17 Temmuz 2011 Pazar

2012 öss başvuru,2012 öss başvuruları,2012 öss başvuru tarihi ne zaman,2012 öss başvuruları ne zaman,



2011 öss başvuru tarihi
Bilindiği gibi 2010 yılı öss başvuruları iki aşamalı olarak yapılmıştı.
Önce ygs başvuruları yapıldı ardından lys başvuruları yapıldı.
2010 ygs başvuruları 18 ocak-12 şubat tarihleri arasında yapılmıştı, 2011 ygs başvuruları da ocak ayında yapılacak.2011 lys başvurularının da mayıs ayında yapılacak.

2011 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemine (ÖSYS) başvuru işlemleri, 3-19 Ocak 2011 tarihleri arasında yapılacaktır.İlgili kılavuz, aday bilgi işlemleri sayfası, Aday bilgi formu ve başvurularda izlenecek yollarla ilgili ayrıntılı bilgilere aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz..http://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html

2011 YGS Başvuru İşlemleri ve ayrıntılı bilgiler için TIKLAYINIZ http://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html


2011 ygs başvuru tarihleri ocak ayında, 2011 lys başvuru tarihleri ise mayıs ayı içerisinde olacak.
2011 sınav tarihleri ve başvuru tarihlerini 2010 ösym sınav takviminden kıyaslayarak bilgi edinebilirsiniz.
2011 ösym sınav takvimi ise aralık ayında netleşecek gibi görünüyor.


2011 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemine başvuru işlemleri bugün başladı. 2011 YGS Başvuruları 19 Ocak 2011'e kadar sürecek.


2011 YGS Başvuru İşlemleri için TIKLAYINIZ http://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html

2011 YGS Başvuru Kılavuzu için tıklayınızhttp://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html

Başvuru İşleminde Adayların İzleyeceği Yollar için Buradan tıklayınızhttp://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html

Başvuru Merkezleri içinTıklayınızhttp://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html

Aday Bilgi Formu için Tıklayın..http://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html


Başvurularla İlgili ÖSYM Duyurusu:http://www.osym.gov.tr/ana-sayfa/1-0/20110717.html

2011 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemine (ÖSYS) başvuru işlemleri, 3-19 Ocak 2011 tarihleri arasında yapılacaktır.

2011-2012 öğretim yılında yükseköğretimin tüm lisans ve ön lisans (sınavsız geçiş dahil) programlarında öğrenim görmek isteyen adaylar 2011-ÖSYS’ye başvurmak zorundadır.

Adaylar, 2011-ÖSYS Kılavuzu ile Aday Bilgi Formuna, başvuru süresi içinde ÖSYM'nin osym.gov.tr internet adresinden ulaşabilirler. Kılavuz dağıtımı ve satışı yapılmayacaktır. Adaylar isterlerse başvuru merkezlerine gönderilen örnek kılavuzları da başvuru merkezlerinde inceleyebilirler.

Ortaöğretim Kurumu (Okulu) Müdürlükleri, ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticilikleri ve ÖSYM Büroları ÖSYS’de başvuru merkezi olarak görev yapacaklardır.

Henüz mezun olmamış, son sınıf düzeyindeki adaylar başvurularını okullarının bağlı olduğu başvuru merkezine yapacaklardır.

Mezun durumdaki adaylardan 2009 ve 2010-ÖSYS’nin her ikisine de başvurmamış olanlar ile 2009 veya 2010-ÖSYS’ye başvurmuş olanlardan öğrenim bilgilerinde değişiklik olanlar başvurularını istedikleri başvuru merkezine yapabilirler.

Mezun durumdaki adaylardan 2009 veya 2010 ÖSYS’den birine başvuru merkezi aracılığıyla başvurmuş olan ve öğrenim bilgilerinde değişiklik olmayan adaylar başvurularını; isterlerse bireysel olarak internet aracılığıyla, isterlerse diledikleri bir başvuru merkezine başvurarak yapabilirler.

2011-ÖSYS’ye (Sınavsız Geçiş dahil) ilişkin başvurma, başvurma koşulları, sınav, değerlendirme ve yerleştirme ile ilgili kurallar ve işlemler 2011-ÖSYS Kılavuzunda yer almaktadır. 2011-ÖSYS’ye başvurmak isteyen adayların kılavuzu dikkatle incelemeleri gerekmektedir.

Adaylara ve kamuoyuna duyurulur.


DÜNYANIN NERESİNDEYİZ ?




