuları bulunur..Boşluk duygusu, değersizlik ,irrasyonel öfke ile dolu geçmiş öyküleri vardır.Diğer kişilerle ilişkileri kıskançlık ve bazen idealizasyonlarla yahut develuasyon ve manipulasyonla birliktedir.Bu sözlerin anlamı narsistik kişinin insanları kendi ihtiyaçları doğrultusunda sık sık çok değerli kılması ve sonra aniden değerini düşürmesidir.Bu uçların arasında orta yol bulamaz.Ayrıca insan ilişkileri onları yine kendi ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirmeye yöneliktir.Onların gerçek duygu ve ihtiyaçlarına ancak kendilerini-kendi ihtiyaçlarını ilgilendiren bir yön varsa ilgi gösterirler.

Ayırıcı Tanı:

Ayırıcı tanı güçtür.Çünkü bu bozukluk için geçerli kriterler ,Histrionik(H),antisosyal(AS) veya Boderline kişilik bozukluğu(BKB) içinde çoğu zaman geçerlidir.Böyle durumlarda multipl(çoklu) teşhis konmalıdır.
Borderline’a göre narsizm’de kaygıya tahammül daha yüksek,bağımlılık ihtiyacı daha azdır.İntihar girişimleri borderline’a daha uygundur. Terapide narsistik kişilikler daha az regrese olurlar (gerilerler) Narsizmde borderline göre splitting (bölünme) mekanizması kullanımı ve çevrenin kaotik persepsiyonu(algılanışı) daha az görülür.
Narsizmde borderline kişilik bozukluğuna benzer eğilimlerde vardır; temelde düşmancıl yaklaşım, ilişkileri devalüe eden (değersizleştiren) yaklaşım, kendiliğin birbirine zıt yönlerini bütünleştirmede sürekli yaşanan sorun, duyulan derin boşluk hissi ve sık görülen öfke patlamaları benzer yönlerdir..
Bu davranış benzerliği iki bozukluğun ilişkili olduğu ve BKB li hastaların maturasyona uğradıkça Narsistik kişilik bozukluğuna dönüştükleri dahi savlanmıştır.Ancak muhtemelen hastalar her iki bozukluğa sahiptir.Borderlinenin daha unstable(istikrarsız) özellikleri, narsistik kişiliğin daha stabil özelliklerine göre daha çabuk olgunlaşmakta ve bu hal yıllar geçtikçe narsistik kişilik bozukluğunun tanılanmasına karşın borderline özelliklerini silinip gitmesine neden olmaktadır.
Antisosyal kişilik bozukluğu ile karşılaştırıldığında bu bozukluğun narsistik kişiliğe göre daha impulsif yönelimli olduğu söylenebilir..Tehlikeli uğraşlar ve suça yönelik davranış,madde bağımlılığı antisosyallerde ön plandadır. Çalışma kapasitesi daha azdır.Ama her iki kişilik bozukluğunun bir arada bulunma ihtimali normalden daha yüksektir.
Histrionik kişilik bozukluğunda bireyler, narsistik bireylere göre daha sıcakkanlıdır ve bağımlılık ihtiyacı narsistik personalitenin öncelikli olan benlik değeri desteği ihtiyacından daha önde gelmektedir. Bununla birlikte her iki tanının özellikleri arasında, exhibisyonizm (gösterişçilik), egosentrisite (benmerkezlilik), kişiler arası ilişkilerde manipulatiflik (yönlendirmecilik) vardır ve ayırıcı tanı bazen güç olabilir.
Obsesif kişilik bozukluğu daha fazla suçluluk duyguları ve rijid yaklaşım ,daha az exhibisyonizm ve bastan çıkarıcılık gösterir.


Tedavi:
Kernberg gibi bazı klinisyenler,grandiozite ile idealize etmeye ve develue etmeye egilimi,erken konfliktuel(çatışmalı) ilişkilerin erişkin yasamdaki tekrarı seklinde yorumlarlar. Bu bakış açısı klasik konflikt ve defans mekanizmaları;bunlarla ilişkili teknikler açısından tutarlıdır. Kohut ve Self psikolojistlere Gore hastanın grandiozite ve terapisti idealize edişi baslangıçta supportif (destekleyici)olarak karşılanmalı kişinin özsaygı düzenlenmesini geliştirmeye yardımcı olmak için kişinin ve terapistin sınırları gerçekçi bicimde çizilmelidir.Bu esnada empatik(eşduyuma dayanan) bir ortam kurarak kişinin bu tecrübeleri birleştirmesine terapist yardımcı olmalıdır.

Borderline Kişilik Bozukluğu (BKB)

Bu konuda geçmiş farklı klinik gözlemlerin sentezinden oluşan bir katagoriyi yansıtır.Bu gözlemlerden biri psikologlara aittir ve yapılandırılmamış testlerde (Rorschach gibi) şaşırtıcı bicimde affekt lerin aşırı yüklülüğünü ve psikoza benzer algılamanın görülmesi ile ilgilidir.farklı bir çerçevede psikanalistler serbest çağrışım uygulandığında bu hastalarda psikoza benzer regresyon goruldugunu gozlemislerdir.3.bir gozlem hastahane personelinden gelmistir.Personel siklikla bu hastalarin onde gelen problemlerinin (ki genellikle. depresifdirler) dışında siddetli davranışsal regresyon ve paranoid tutumlar içine girdiklerini gözlemişlerdir.Son olarak ve daha önemlisi ;psikoterapistler hasta işbirliği içine girmeye çalıştıklarında kendilerini çaresiz ve öfkeli 'hissetmelerine neden olan hostil (düşmancıl) ve manipulatif bir tutumla ,karsılaşırlar.

Bu gözlemler sonucu söz konusu hastalara-bir çok isim takıl mistir.Standart kategorilerden hiç biri tam olarak bu hastalara uymamıştır."Borderline terimi” genellikle tedavi edilemeyen bir hastaya,marjinal veya tipik olmayan bir psikoz formunun düşünüldüğünü işaret etmek için veya ne bir tanı alabilen ne de bir tedaviden fayda gören hastaları,kinayeli bicimde çağrıştıracak bir çöp sepeti olarak kullanılmıştır.
 Tanım