Dünyanın neresinde olduğumuz büyük ölçüde üç devâm sorusuna bağlı. Birincisi kendimizi dünyanın neresinde görüyoruz? İkincisi dünya bizi nerede görüyor? Üçüncüsü nerede olmalıyız?
ABD'nin Merkezî Haber Alma Örgütü (CIA), dünya ülkeleriyle ilgili 2002 milli gelir tahminlerini değiştirdi. CIA'nin internet sitesinde yer alan ''The World Factbook'' adlı çalışmasındaki veriler belki tek başına referans alınmak için yeterli olmayabilir, ama yine de bir ölçü veriyor.
CIA, daha önce 2002 yılı için 468 milyar dolar olarak açıkladığı Türkiye'nin satın alma gücü paritesiyle gayri safi yurtiçi hasılasını yeni tahmininde 489,7 milyar dolara çıkardı.
Yaklaşık yarım trilyon dolar. Bu rakam Türkiye’nin 2002 yılında kişi başına yurtiçi gelir rakamında 7.300 dolar seviyesinde olduğunu gösteriyor.
Türkiye bu ölçüye göre dünyanın 17. büyük ekonomisi. Ancak bütün dünyanın aynı veriler çerçevesinde toplam 49 trilyon dolar olduğu düşünüldüğünde, Türkiye dünya toplamının %1’ni oluşturuyor. Aynı rakamlara göre ABD 10 trilyon 450 milyar dolar ile dünyanın yaklaşık %21’ini meydana getiriyor. İkinci sırada 5 trilyon 989 milyar dolar ile Çin var. Onu Japonya 3 trilyon 651 milyar dolar ile izliyor.
Sonra Hindistan 2 trilyon 664 milyar dolarla dördüncü, Almanya 2 trilyon 160 milyar dolarla beşinci, Fransa 1 trilyon 558 milyar dolarla altıncı, Birleşik Krallık 1 trilyon 528 milyar dolarla yedinci, İtalya 1 trilyon 455 milyar dolarla sekizinci, Rusya 1 trilyon 409 milyar dolarla dokuzuncu, Brezilya 1 trilyon 376 milyar dolarla onuncu. Bu 10 ülke 32 trilyon 240 milyar dolarla 2002 yılında dünyadaki toplam üretimin üçte ikisini gerçekleştirdi.
İkinci on ülkelik dilimde ise sırası ile Güney Kore, Kanada, Meksika, İspanya, Endonezya, Avustralya, Türkiye, İran, Tayland ve Hollanda var.
Birinci dilim tek başına dünya üretiminin %65’i sağlarken, ilk iki dilimin toplamı %80 gibi bir rakama ulaşıyor.
Üçüncü dilimde ise 216 bağımsız ülke, bağımlı ülke veya bölge ekonomisi var. Onların toplamı 10 trilyon 38 milyar dolar. Bir başka deyişle ABD’den biraz az. Bir başka deyişle Türkiye’nin yaklaşık 20 katı.
Burada dikkat çeken bazı hususlar var.
Birincisi; AB ülkelerinin mutlak ekseriyetinin üçüncü dilimde yer alması. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Hollanda dışında kalanlar üçüncü dilimdeler.
Bununla birlikte, söz konusu beş AB ülkesi bir araya geldiğinde bile başlı başına dünyadaki üretimin sekizde birini oluşturuyorlar.
İkincisi; Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Güney Kore ve İran gibi demokraside sorunlu olan, serbest pazar ekonomisi ile gereken uyumu sağlayamamış ve insan haklarından açık topluma kadar birçok sahada telâfi etmesi gereken uzun süreçler bulunan ülkelerin birinci ve ikinci dilimde yer alması.
Dolayısı ile kuvvetli ekonominin kuvvetli demokrasi veya tam işleyen serbest pazar ekonomisi ile mümkün olduğu tezi bu sıralama ile ölüyor.
Üçüncüsü; 17. sıradaki Türkiye’nin önünde bir başka İslâm ülkesi bulunmuyor.
Diğer birçok İslâm ülkesinin düşük nüfusuna ve büyük petrol gelirine sahip olmasına rağmen sıralamada üçüncü dilimden yukarıya çıkamaması, sistem hatasından kaynaklanıyor.
Dördüncüsü; Türkiye’nin bütün komşuları üçüncü dilimde yer alıyorlar.
İkinci dilimde yer alan Türkiye’nin nerede olduğu ve olacağı da özellikle birinci, ikinci ve üçüncü dilim ülkeleri ile ilişkilerine bağlı görünüyor.
Herhangi bir bölgesel, etnik, dinî ve siyasî ihtilâfı bulunmayan Türkiye’nin dünyadaki gerçek konumunu veriler ile tarif etmek mümkün. Bu arada unutulmaması gereken hususlar ise söz konusu rakamların 2002 yılına ait olduğu ve Türk ekonomisinin 2004 yılında daha iyi durumda olmasından hareketle, aynı zamanda AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlaması için yıl sonunda karar çıkması hâlinde Türk ekonomisinin daha da kuvvetleneceği de düşünüldüğünde Türkiye’nin konumu önümüzdeki sadece birkaç yıl içerisinde çok daha farklı bir konumda olabilir.
Bununla birlikte bazı muhtemel gelişmeleri de gözden kaçırmamak gerekiyor. Örneğin Çin’in yüksek büyüme hızı, Rusya’nın gayri safî millî hasılasını 2010 yılına kadar iki katına çıkartma hedefi, Güney Doğu Asya’nın hareketleneceği beklentileri birçok sürprizin önünü açabilir.


VATAN TOPRAĞI VERİLİR Mİ ?



Böyle bir soruya herhâlde kimse “evet, verilir” şeklinde bir cevap vermez. Doğrudur da, kendi içerisinde tutarlıdır. “Toprak kanla alınır, kanla verilir”. Hatta “kelle verilir, kal’a verilmez”, hâliyle “vatan toprağı mukaddestir”.
Ama her şey bu kadar değil. Olsaydı, belki çok daha basit olurdu. Ama günümüz millî menfaatlerin korunması için de, geliştirilmesi için de, her ülke ve her coğrafya için de bundan fazlasını gerekiyor.
Yaşadığımız çağdan iki örnek vermek de fayda var;
Japonya’nın başta Kore ve Çin olmak üzere bütün Uzak Doğu Asya’da büyük menfaatleri var. Tarih boyunca Japonya birçok defa kendisi için çok önemli olduğuna ve hatta kendisine ait olduğunu düşündüğü topraklara egemen olmak için askerî yöntemlerle mücâdele etti. Fakat bu çabaları sonuç vermedi. Ama Japonya bugün bütün bu coğrafyada en önemli aktör. Çünkü değişen şartları doğru yorumladı. Bugün Uzak Doğu Asya ekonomisinin Japonya olmadan ayakta kalması uzak bir olasılık.
Japon firmaları bugün ABD’ye kök söktürüyor.
Almanya’nın hayali tarihi boyunca Avrupa’da hâkim olmaktı. Sadece 20. Yüzyıl’da iki defa bunu askerî yöntemlerle denedi. Avrupa’ya hâkim olmak için askerî yöntemlerle mücâdele etti. Ama Almanya da bunda bir sonuca varamadı. Fakat Almanya bugün Avrupa’nın en güçlü ve önemli ülkesi. Çünkü değişen şartları doğru yorumladı. Bugün Almanya olmadan Avrupa Birliği’nin siyasî veya iktisadî anlamda ayakta kalması uzak bir olasılık.
Bugün Almanya Avrupa’da ve Avrasya’da neredeyse rakipsiz.
Almanya da, Japonya da hâkimiyetin “şekille ve elle değil, güç ve etkinlikle olduğunu” gördüler.
Buradan hareketle şu kavramları mercek altına alalım; Misak-ı Millî, Kırmızı Çizgiler ve Kopenhag Ölçütleri…
Türkiye’nin millî menfaatlerinin en kısa ve doğru özeti son dönemde kırmızı çizgiler şeklinde belirdi. Kırmızı Çizgiler özünde Misak-ı Millî ve Türkiye’nin gelecekten beklentileri ile tercih ettiği yönelimlerin sentezi olarak görülmeli.
Misak-ı Milli altı madde içeriyor. Bu maddeler özetle, Türkiye’nin barışın şartlarını ortaya koyuyor.
Altı maddelik bildiri özetle şöyle:
“1- Osmanlı Devleti'nin 30 Ekim 1918 tarihli ateşkes imzaladığı tarihte düşman ordularının işgali altında bulunan Arap memleketlerinin durumunun, halkın serbestçe verecekleri oya göre belirlenmesi gereklidir. Bu ateşkes sınırları içinde Türk ve İslâm çoğunluğu bulunan kısımların tümü, hiç bir şekilde ayrılık kabul etmez bir bütündür.
2- Halkın oyu ile anavatana katılmış olan üç sancakta (Elviye-yi Selase, Kars, Ardahan, Batum) gerekirse halkın oyuna başvurulmasını kabul ederiz.
3- Türkiye barışına bırakılan Batı Trakya’da hukukî durumunun saptanması da halkın tam bir hürlükte verecekleri oya uygun olmalıdır.
4- Hilâfet merkezi ve Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İstanbul Şehri'yle Marmara Denizi'nin güvenliği her türlü zedelenmeden korunmuş olmalıdır. Bu esas kabul edilmek şartıyla Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nın dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda bizimle diğer bütün ilgili devletlerin, birlikte verecekleri karar geçerlidir.
5- İtilâf Devletleri'yle düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan anlaşma esasları dairesinde azınlıkların hakları, komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haktan yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul ve temin edilecektir.