BKB içinde bulunduğu kişilerarası ilişkiler çerçevesinde gözlenen kişilik organizasyonunun ileri derecede fonksiyon bozukluğu gösterdiği bir kişilik bozukluğudur. Bu bozukluklu kişilerin ayırt edilmesinde,merrkezi kriter,diğer kişilerle olan iliksilerinde önceden kestirilemeyen çok sayıda değişik tutum gösterebilmeleridir. Borderline kişi diğer kişilerle supportif(destekleyici) bir ilişki içine girdiğinde veya yapılandırılmış sıcak bir ilişkinin bulunduğu ortamda devam eden disforik bir mood ve kendi halinden memnun olmama hali "sergiler. Ancak ilişkiyi sürdüren ve oldukça yapışkan görünümlü bağımlı bir kişilik stili vardır. Böyle bir ilikside seperasyon tehdidi veya ilişkide bulunan kişinin çekilmesi ile karakteristik olarak kızgın yada. hostil bir afekt (duygu durumu) içinde manipulatif,self destruktif (kendine zarar veren)davranışlarda bulunur.Bu davranışlar ilişkiyi devam ettirme hissini yasamak ve çekilen taraf üzerinde kontrolü sağlamak amacını güder.Yapışkan,bağımlı personel stili yerine kişinin değerini tamamen devalüe eden bir tavır görülür.Kendilerini devam eden ilişki içinde bulamadıkları zaman affekt(duygu durum) panik haline dönüşür.Yalnızlığı tolere etmedeki zorlukları nedeni ile bu hissi azaltabilmek için alkol veya madde kullanımına başvururlar yada yeni insanlarla iliksi kurma hissi veren rastgele,impulsif davranışlar içine girerler.BKB’li kişiler referans(kendilerine imada bulunulduğu düşünceleri) ve dissosiatif state' lerin (kişilikte çözülme ve şuur bulanıklığı hallerinin) sık görüldüğü psikotik ideasyonlarda (düşünceler-fikirler) gösterebilirler.Bütün bunların amacı yalnızlıktan kaçınmak ve gerçeklik içinde sağlanamayan ilişkilerin yerini doldurmaktır

TANI

Erken erişkinlikte başlayan "mood da kişiler arası ilişkilerde ve self imajında instabilite ile giden bir kişilik bozukluğu formudur. Teşhis için DSM IV kriterlerine göre aşağıdakilerden en az 5 inin bulunması gerekir.

1. Aşırı idealizasyon ve develüasyon(değer verme ve değerini düşürme) uçları arasında gidip gelen unstable(istikrarsız) kişiler arası ilişkiler
2. Kendisine zararlı en az iki alanda impulsivite (engellenemeyen davranışlar)(aşırı para harcama,aşırı seç,madde kullanımı,aşırı alışveriş,pervasızca araba kullanmak,yemeğe aşırı düşkünlük)
3.Affektif instabilite; Mood da depresyon, anksiete, irritabilite (huzursuzluk) arasında bir kaç saatlik nadiren bir kaç günlük hızlı gidiş gelişler.
4. Uygunsuz yoğun kızgınlık,öfke duyguları veya bunları kontrol edememe ;ani öfke patlamaları,fiziksel dövüşlerde bulunma
5.Kronik boşluk ve can sıkıntısı duyguları
6.Gerçek veya hayali terk edilme korkuları, bunlardan kaçınmak için dramatik girişimlerde bulunmak
7. Rekurran (tekrarlayıcı) suisid (intihar) girişimleri veya kendine zarar verici girişimlerde bulunmak
8. Belirgin ve daimi kimlik bozukluğu;(en az iki konuda) self imaj;sexuel seçim,uzun vadeli hedefler ve kariyer secimi,arzu edilen arkadaş secimi.tercih edilen değerler konusunda tutarsızlıklar.

KARSILASTIRMALI NOSOLOJİ (hastalıkların karşılaştırılması)


Borderline terimi ile tarihsel olarak ilişkili 2 değişik konsept vardır. "Borderline kişilik organizasyonu ile tüm ciddi kişilik bozukluklarının “narsistik,anti sosyal,sizoid siklotimik” altında yatan temel özellik yansıtılmak istenmiştir;stabil bir kimlik duygusunun başarılamaması, realite testine(gerçekliği değerlendirme) genellikle sağlam olusu ve geçici olarak bozulabilmesi primitif.defansları kullanmaya yatkınlık (splitting,yadsıma,projeksiyon , omnipotent fantezi)
İkinci bir BKB konsepti bir ana hastalığın (Şizofreni veya "Mood bozukluğu gibi) aticik veya marjinal bir formu olduğu seklindedir. 1960 lardan beri kritik sinirin Şizofreni ile olduğu düşünülmüştür.BKB olarak tanımlanan hastaların erken deskripsiyonlarinda psikoza regrese olma kapasiteleri özellikle vurgulanmıştır. Ancak geçen literaturlerde Mood bozuklukları ile olan sınırlara ve mood labilitesine(değişkenliğine-tutarsızlığına) dikkat çekilmektedir.
Dinamik psikiyatriye eğilimli merkezlerde BKB tanısı daha sik kullanılır ve psikoteropotik yaklaşımlar yaygındır.Tam tersine Biyolojik paradigmaların dominant olduğu merkezlerde çok daha dikkatli kullanılır ve ana bir hastalığa bağlayacak,psikoza benzer ve affektif karakteristikler belirlenmeye çalışılarak farmakolojik bir tedaviden yararlanma olasılığı üzerinde durulur.
Depresyon

Majör Depresif Epizodun Özellikleri

Bir Majör Depresif Epizod “depresif duygudurumu” veya neredeyse bütün etkinliklere karşı bir ilgi kaybının ya da artık bunlardan zevk almamanın olduğu en az 2 hafta süren bir dönem ile birlikte olmalıdır. Çocuklarda ve ergenlerde duygu durum kederli olmaktan çok huzursuzluk şeklinde  olabilir. Semptomlar en azından ardışık 2 hafta, hemen her gün, günün önemli bir kesiminde sürmelidir. Söz konusu epizod  klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya yol açmalı ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulma ile birlikte gitmelidir.

Majör Depresif Epizoddaki duygudurum çoğu zaman çökkünlük, keder, umutsuzluk, çaresizlik, düş kırıklığı ya da hüzün olarak tanımlanır (A1 tanı ölçütü). Bazı olgularda kederli olunduğu başlangıçta yadsınabilir ancak daha sonra yapılan görüşmeyle açığa çıkartılabilir (örn. kişinin ağlamak üzere olduğu görülerek). "Saçma sapan" duygular yaşamaktan, herhangi bir duygusunun olmadığından ya da gergin ve endişeli olmaktan yakınan bazı kişilerde depresif duygudurumun varlığı kişinin yüz ifadesin­den ve davranışlarından çıkartılabilir. Bazı kişiler kederli olduklarını bildirmekten çok bedensel yakınmaları üzerinde dururlar (örn. bedensel sızılar ve ağrılar). Birçok kişi huzursuz olduğunu bildirir ya da artmış irritabilite bulguları sergiler (örn. sürekli öfke, olaylara karşı öfke patlama­ları yoluyla ya da başkalarını suçlayarak tepki gösterme eğilimi ya da küçük sorunlara aşırı sinirlendiğini hissetme). Çocuklar ve ergenler, kederli ya da hüzünlü bir duygudurum yerine huzursuz ya da ters, huysuz ve "asabi" bir duygudurum geliştirebilirler. Böyle bir görünüm, engellendiğin­de "şımarık çocuk" tarzında bir irritabilite göstermekten ayırt edilmelidir.