6- Ulusal ve ekonomik gelişmemiz imkan dairesine girmek ve daha ileri ve düzenli bir şekilde iş görmeye başarılı olabilmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanması sebeplerinin temininde bağımsız ve tam bir özgürlüğe sahip olmamız varolma esasıdır. Bu sebeple siyasi, adli, mali gelişmemize engel olan kayıtlara karşıyız. Hissemize düşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esasa aykırı olmayacaktır."
Bu altı ilkeyi Türkiye’yi özgü tabirleri bir kenara bırakıp, tercih ettiğiniz coğrafyaya uygun terimleri ekleyin, karşınıza çıkan tablonun adı “kırmızı çizgilerdir”.
O dönemde henüz “çevrenin istikrarlılaştırılması”, “tarihî coğrafya”, “yakın hariç” ve “ekonomik güvenlik” kavramları bugünkü kadar gelişmemiş olsa da, ilk bakışta sadece “toprak düzenlemesi” gibi görünen ve hemen herkesi sadece “ÖSYM sınavının muhtemel sorusu” olarak ilgilendiren maddeler özünde Türkiye’nin kurulmasında “siyasî ve iktisadî istikrarı” veya yeni bir deyimle “ulusal başarıyı” esas alan bir “yol haritası” olma özelliği taşıyor.
Şimdi gelelim son döneme ve sıkça tartışılan Kırmızı Çizgilere…
Türkiye’nin Irak Savaşı’nın öncesinde deklare ettiği ilkeler şöyle;
“1- Büyük bir göç dalgası meydana gelip, sınırımıza dayanmamalıdır. (Yani etnik huzursuzluğa sebebiyet verilmemelidir. Ayrıca toplumların yasal zeminlerde hak aramasına ve can güvenliğine önem verilmelidir.)
2- Bölgedeki demografik kompozisyonu değiştirilmemelidir. (Başka bir deyişle; Kültürel ve sosyal farklılıklara saygı duyulmalıdır. Bunun gerektirdiği eğitimde, kültürde, inançta ve siyâsette hareket serbestisi korunmalı, “ötekine saygı” ilkesi gözetilmelidir.)
3- Irak’ın siyasî birliği kırılmamalıdır. (Denebilir ki; kurulacak siyasî yapı ve bunun hukukî altyapısı, toplumun veya toplumların bütünleşmesini esas almalı ve hiçbir şekilde ayrımcılığa ve ayrılıkçılığa imkân tanımamalıdır).
4- Herhangi bir grup yeraltı kaynaklarını kendi denetimine almamalıdır. (En önemlisi; toplumun ve onun alt bölümlerin ekonomik güvenliği tesis ve temin edilmelidir)”
Bu dört ilke ruhunu Misak-ı Millî’den alıyor.
Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgiler sadece Türkiye’nin güvenliğini değil, Türkiye’nin ilgili olduğu coğrafyaların ve buralarda Türkiye’ye ihtiyaç duyan toplumların da esenliğini talep ediyor.
Açık toplum, şeffaf yönetim, örgütlü toplum, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve diğer evrensel ilkeler zâten Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgilerin hayata geçirilmeleri ile mümkün.
Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgiler belirli bir “siyasî iklimi” savunuyor ve bu siyasî iklimi Türkiye’de ve Türkiye’nin menfaati olan yerlerde hâkim kılmayı hedefliyor. Tam yerine gelmişken Kopenhag Ölçütlerini bir hatırlayalım;
"Üyelik, aday ülkenin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunması ve saygı görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş olmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle baş etme kapasitesini gerektirmektedir. Üyelik, adayın, siyasî, ekonomik ve parasal birliğe katılım da dahil olmak üzere, üyeliğin getirdiği yükümlülükleri üstlenebileceğini varsayar."



Bu ölçütler ile Misak-ı Millî veya Kırmızı Çizgiler arasında bir fark ve zıtlık yok.
Misak-ı Millî, Kırmızı Çizgiler ve Kopenhag Ölçütleri özünde, “Türkiye’nin ulusal başarısını” bir savaş arabasına benzetirsek, onun önüne koşulu atlar gibi.
Öncelikle Irak için ortaya konan Kırmızı Çizgileri ve Türkiye’nin varlığını mümkün kılan Misak-ı Millî’yi Kıbrıs’a uyarlayın. Sonuçta Türk tarafının inadı ve ısrarı ile Annan Planı’nda sağlanan değişiklikler de her iki belgeye dayanıyor.
Ortaya çıkan çarpıcı sonuç diyor ki;
Kerkük de Kıbrıs da elbette vatandır. Kerkük de Kıbrıs da pek tabii mukaddesattır.
Ama en az o topraklar kadar, o topraklarda yaşayan insanların hakları da kutsaldır. Bu dönemde esas olan vatan olarak görülen topraklarda tercih edilen “siyasî iklimin” hâkimiyetidir.
Irak’ta Kırmızı Çizgiler iflâs etmedi, Irak’ta Kırmızı Çizgilere direnen ABD’nin Kürt katkılı siyâseti iflâs etti. Şâyet ABD’nin Irak politikasında bundan sonra bir değişim olur da, BM ve NATO devreye sokulursa ve Irak’ın idaresinde bütün Iraklılara ve haklarına saygı gösterilirse, bu Kırmızı Çizgilerin zaferidir.
Kıbrıs’ta Türk politikası iflâs etmedi. Kıbrıs’ta Misak-ı Millî ve Kırmızı Çizgilere direnenler iflâs etti. Eğer Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerini inkâr son bulduysa ve gasp edilen bütün haklarının iadesi dünyanın gündeminde ise bu da Kırmızı Çizgilerin zaferidir.
Her iki belge de ve her iki belgenin reddinden gelen iflâs da şunu ortaya koydu;
Gelinen noktada “toprak” esasına dayanan bir fikrin ve fikriyatın hiçbir geçerliliği yoktur. Toprağı değil, ilkelerin etkinliğini ve milletlerin işbirliğini esas alan fikirler geçerlidir.
Milliyetçiliğin temeli millî menfaatlerin teminidir, savunulmasıdır ve millî menfaatlerin temini;” temel belgelerden hareketle süreçleri ve değer yargılarını doğru değerlendirmek ile mümkündür”.
İşte Rumların “ohi” demesi de, EOKA üyelerinin hâlâ titreyen elleri ve takma dişler ile geçit resmi düzenlemesi de, papazların kilisede oturacağına miting meydanlarında ağlaşması da Rumların hâlâ ama hâlâ millî menfaatin ne olduğunu ve gerçek milliyetçiliğin en anlama geldiğini kavrayamamalarından kaynaklanıyor…
Misak-ı Millî Ankara’da büyüyen bir çınar ise, Kırmızı Çizgiler onun Akdeniz’e ve Cezire’ye gölge veren dallarıdır. O dalların verdiği gölge, herkese ve her şeye yeter. Bu arada cezire Arapça’da hem Dicle ve Fırat arası için kullanılır hem de kelime olarak ada anlamındadır.




15 Temmuz 2011 Cuma

Uzman Jandarmalar Harcanıyor



Uzman jandarmaların özlük haklarını düzenleyen 6 kanun taslağı Meclis komisyonlarında takıldı kaldı. Meclis'e verilen yasa teklifleri kanunlaştığı zaman uzman jandarmaların yüzleri gülecek
Yüzlerini ancak TBMM güldürecek,
Uzman jandarmalar kıdem-kademeden lojmanlara kadar tüm sıkıntılarını her koşulda gerekli yerlere iletmekten çekinmiyorlar.550 vekili de e-posta ve faks yağmuruna tutan uzman jandarmaların bu çabaları ses getirmeye başladı. En eskisi 2002 yılına ait olan tasarı ve teklifler kabul edildiği zaman uzman jandarmaların hiçbir sorunu kalmayacak gibi görünüyor. Uzman jandarmalar ise Türkiye'nin yoğun gündeminden dolayı kendilerine sıra gelmeyeşinden şikayetçiler. Bir de görüştükleri bazı siyasilerin başka kendileriyle yakından ilgilenip ardından ise aynı isteği göstermelerinden yakınıyorlar. Uzman jandarmaların sorunlarını TBMM'ye aktarmakta en çok çaba ise CHP İzmir Milletvekili Enver Öktem'den geliyor. Öktem'e göre uzman jandarmaların gerçekten çok fazla sorunları var. Öktem'in, Meclis'e sunduğu, 'Uzman Jandarma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi' başlıklı teklifinde, 'Uzman jandarmalar ile emeklilerine dereceleri itibarıyla astsubaylara uygulanan ek gösterge tablosunun uygulanması ve uzman jandarmalar ile emeklilerinin sosyal tesisler ile orduevlerinden astsubaylar gibi istifade etmeleri yönünde düzenleme yapılmasını istiyor' Bu teklif halen komisyonda bekliyor.