İlgi kaybı ya da artık zevk almama, hemen her zaman en azından belirli bir dereceye kadar bulunur. Bu kişiler, boş zamanlarını değerlendirdikleri etkinliklerine karşı daha az ilgi duyduklarını, artık "aldırmaz" olduklarını ya da daha önceden zevk aldıklarını düşündükleri etkinliklerinin artık kendileri­ne haz vermediğini bildirebilirler Aile bireyleri çoğu kez bu kişilerin toplumdan uzaklaştıklarını ya da haz veren etkinliklerden uzak durduklarını fark eder (örn. daha önceleri hırslı bir golfçü olan kişi artık golf oynamamaktadır, eskiden futbol oynamaktan büyük zevk alan bir çocuk futboloynamamak için özürler bulmaktadır). Bazı kişilerin daha önceki cinsel ilgi ya da istek düzeylerinde belirgin bir düşme olur.

iştah genellikle azalır ve birçok kişi yemek için kendisini zorladığını hisseder. Özellikle ayaktan tedavi görmek için başvuran kişiler olmak üzere diğer bazı kişilerde de iştahta artma olabilir ve bu kişiler özel birtakım yiyeceklerin arayışı içinde olabilirler (örn. tatlılar ya da diğer karbohidratlar). İştah değişiklikleri ağır olduğunda (her iki yönde de), belirgin bir kilo kaybı ya da alımı ortaya çıkabilir ya da çocuklarda beklenen kilo alımlarının gerçekleşmediği bildirilebilir (A3 tanı ölçütü).
Majör Depresif Epizoda en sık eşlik eden uyku bozukluğu insomniadır (A4 tanı ölçütü). Bu kişilerin daha çok ortada insomniası (yani gecenin bir yarısında uyanma ve yeniden uykuya daima güçlüğü çekme) ya da sonunda insomniası (yani çok erken uyanma ve yeniden uykuya dalarnama) vardır. Başlangıçta insomnia (yani uykuya daima güçlüğü) da görülebilir. Daha az sıklıkla, bu kişiler gece uykularının uzaması ya da gündüz uykularının artması biçiminde bir aşırı uyuma (hipersomnia) gösterebilirler. Bazen kişinin tedavi için başvuru nedeni uyku bozukluğu olabilir.

Psikomotor değişiklikler arasında ajitasyon (örn. sakin bir biçimde oturamama, yukarı aşağı yürüyüp durma, ellerini oğuşturma ya da cildini, giysilerini ya da diğer nesneleri çekiştirip durma) ya da retardasyon (örn. konuşmada, düşünmede ve vücut hareketlerinde yavaşlama; yanıt vermeden önce geçen sürede uzama olması; ses tonunun düşük olması, sesin yükselip alçalmasında, konuşma miktarında ve konu çeşitliliğinde azalma olması ya da hiç konuşmama) vardır (A5 tanı ölçütü). Psikomotor ajitasyon ya da retardasyon başkalarınca da gözlenebilecek derecede ağır olmalı, sadece öznel duyumları yansıtmıyor olmalıdır.
Enerjide azalma olması, yorgunluk ve bitkinlik sık görülür (A6 tanı ölçütü). Kişi, fiziksel bir çaba harcamadan sürekli yorgun olduğunu bildire­bilir. En ufak görevler bile büyük bir çabayı gerektiriyor gibi görünür. Görevlerin yerine getirilmeSiyle ilgili etkinlik azalmış olabilir. Sözgelimi kişi sabah yıkanmanın ve giyinmenin bitkin düşürdüğünden ve bu işlerin her zamankinden iki kat daha fazla zaman aldığından yakınabilir.

Majör Depresif Epizoda eşlik eden değersizlik düşünceleri ya da suçluluk duyguları kişinin değeri hakkında gerçekçi olmayan olumsuz değerlendirmeleri ya da geçmişteki küçük başarısızlıklar üzerine düşünüp durmayı, bunlardan ötürü kendini suçlamayı içerebilir (A 7 tanı ölçütü). Bu kişiler, yanlış bir biçimde, herhangi bir önemi ve anlamı olmayan, sıradan gündelik olayları çoğu zaman kişisel kusurlarının bir kanıtı olarak yorumlarlar ve bu kişilerin ilgisiz birtakım olaylara karşı aşırı bir sorumlu­luk duyguları vardır. Sözgelimi bir emlakçı, genelde piyasanın bozuk olduğu ve diğer emlakçıların da eşit derecede satış yapamadığı bir sırada satış yapamamaktan ötürü kendisini suçlayabilir, bundan kendisini sorumlu tutabilir. Değersizlik ya da suçluluk duyguları sanrısal yoğunlukta olabilir (örn. dünyadaki yoksulluktan kendisinin kişisel olarak sorumlu olduğuna inanan bir kişi). Depresyonlarının bir sonucu olarak hastaların, hasta olmaktan ötürü ve mesleki ya da kişilerarası sorumluluklarını yerine getirernemekten ötürü kendilerini kınadıkları sık görülür ve sanrısal yoğunluk­ta olmadıkça bunların tanı ölçütünü karşıladığı düşünülmez.

Birçok kişi düşünme, düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaş­tırma ya da karar verme becerilerinin bozulduğunu bildirir (A8 tanı ölçütü). Dikkatleri kolay dağılıyor gibi görünebilirler ya da anımsama güçlüklerin­den, unutkanlıktan yakınabilirler. Akademik ya da mesleki olarak zihinsel çalışmayı gerektiren işlerde çalışanlar, çok hafif bir düzeyde düşüncelerini yoğunlaştırma güçlüğü yaşasalar bile çoğu zaman yeterince bir işlev göremezler (örn. daha önceleri üstesinden gelebildiği karmaşık işleri artık yapamayan bir bilgisayar programcısı). Çocuklarda notların hızla düşmesi düşünceleri yoğunlaştırma güçlüğünü yansıtıyor olabilir. Majör Depresif Epizodu olan yaşlı kişilerde başlıca yakınma anımsama güçlüğü olabilir ve yanlış bir biçimde bu demansın erken bulgusu olarak yorumlanabilir ("psöclodemans"). Majör Depresif Epizod başarıyla tedavi edilince anımsama güçlükleri çoğu zaman tümüyle düzelir. Bununla birlikte, özellikle yaşlı kişiler olmak üzere bazı kişilerde Majör Depresif Epizod geriye dönüşlü olmayan demansın bazen ilk görünümü olabilir.