İnsanca maaşları yok


Son olarak hazırladığı taslağı Meclis gündemine getirmeye hazırlanan Öktem, 'Gerçekten yaptıkları görev itibariyle çoğu zaman ülkenin özellikle Doğu ve Güneydoğuda bunların birçok sosyal hakkı söz konusu değil. Sağlık hizmetlerinden düzenli olarak yararlanamıyorlar. İnsanca yaşayacakları maaş yok. Bu Anayasa'nın tanıdığı bütün yurttaşlar eşittir ilkesine aykırı' diye konuştu.
Konuyu Meclis gündemine almaya çalışacağını söyleyen Öktem, bunun üzerine genel kurulda oy isteyeceklerini dile getirdi. Öktem, 'Tamam diyen milletvekili arkadaşlar maalesef iş fiiliyata gelince reddediyorlar. Astsubaylar ile ilgili oylamada da böyle oldu. Sayı yeterli olmadığı için yapamıyoruz. Ama bu sefer azınlıkla kaldıkları saati yakalayarak yapacağız' dedi.

Hükümet zam yapmaya kalksa Paşalar kabul etmiyor,amaç Uzman Jandarmayı eritmek.Lafa geldimi diyorlarki;"siz mesleğe girerken bütün bu şartları kabul ederek girdiniz." peki kabul ettilerde sadece şehit olduklarındamı hatırlanacak Uzman Jandarmalar.








AKP, 'Asker istemiyor'


AKP'den milletvekilleri ile bu konu hakkında temaslarda bulunan Öktem, 'Bu partilerin ötesinde bir durum ama AKP'de, 'Genelkurmay buna karşıdır. Onlar istemiyor' gibi bir hava yaratılıyor' dedi. Devlet memurlarına uygulanan yasalar bulunduğunu ve bu yasaların da Anayasa'ya dayandığını belirten Öktem, 'Haklar herkese verilir. Mağduriyet var. Genelkurmay'da da böyle bir tepki yok. Genelkurmay, 'Siz meclissiniz. Biz verilen kararı uygulamak zorundayız' görüşünde' dedi. Öktem uzman erbaşların da astsubaylar gibi örgütlenmesini sağlanması gerektiğini sözlerine ekledi.
Öte yandan uzman jandarmalar, törende komutanlarının bulunmamasından şikayet ediyor.
Bu durumla ilgili olarak uzman jandarma S.S, 'Malumunuz biz uzman jandarmalar da subay ve astsubaylar gibi 3 yılda bir rütbe takıyoruz. Daha yeni olan bir olayı anlatayım size. 30 Ağustos 2006 günü yeni rütbelerimizi alacağımızdan bize, 29 Ağustos günü akşam saatlerinde rütbe takacağımız ve tören olacağı söylendi. Eşli olarak akşam belirtilen yere gittik bir de ne görelim. 8-10 rütbe alacak uzman jandarma. Bize rütbe takacak subay ve astsubaylar ortada yok. Daha sonra, 'Birlik komutanı geliyor' dediler salona geçtik. Komutanın yaptığı açılış konuşmasında subay ve astsubayların rütbe törenlerinin orduevinde olduğunu öğrendik. Sanki bizim törenin adet yerini bulsun diye yapıldığı izlenimine kapıldım' diyor.

İşte diğer teklifler



- Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nda yer alan subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş ve uzman çavuşların göstergeleriyle ilgili değişiklikler yapılması - 2002 - Komisyonda...
- Emekli uzman jandarmalar ve emekli uzman erbaşların dernek kurabilmelerine imkan sağlanması - 2005 - Komisyonda...
- Terörle mücadele sırasında veya bu görevinden dolayı kaçırılan subay veya astsubayların özlük haklarının tespitine ilişkiin Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nda yer alan düzenlemelerin uzman jandarmalar hakkında da uygulanması - 2003 - Komisyonda...
- Uzman jandarmalarının atamalarında yer alan 'İller emrine atama' maddesinin 'İl Jandarma Komutanlığı Emrine' diye değiştirilmesi - 2003 - Komisyonda...
- 3466 Sayılı Uzman Jandarma Kanunu'nda yer alan aylık gösterge rakamlarının değiştirilmesi Hakkında kanun hükmünde Kararname - 2002 - Komisyonda...