Sıklıkla ölüm düşünceleri, intihar düşünceleri ya da intihar girişimleri olabilir (A9 tanı ölçütü). Bu düşünceler, ölmüş olsa başkaları için daha iyi olurdu düşüncesinden, gelip geçici ancak yineleyen intihar girişiminde bulunma düşüncelerine ya da nasıl intihar edeceğiyle ilgili gerçek özgül tasarılar yapmaya dek değişen bir dağılım aralığında olabilir. Bu düşünce­lerin sıklığı, yoğunluğu ve öldürücülüğü oldukça değişken olabilir. Daha düşük bir düzeyde intihar eğilimi gösteren bireyler gelip geçici (1-2 dakika), yineleyen (haftada bir ya da iki kez) düşüncelerinin olduğunu bildirebilirler. Daha ağır bir düzeyde intihar eğilimi olan kişiler intihar
DSM IV'e GÖRE TANI ÖLÇÜTLERİ (DSM IV amerikan psikiyatri birliğinin kararlaştırdığı ülkemizde de kabul gören tanı ölçütleridir)

A.
İki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile birlikte aşağıdaki semptomlardan beşinin (ya da daha fazlasının) bulunmuş olması; semptomlardan en az birinin ya (1) depresif duygudurum ya da (2) ilgi kaybı ya da artık zevk alamama, olması gerekir.
(1) ya hastanın kendisinin bildirmesi (örn. kendisini üzgün ya da boşlukta hisseder) ya da başkalarının gözlemeSi (örn. ağlamaklı bir görünümü vardır) ile belirli, hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren depresif duygudurum.
Not: Çocuklarda ve ergenlerde irritabı duygudurum bulunabilir.
(2) hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren, tüm etkinliklere karşı ya da bu etkinliklerin çoğuna karşı ilgide belirgin azalma ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor olma (ya hastanın kendisinin bildirmesi
ya da başkalarınca gözleniyor olması ile belirlendiği üzere}
(3) perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının olması (örn. ayda, vücut kilosunun (li) 5'inden fazlası olmak üzere) ya da hemen her gün iştah ın azalmış ya da artmış olması.
Not: Çocuklarda, beklenen kilo alımının olmaması.
(4) hemen her gün, insomnia (uykusuzluk) ya da hipersomnianın (aşırı uyku) olması
(5) hemen her gün, psikomotor ajitasyon ya da retardas­yonun olması (sadece huzursuzluk ya da ağırlaştığı duygularının olduğunun bildirilmesi yeterli değildir, bunların başkalarınca da gözleniyor olması gerekir)
(6) hemen her gün. yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması
(7) hemen her gün, değersizlik, aşırı ya da uygun olmayan suçluluk duygularının (sanrısa! olabilir) olması (sadece hasta olmaktan ötürü kendini kınama ya da suçluluk duyma olarak değil)
(8) hemen her gün, düşünme ya da düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma yetisinde azalma ya da kararsızlık (ya hastanın kendisi söyler ya da başkaları bunu gözlemiştir)
(9) yineleyen ölüm düşünceleri (sadece ölmekten korkma olarak değil), özgül bir tasarı kurmaksızın yineleyen intihar etme düşünceleri, intihar girişimi ya da intihar etmek üzere özgül bir tasarının olması
.
B.
Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da önemli diğer işlevsel­lik alanlarında bozulmaya neden olur.
C.
Bu semptomlar labilen bir ilaç, tıbbi bir durum! etkilerine bağlı d Bu semptomlar bir madde kullanımının (örn. kötüyekullanı­labilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun (örn. hipotiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
D
Bu semptomlar Yas' la daha iyi açıklanamaz, yani sevilen birinin yitirilmesinden sonra bu semptomlar 2 aydan daha uzun sürer ya da bu semptomlar, belirgin bir işlevsel bozulma, değersizlik düşünceleriyle hastalık düzeyinde uğraşıp durma, intihar düşünceleri, psikotik semptomlar ya da psikomotor retardasyonla belirlidir.

DEPRESYON

Günümüzde her geçen gün biraz daha sık rastlamaya başladığımız bir rahatsızlık olan Depresyon (ruhsal çöküntü); genellikle çevremizde meydana gelen olaylara bir tepki olarak ortaya çıkar. Pazartesi sabahları  yaşadığımız geçici sıkıntılardan, derin duygusal kayıpların yaşandığı ve psikiyatrist müdahelesi gerektiren ağır vakalara kadar birçok rahatsızlık depresyon olarak adlandırılır.
İnsanlar zaman zaman kendilerini üzüntülü ve mutsuz hissederler. İşinden ayrılmak, sevdiğini kaybetmek veya başarılı olamamak üzüntüye yol açan yaşam olaylarındandır. Kısaca üzüntü normal yaşamın bir parçasıdır. Ancak bu üzüntülü durumun uzaması ve nedensiz ortaya çıkması ruh sağlığı sorunudur ve depresyon olarak tanımlanır. .Depresyon duygu düşünce ve davranışı etkiler. Tedavi edilmediği taktirde aylar yıllar bazen de ömür boyu sürebilir.
Depresyon her yaşta her birey de görülebilecek ruhsal bir hastalıktır. Genetik veya biyokimyasal nedenler, çevre koşulları ve psikososyal zorlanmalar depresyonun başlamasında etken olabilir. Tedavi edilmediği durumda bireyin yaşamını ümitsiz, karamsar, bunalım içinde geçirmeye başlamasına neden oluşturarak, " Depresif Psikoz" olarak tanımlanan " gerçekleri görmeyecek kadar bunalım" a ilerleyebilir. Toplumun her kesiminde görülebilir. Psikiyatrik hastalıklar arasında en sık rastlanan bir tablodur.
Yaşam boyunca her 100 erkekten 10'unun ve her 100 kadından 20'sinin Depresyon geçirdiği araştırmalarla saptanmıştır.
Depresyonun Belirtileri :
1. Duygularda , kederli, üzüntülü, hüzünlü hissetme
2. Yaşamdan geri çekilme. İlgi ve isteğin azalması. Daha önce yapılan etkinliklerden keyif almama ve ilgisizlik.
3. Her işi ve duyguyu engelleyen bir enerji kaybı. Bitkin hissetme, çabuk yorulma.
4. Uyku bozukluğu. Kişi uyandığında kendini dinlenmemiş hissedebilir. Sabahları erken uyanma, uyumakta güçlük çekme, ya da " uykuya kaçış " olarak tanımlanan fazla uyuma şeklinde görülebilir.
Uyku bozukluğu bir hastalık değildir başka hastalıklarda görülebilen bir belirtidir. Nedeninin araştırılması gerekir. Bedensel hastalıklar (astım, kalp hastalığı v.b.) nedeniyle olabileceği gibi psikiyatrik hastalıkların (depresyon, mani v.b.) çoğunda görülebilir.
5. Dikkati toplamada güçlük, yetersizlik. Konsantrasyon azalmıştır. Bir gazeteyi okuyamayabilir ya da bir filmi izleyemeyebilir. İşini tam olarak yapamayabilir.
6. Değersizlik duyguları. Kendini eleştirme sürekli hale dönüşebilir, kendine güven azalmıştır. Cesaret kaybolur. Birey kendini yetersiz, başarısız, eksik değerlendirmeye başlar.
7. Suçluluk duyguları. Birey geçmiş ve bugünün olumsuz olaylarında kendini gerçeğe uygun olmayan bir tarzda suçlamaya başlar. Vicdan hesaplarına girişir ve sonunda neşesini kaybeder.
8. Yavaşlama. Birey karar vermekte, kararlar uygulamakta güçlük çeker. Davranışlarda, düşüncenin akışında yavaşlık ortaya çıkabilir. Birey durgundur, ya da tam tersi bir şekilde ajitasyon ve aşırı hareket görülebilir.
9. İntihar düşünceleri. Birey ölüm düşünceleriyle ilgilenmeye başlayabilir. Bu durum sıkıntılı olunduğu zamanlarda söylenebilen " ölsemde kurtulsam " duygusundan farklı olarak daha çok ölümle ilgili düşünce, sorgulama şeklinde ortaya çıkabilir.
10. Cinsel istekte azalma. Cinselliğe karşı ilgisizlik başlayabilir.
11. Tolerans eşiğinin düşmesi. Çabuk öfkelenme. Birey kolay öfkelenmeye başlayabilir. Tahammülsüzlük, gürültüye karşı aşırı duyarlılık kazanma ortaya çıkabilir.
12. Sıkıntılı durum. Birey kaygılı bir bekleyiş içinde olabilir. Sinirli hissetmeye başlar. Bazen sürekli veya sıklıkla, bazen de hiç ağlamayabilir. İnsanlardan uzaklaşabilir.
13. Sanrı ve varsanılar. Kişide, herkesin öleceği, mahvolacağını, sonunun geldiğini, kimsenin kendisini sevmediğini, insanların kendisine kötülük yapabileceği gibi psikotik ataklar görülebilir.
14. Obsesyon. Bireyin anlamsız, saçma olduğunu bildiği ama durduramadığı düşüncelerdir. Depresyonlu hastaların %30'unda obsesyon bulunabilir.
15. Somatizasyon. Bazen birey depresyonda olduğunu bilinç düzeyinde farketmeyebilir. Açıklanamayan bedensel yakınmaları gündeme gelebilir. Migren, mide ağrısı, yan ağrısı, saç dökülmesi, sedef hastalığı gibi hastalıklarda organik bir neden bulunamazsa, depresyonun bir organda somatize olmasından şüphelenilir. Bu durum bilimsel kongrelerde tartışılmaktadır.
Bazen de bedensel hastalıklara eş zamanlı olarak depresyon eşlik etmektedir. Kronik ( uzun süren ) bedensel hastalıklarda en sık görülen ruhsal bozukluğun depresyon olduğu açıklanmıştır.
Not:Hiçbir neden olmadan da kalıtsal yatkınlık olarak da depresyon ortaya çıkabilir.
Depresyonun Nedenleri
Depresyon sık görülen bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Bu sıklık yaklaşık her dört kişiden biri olarak ifade edilebilir. Depresyon tedaviye cevap verir ve kişilerin çoğunluğu iyileşir. Hiçbir neden olmaksızın depresyon başlayabilir. Nedenleri şöyle özetleyebiliriz :
* Olumsuz yaşam olayları ile karşılaşma
* Büyük üzüntülere neden olabilecek kayıplar ve yas
* İş yaşamı sorunları
* Partner, evlilik, aile sorunları
* Hamilelik ve lohusalık süreci
* Kalıtsal yatkınlık
* Fazla alkol kullanımı
* Bazı hastalıklar ( Kanser, Multiple Skleroz, Epilepsi, Aids gibi ölümcül hastalıklar )
* Bazı ilaçlar ( Kardiyak ve hipertansifler gibi )
* Doğum ve hamilelik süreci
* Menapoz - Antrapoz dönemi
* Mevsim değişiklikleri
• Ülke, şehir değiştirme, yeni yaşam koşulları
• Birçok insanın aynı şartlarda yaşamasına rağmen bazılarının depresyona girdiği, bazılarının girmediği araştırılıp, tartışılmıştır. Biyolojik-genetik alt yapının depresyona yatkınlık gösterdiği kişilerin dış faktörlerle daha kolay depresyona girdiği ileri sürülmektedir.
Depresyon değişik şekillerde ortaya çıkabilir:
Bazısında neden olmaksızın aniden ortaya çıkar
Bazısında stresli bir yaşam olayından sonra başlar
Bazen tek atak olarak yaşam boyu sürebilir
Bazen tekrarlayan ataklar halindedir
Bazen semptomların şiddetli olması ile hastalar iş yapamaz hale gelebilir
Bazıları ise iş yapabilir ama sürekli mutsuzluk hissederler
Depresyonda Hafıza
Dikkat toparlanamaz
Konsantrasyon bozulur.
Unutkanlık başlar
Yeni şeyler öğrenilemez
Bu nedenle bir iş performansı ciddi şekilde düşer.
Depresyonda Biyolojik-Vital fonksiyonlar  Uykuya dalmada güçlük  Sık sık uyanma, sabahları erken uyanma
İştahsızlık ( Perhizde değilken 1 ayda kilosunun %5'inden fazlasını kaybetme)
Cinsel istekte azalma
Hareketlerde faaliyetlerde yavaşlama, halsizlik, yorgunluk, bitkinlik.
DEPRESYON TÜRLERİ 
Maskeli Depresyon Sınıflamalarda yer almamakla birlikte klasik kitapların çoğunda yer alır.
Bu durumda klasik depresyon belirtileri yerine: Bedenin değişik yerlerinde ağrılar, sızılar, uyuşma, karıcalanmalar, hissiyet azlığı, karakter bozuklukları, Sexsüel alanda ve beslenme ile ilgili davranışlarda bozukluklar, alkolizm, madde bağımlılığı gibi sorunlar ön plandadır. Yani temeldeki depresyon bu şekilde dışa yansımıştır.
Tipik depresyon