Okuyorlar ama neye?






2003 Yılında Jandarma Genel Komutanlığı'ndan gelen yazılarda AB uyum yasaları çerçevesinde Jandarma ve Polis'in eğitim durumunu artırmak için Açıköğretim Fakültesi (AÖF) tarafından Jandarma ve Polis Meslek Eğitimi Önlisans programı yapıldı. Tabii biz Uzman Jandarmalar da kayıt yaptırarak okuduk. Ben dahil çoğumuz da okulu bitirdi. Personel Kanunu'na göre astsubaylara kademe ilerlemesi yapıldı. Biz uzman jandarmalara ise kademe ilerlemesi yapılmadı. Astsubayların maaşına bundan dolayı artış oldu ama bizde herhangi bir şey olmadı. Üstelik en az 2 yıl boyunca AÖF'e harç ve öğrenci kredisi yatırdık ama boşa.

Askeri Kanunlar Taş Devrinden Kalma




Askeriyedeki amirlerin iç hizmet kanunu kitabı için ne söylediğini hepimiz biliyoruz ancak iç hizmet kanunu 1924 yılında yazılmış tarihi yanlız hatırlamıyorsam Türkiye Cumhuriyetinin anayası 1924, 1926, 1961,1981 ve 2011 yılı sonrasında yeni bir anayasa düzenlemesi çalışmaları yapılacağı mağlum mevcut hükümet tarafından her zaman dile getiriliyor bunca anyasa değişiklikleri neden oldu hepsinin gerekçesi mevcut çağa ayak uydurmadığı değişim gereklik görüldüğünden oldu ancak 1924 yılında askeri kurulları düzenleyen iç hizmet kanunu nedense hep çağa ayak uydurdu veya kurum içerisinde olanlarının 1924 yılın çağına ayak uyduruldu ben bizim amirleri veya iç hizmet kanununu öven şahısları Allah havale ediyorum keşke onları sihirli sopam olsada onları 1924 yılına gönderebilseydim diyorum

Her ne kadar çıkan kanunlar şimdi askerlerin lehıne gözuksede bu askerı kanunlarda muğlak olarak kalan ve üst lehıne dısıplın ıle alakalı yetkılerde lımıtıne kadar kullanmı devam edıyor.Personel bilinçlenmese devam da edecekler.Amirler kanunları işlerine geldiği gibi kullanmaya devam ediyor.
Örneğin;sabah mesaiye 5 dakika geç kaldın,niye geç kaldığını sormadan savunma alırlar,hemen onu karara bağlar ve attım seni 7 gün oda hapsine der.Bunlar 10-15 dakika içinde gerçekleşir ve ağzını bile açamadan hüküm giyersin.Çünkü amir genelde vijdanına göre hareket etmez,hele birde çevresinde taklacı takımı varsa,seninde aran onlarla iyi değilse yandı keten helva,seni ezilecek bir böcek gibi görürler. 

Fakat haklı dahı olsan sındırme yoluyla başka turlu ceza verme cıhetıne gıdıp psikoloji bozmada rutbelılerın elıne kımse su dokemez.

Amır kendını padışah zannedıp her turlu emır vererek yapılmadığında emre ıtaatsızlık ve emre ıtaatsızlıkte ısrar tarzında savunma verebılıyor.Sınek kuçuk ama mıde bulandırıyor.Sen ne kadar yapılan harekete gulup ıçıne atsanda bır şekılde tesır edıyor.

Sonuç olarak TBMM de dahı çıkartılamayacak kanunları bızımkıler komutanlık emrı No:1-2-3-4.....N... şeklınde çıkartıp emrın mutlak uygulanmasını beklıyor.Bır de madem komutan yazmış.Haklıdır.Sızde yapacaksınız dıyen kesım var...
Bu durumda ne yapılacak.
Dıyelım emrı uygulmayacağız.Haklıyız.Yok boyle bır kanun ama olmuyor...
Bu kanun bu haksız yetkı ellerınden alınmadıkça askerlerin hakkı yenmeye devam edecek.Hem hakım hem savcı olmaya hem de komutancılık yapmak ısteyen çok kışı var teşkılatta.Bırı bıtse dığerı ondan görüp devam ettırıyor.
Eskıye göre azalma olmakla beraber değişen bırşey yok.Eski tas,Eski Hamam.Böyle gelmiş,böyle gider.