Hastada deprestif duygu durum dikkati çekmekle beraber, diğer belirtiler "tipik" depresyon belirtilerine uymaz.
Gün içi değişmeler görülür.
Kişilik yapısı takıntılara saplantıları yatkın insanlarda takıntılar, saplantıar, kuruntular ön plana çıkar. Örneğin; su muslukları, tüpün düğmesi, ütü fişi sürekli kontrol edilir. Bazen yoldan dönülüp tekrar tekrar bakılır.
Bedendeki fizyolojik değişiklikler organlardaki bozukluğun habercisi gibi değerlendirilir ve bedensel uğraşlar artar.
Çeşitli korkular gelişir.
Dışarıdan gösteri, rol gibi algılanacak davranışlar görülebilir.
A tipik depresyonlu insanlar her zamankinden fazla uyur ve fazla yemek yerler. Aşırı kilo alırlar.
Kollarda ve bacaklarda aşırı güçsüzlük vardır.
Beklenmedik bir şekilde alkole, maddeye, kumara düşkünlük.
Aile ve iş yaşamından uzaklaşma
Açıklanması güç cinsel uyumsuzluklar dikkati çeker.
Çocuklarda ve gençlerde depresyon
Çocuklarda ve gençlerde tipik depresyon belirtileri olmayabilir. Daha çok davranış ve tutum değişiklikleri belirgindir. Aşırı ağlama, hırçınlık, asi davranışlar, çabuk sinirlenme, alkol ve uyuşturucu kullanımına başlamanın temelinde depresyon olabilir.
Yaşlılarda ve Menapoz Sonrası depresyon
Kadınlarda daha sık görülür.
Depresyonun tipik belirtileri olmakla beraber; ağır bunaltı (anksiyete), sıkıntı, özellikle sabah sıkıntısı, uyku bozukluğu ön plandadır.
Aşırı telaş ve tedirginlik vardır.
Sıkıntıdan dolayı sürekli eller oğuşturulur ve yerinde duramama, dolaşma hali vardır.
Bedensel uğraşılar daha fazladır.
İntihar düşünceleri yoğundur.
Doğum Sonrası depresyonları  Doğumdan sonra annelerde görülen depresif tabloya "puerperal depresyon" denmektedir.  Bazı anneler doğumdan sonra : Gelip geçici ağlama nöbetleri, güçsüzlük , halsizlik, sıkıntı, üzüntü, bebeğe karşı ilgisizlikle karakterize "Bebek hüznü " denen bir durum yaşar. Destekleyici tedavilerle olumlu yanıt verir.
Doğum sonrası bir ila 3 ay içinde gelişen karamsarlık , üzüntü, yetersizlik , hiçbir şeyden zevk alamama, çocuğa, ev işlerine bakmamak gibi hallerinde tam bir depresyon geçiriyor denmektedir. Ciddi tedavi gerekmektedir. Hastaların çoğu tedavi ile düzelir. Bazılarında depresyonun belirtileri uzun süre üzerinde kalabilir.
Distimik Bozukluk
Eskiden nörotik depresyon, depresif kişilik, nevrasteni diye nitelendirilirdi. Hastalarda en az iki yıl süren ve çok ağır olmayan depresyon belirtileri vardır. Uyku bozuklukları, hiçbir şeyden mutlu olamama, müzmin karamsarlık hali, yogunluk, istek ve ilgi azlığı, güvensizlik hissi, bedensel yakınmalar dile getirilir. Bu bozuklukta bir kaç gün , bir kaç hafta iyilik dönemleri görülebilir. Ancak bu iyilik dönemleri iki ayı geçmez.
Postpsikotik depresyonlar
Şizofreni gibi gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulduğu, "akıl hastalıklarında da zamanla depresyon gelişebilir.
Organik nedenlere bağlı depresyon
Bir çok fiziksel bozukluğa bağlı depresyonlar görülebilmektedir. Örneğin;
Hormonal sistemdeki bozukluklar, Nörolojik bazı hastalıklarda ( Örneğin Parkinson, Multipl skleroz) kan hastalıklarında, kanserde, enfeksiyon hastalıklarının bazılarında, kaza ve ameliyetlardan sonra depresyon gelişebilmektedir. Uzun süre kullanılan tansiyon düşürücü, ülser giderici bazı ilaçlar bağımlılık yapan uyarıcı ve uyuşturucular, kortizollü ilaçlarda depresyon yapabilirler.
Depresyonun Mantığı Depresyondaki olumsuz düşünceler, hatalı ve tek yanlı işleyen bir mantık sisteminin ürünü. Bu mantık sisteminin bir tarafından ne verirseniz verin, diğer taraftan mutlaka karamsar ve umut kırıcı yorumlar çıkıyor. Umuda çıkan tüm yollar özenle kapatılmış. Söz konusu sistem altı temel mantık hatasına dayanıyor.
1. Keyfi çıkarsamalar: Yeterince kanıt olmamasına karşın, yaşanan olaylar ve içinde bulunulan koşullar hakkında olumsuz sonuçlar çıkarılır. Örneğin, sınava hazırlanmakta olan bir kişi, ortada bir neden yokken, başarılı olamayacağı kararına varabilir. Ya da, depresyona giren bir işadamı, iflasının kaçınılmaz olduğu inancına saplanabilir.
2. Seçici odaklanma: İçinde bulunulan durum ya da yaşanan deneyimlerin kötü yanları üzerinde odaklanılır. Dolayısıyla, günboyunca bir çok olumlu ve olumsuz olaylarla karşılaşan kişi, akşam olduğunda yalnızca yaşadığı olumsuzlukları anımsar ve berbat bir gün geçirdiği kararına varır.
3. Kişiselleştirme: Kişi, kendisiyle ilgili olmayan ya da çok az ilgili olan olayları üzerine alınır. Örneğin, yolda karşılaştığı ve muhtemelen onu görmemiş olan bir arkadaşının selam vermemesini, 'Mutlaka onu kıracak bir şeyler yapmış olmalıyım' biçiminde yorumlayabilir.
4. Aşırı genelleme: Tek bir olaydan genel sonuçlar çıkarılır. Kişi, otobüs zamanında gelmediği için, hiç bir işinin yolunda gitmediği yargısına varabilir. Ya da arkadaşı zamanında telefon etmediği için, artık hiç kimsenin onunla ilgilenmek istemediği sonucunu çıkarabilir.
5. Ya hep ya hiç biçiminde düşünme: Her türlü olay 'ya hep ya hiç' kuralına göre değerlendirilir. Mükemmel olmayan her şeyin berbat olduğu yargısına varılır. Kişi, yalnızca siyah beyazdan oluşan, diğer tonları olmayan bir yargılama sistemine sahiptir.
6. Küçümseme veya büyütme: Kişi başarılı olduğu işleri küçümserken, hatalarını abartır.
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI ARTIK TEDAVİ EDİLEBİLİYOR
İkibinüçyüzyıl önce adı konup tanımlanmış bir insani sorun olan aşırı duygulanma halleri, yani aşırı üzülme ve aşırı coşma, ancak son elli yıldır etkili bir şekilde tedavi edilebiliyor. Çağımızın çözümlenebilir sorunu olan çöküntü ve taşkınlık, artık, hekimlerin diğer tedavi edilebilir hastalıklar gibi gördüğü bir sorun. Aslında acısını da çeken bilir. Bir düşünün: Bir zamanlar ne denli iradeli bir insan olsanız da gün gelip, bir nedenle çaresiz, çekilmez çözümsüz bir insan oldunuz ve hatta size bu işten kurtulmak olası değil gibi geliyor ve bunu çözmenin tek yolunun ortadan yok olmak olduğu bile aklınıza geliyor. Eşiniz dostunuz artık eskisi gibi kolay anlaşılır bir insan olmadığınızı ima ediyor ve sizin kendinizden yakındığınız kadar onlar da sizden yakınıyor. Sonra birisi diyor ki, dostum, boşuna bu çektiklerin, bunun çaresi var! İnanmak ne kadar da zor. Oysa bunun çok uzun bir öyküsü vardı, bunlar nasıl düzelir? Yarı inanır yarı inanmaz bir halde bir uzmana gidiyorsunuz, ve tanı konuyor: "Bu bir depresyon..." Sunulan çareye inanmamakla birlikte sizi denemeye davet eden çağrıya kulak verdiğinizde bir ay gibi bir sürede, dünyaya bakarken kullandığınız gözlükler değişiyor. Kendinize güveniyor, dünyayı yaşanır bulur oluyorsunuz. Eskiden kafanızda binlerce kez evirip çevirdiğiniz sorunlar size artık çözülebilir geliyor. Bunu da hekimin size yazdığı bir reçeteye ve/veya sorduğu bazı sorulara borçlusunuz.
Yanlış anlamadınız, çöküntü ve taşkınlık artık tedavi edilebiliyor. Yeterki siz bir uzmanın sizi değerlendirmesine izin verin. Bunu deneyenlerin yaklaşık yüzde yetmişi çare buluyor. Bu hiç de düşük bir oran değil.

 

OYAK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER



OYAK’ın üst düzey yöneticilerinin 15 ve 10 bin dolar gibi oldukça yüksek rakamla maaş aldıkları, yöneticilerin neredeyse maaşları kadar da ikramiye aldıkları söyleniyor.
ORG. ÖZKÖK’ÜN 5 KATI
OYAK Genel Müdürü 15 bin dolar, 4 genel müdür yardımcısı 10 bin dolar maaş alırken, bunlara ilaveten 6-7 maaş tutarında da ikramiye alıyorlar... Bu da, her ay 22.500 ve 15.000 dolar demek... Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün ise 3-4 bin dolar maaş aldığı düşünüldüğünde, OYAK’taki maaşların astronomik miktarı, kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Kısa adı OYAK olan Ordu Yardımlaşma Kurumu yöneticilerinin tam bir saltanat sürdüğü iddia ediliyor. Subay,Astsubay ve Uzman Jandarmaların her ay maaşlarından yüzde 10 kesilen aidatların önemli bir kısmının, kurumun dolarla maaş alan yöneticilerine gittiği ileri sürülüyor.
15 BİN DOLAR MAAŞ
“Milli Savunma Üzerine Düşünceler” isimli kitabıyla dikkatleri üzerine çeken emekli Tuğgeneral Raif Babaoğlu, OYAK Genel Müdürü ile genel müdür yardımcılarının aldığı maaşa dikkat çekiyor. OYAK’ın üst düzey yöneticilerinin 15 ve 10 bin dolar gibi oldukça yüksek rakamla maaş aldığını belirten Babaoğlu, yöneticilerin neredeyse maaşları kadar da ikramiye aldığını savunuyor.
İşte OYAK’ta çalışan bazı yöneticilerin aylık maaş dökümü (ABD Doları):
OYAK Genel Müdürü: 15.000 $
OYAK Genel Müdür Yardımcısı (4 kişi): 10.000 $
OYAK Genel Müdür Danışmanı: 10.000 $
OYAKBANK Genel Müdürü: 10.000 $
OYAKBANK Genel Müdür Yardımcısı (2 kişi): 7.700 $
MAİS Genel Müdürü: 7.500 $
OYAK Portföy Yönetim Genel Müdürü: 7.500 $
OYAK Menkul Değerler Genel Müdürü: 7.500 $
OYTUR Genel Müdürü: 4000 $

HER ŞEY HAZİRAN 2000’DE YÖNETİMİN DEĞİŞMESİYLE BAŞLADI

OYAK’ta Haziran 2000’de göreve başlayan yeni yönetim kuruluyla birlikte keyfi yönetimin başladığını iddia eden Babaoğlu, kitabında şunları yazıyor: “OYAK’ta Haziran 2000 tarihinde göreve başlayan yeni yönetim kurulu ile birlikte OYAK Genel Müdürü de değiştirildi. Bu yeni müdürün aylık ücreti de, yıl sonu ikramiyeleri hariç, 15 bin Amerikan Doları olarak tespit edildi. Yeni Genel Müdür, 2000 yılı sonuna kadar geçen sürede üç tane genel müdür yardımcısı (10.000 dolar net aylıkla) ve yönetimine egemen olunan şirketlerin tamamının genel müdür ve genel müdüryardımcılarının değiştirilmesi işlemlerini yönetim kurulundan çıkartmayı başarmıştır.”

GENEL MÜDÜRE 7, YARDIMCILARINA 6’ŞAR MAAŞ İKRAMİYE

Babaoğlu, maaşlarını yeterli bulmayan yöneticilerin maaşlarının yarısı kadar da ikramiye aldıklarını ileri sürerek, şunları anlattı: “Aralık 2000 itibariyle, yıllık ikramiye adı altında genel müdüre 7 maaş, yardımcılarına da altışar maaş ödeme yapılması için gerekli yönetim kurulu kararı oy çokluğuyla alınmıştır. Öyle bir yönetim anlayışı oluşmuş bulunmaktadır ki; yönetim kurulunun yetki ve sorumluluğundaki konularda bile, bir kişinin fikri ve görüşleri çerçevesinde işlem yapılmakta ve ancak olaylar geri dönülemez noktaya geldiğinde yönetim kuruluna bilgi verilmektedir. ”
OYAK’ın 200 binin üzerinde üyesi olduğunu yazan Raif Babaoğlu, tüm üyelerin maaşlarından “üye aidatı” adı altında her ay yüzde 10 oranında kesinti yapıldığını kaydetti. Babaoğlu, OYAK yönetiminin üye aidatları kesintisinden her yıl yaklaşık 100 trilyon lira topladığını ifade etti.

KURUM, LÜKS VİLLALARDA YÖNETİLİYOR

Ankara’daki yönetim kurulu tesisinin lüksü yeterli bulunmamış, İstanbul Bebek’te de ‘OYAK Üst Yönetimi’ diye çok masraflı bir birim kurulmuştur. Bu iş için yıllığı 150.000 ABD Doları karşılığında ve 5 yıl süre ile lüks bir villa kiralanmış. Kira bedelinin de Genel Müdürlükçe değil de, OYAK’ın Yönetim Kurulu’na egemen olan şirketlerce ödenmesi için ilgili şirketlerin genel müdürlüklerine yazılı talimat gönderilmiştir. Aynı yerin inşası için OYAK İnşaat AŞ. akıl almaz paralar harcarken, yönetim kurulunun en ufak birhaberi olmuyor.”

VE DİĞER ELEŞTİRİLER

OYAK’a yönelik diğer yanlışlar şu şekilde sıralanıyor:
• Sümerbank’ın satın alınması safhasında, OYAK’ın üzerine yüklenen 1.6 katrilyonluk devlet iç borçlanma senedi (DİPS), karşılığı olan mevduat ve kredilerinin fon maliyetlerinin OYAK’a getireceği külfetin ne olduğu.
• Almanya’da bulunan OYAK Anker Bank ve İstanbul merkezli OYAKBANK eski yöneticilerinin hangi ödünler karşılığı görevlerine kimler tarafından ve kimlerin izni ile son verildiğinin ve buralardaki dönmeyen kredilerin Genel Kurul toplantılarında konunun uzmanı olmayan, iyi niyetli subay ve astsubay topluluğuna çarpıtılmış bilgilerle nasıl sunulduğunun araştırılması gerekir.
• 2001 yıl sonu Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda OYAK’ın yıl sonu mali tabloları açıklanırken, OYAKBANK bilançosunda yer alan DİBS’lerin döneme isabet eden kaydi faiz gelirleri (141 trilyon civarında) Genel Kurul üyelerine ve hatta Silahlı Kuvvetler’e sanki OYAK’ın gerçek kârıymış gibi gösterilmiştir. Bunun sonucunda 2002 yılında emekli olan TSK mensuplarına astronomik emekli ücretleri ödenmiştir. Bu ödemelerise, diğer üyelerin ve kurumun aleyhine olmuştur.
Sadece Bir Yıllık Maaşlarını Hesaplayın ve Sizin 20-25 yılda aldığınız Parayla Kıyaslayın. Çok Adil Bir Kuruluş. :)
Buda Cumhur Başkanı Abdullah Gül'ün maaşı,memur maaşına yapılan artış uyarınca artarken, emekli cumhurbaşkanlarının maaşı da bu çerçevede 600 TL artışla, 1 Ocak 2010'dan itibaren 11 bin 400 TL'ye yükseldi.
OYAK gözünü torba yasaya dikti.Kamu İhale Kurumu (KİK) kararıyla imtiyazlarını kaybeden OYAK, umudunu Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşülen torba yasaya bağladı.
Kamu İhale Kanunu'nun değişmesiyle birlikte diğer şirketlerle eşit kurallara tabi olan kuruluş, KİK'in kararını idare mahkemesine götürmüş, sonuç alamamıştı. Şimdi torba yasaya "OYAK, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı değildir." şeklinde bir hükmün konulması için lobi yapan yöneticiler, bu yolla hem mevzuatın dışına çıkmaya hem de vergi muafiyetini kaybetmemeye çalışıyor.
Hükümetin kendilerinden görüş istediği Kamu İhale Kurumu bürokratları ise, "Bu değişiklik gerçekleşirse, OYAK bazı vergi imtiyazlarını da kaybeder." değerlendirmesinde bulundu. Devlet İhale Kanunu'nun yerine 1 Ocak 2003'te 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu yürürlüğe girdi. Bu kapsamdaki tüm kuruluşlar kanunu uygulamak zorunda. Yani her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işleri için mevzuata uygun ihale açılması gerekiyor. Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı bir tüzel kişilik olarak kurulan yardımlaşma kurumu, eski kanuna göre imtiyazlıydı ve özel şirket gibi davranabiliyordu. Yeni kanunla imtiyazı ortadan kalkan OYAK'ın buna rağmen 7 yıldır hâlâ İhale Kanunu'na tabi değilmiş gibi hareket ettiği belirtiliyor. Bir şikâyet üzerine harekete geçen KİK de Ordu Yardımlaşma Kurumu'nun Kamu İhale Kanunu'na tabi olduğuna hükmetmişti. Zaman'ın kamuoyuna duyurduğu kararın ardından OYAK da harekete geçti. Bölge İdare Mahkemesi'ne yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtı fakat sonuç alamadı. Yeni hedef ise torba yasa. OYAK yetkilileri Milli Savunma Bakanlığı üzerinden lobi çalışmalarını sürdürerek, istedikleri değişikliği hayata geçirmeye çalışıyor.
Ordu Yardımlaşma Kurumu, 27 Mayıs darbesini yapanların oluşturduğu Milli Birlik Komitesi tarafından 1 Mart 1961 tarihli 205 sayılı kanun ile kuruldu. Kurumun yönetim ve denetimi temsilciler kurulu, genel kurul, yönetim kurulu, denetleme kurulu ve genel müdürlük aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Temsilciler kurulu, sayıları 50'den az 100'den fazla olmamak üzere Milli Savunma Bakanlığı koordinasyonunda, daimi üye adedi dikkate alınarak birlik ve kuruluşlarda görevli daimi üyeler arasından, birlik ve kuruluşların kumandan veya amirlerince tespit olunacak temsilcilerden oluşuyor. OYAK Holding, diğer şirketlerden farklı olarak, Kurumlar Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi, Gelir, Damga ve Gider Vergisi gibi vergileri ödemek zorunda değil.
OYAK İŞTİRAKİ ŞİRKETLERİ :
OYAK İnşaat
OYAK Teknoloji
Ataer Holding
Adana Çimento
Mardin Çimento
Bolu Çimento
Ünye Çimento
Aslan Çimento
Oyak Beton
Aslan Beton
Birçim Çimento ve Madencilik
Tam Gıda
OYAK Kağıt Ambalaj
İSKEN
Oyak Renault
Oyak Enerji
HEKTAŞ
TUKAŞ
OYAK Anker Bank
OYAK Yatırım Menkul Değerler
Halk Finansal Kiralama
MAİS
OMSAN
OYTAŞ
OYAK Konut İnşaat
OYAK Pazarlama
Eti Pazarlama
OYAK Savunma ve Güvenlik Sistemleri

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...