TSK'de büyük yenilik ! TSK’daki er ve erbaş maaşlarına zam yapılması planlanıyor.



Ziraat Bankası da tüm TSK mensupları için özel kredi kartı çıkarılacak. Bu kartın hayata geçmesiyle birlikte kışla içinde nakit para kullanılmayacak.

TSK’da göreve yapan er ve erbaş maaşlarına zam yapılması için çalışma başlatıldı. Ziraat Bankası da tüm silahlı kuvvetler mensupları için özel kredi kartı çıkarılacak. Bu kartın hayata geçmesiyle birlikte kışla içinde artık nakit para kullanılmayacak.
TBMM, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan yaklaşık 550 bin er ve erbaşın maaşlarını mercek altına aldı. Vatani görevini yapan er ve erbaşların maaşlarının artırılmasına yönelik taleplerini görüşen TBMM Dilekçe Komisyonu, bu isteği “Toplumsal yarar” gördüğü için Başbakanlık’a gönderdi. Konu yasa teklifi hazırlamaları önerisiyle milletvekillerine de iletildi.
ÖZEL KREDİ KARTI
Bu arada, Milli Savunma Bakanlığı ile Ziraat Bankası, askeri kışlalarda sadece kredi kartıyla harcama yapılmasını zorunlu hale getirecek özel bir anlaşma üzerinde çalışıyor. Çerçevesi büyük ölçüde tamamlanan anlaşma iki tarafın atacağı imzaya kaldı. Er, erbaş, astsubay ve subaylardan oluşan 800 bine yakın askeri kapsayan projeyle askerlerin parasal sorunlarının çözümü sağlanacak. Kantin ve diğer tesislerde para kullanılmayacak.
TSK mensupları için çıkarılacak kart, personel bilgilerinin yer aldığı “Asker kimliği” özelliği de taşıyacak. Kartın parasal limiti, askerlerin talebine göre belirli sınırda tutulacak. Askerler, kışla içerisindeki tüm harcamalarını bu kartla yapacak. Kantinler başta olmak üzere askeri bölge içerisindeki alışveriş yerlerinde nakit para geçmeyecek.

Hesap ekstresi ise askerin babası, annesi, ağabeyi, ablası ya da askerin harcamalarına kefil olacak kişiye gönderilecek. Ekstredeki harcama tutarları ödendiği sürece kart açık kalacak. Harcamalarda aksama olması halinde kart limitleri düşürülecek.

TSK'dan Bir Yenilik Daha,Astsubaylar İçin Balıkesir'deki Astsubay Meslek Yüksek Okulu Bünyesinde "Astsubay Üst Karargah Hizmetler Eğitim Merkezi Komutanlığı" Kuruldu.




Türk Silahlı Kuvvetleri önümüzdeki yıl bir yeniliğe imza atacak. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, subaylarla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin temel direği olarak nitelendirdiği astsubaylar için Balıkesir'deki Astsubay Meslek Yüksek Okulu bünyesinde, "Astsubay Üst Karargah Hizmetler Eğitim Merkezi Komutanlığı" kuruldu.

Genelkurmay Başkanlığı, kuvvet komutanlıkları ve Ordukarargahlarında görevlendirilecek astsubaylar, 2009'dan itibaren Balıkesir'de özel bir eğitim alacaklar. Subayların, Harp Akademileri Komutanlığı'nda aldıkları eğitime benzer bir eğitim alacak astsubaylar daha sonra karargahlara atanacaklar.
Astsubay Üst Karargah Hizmetler Eğitim Merkezi Komutanlığı'na, astsubay başçavuş rütbesine terfi edenler arasından sınavla seçilecek olan personel alınacak. Seçilecek personel, 12 hafta uzaktan, 12 hafta da bizzat komutanlık karargahında eğitilecek.
Bu astsubaylara, "harekat, istihbarat, harp tarihi, strateji, müşterek yönetim ve uluslararası ilişkiler" konularında hizmet içi eğitim verilecek. Astsubaylar bu eğitimlerinin ardından da Genelkurmay Başkanlığı, kuvvet komutanlıkları ve Ordu karargahlarındaki yeni görevlerine başlayacaklar. Eğitim Merkezi Komutanlığı'nda görev yapacak öğretim elemanlarının 2009 yılındaki eğitim için şimdiden görev başı eğitim almaya başladıkları kaydedildi.

Bilindiği gibi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, geçtiğimiz 30 Ağustos resepsiyonuna ilk kez astsubaylar ve uzman erbaşları davet etmiş, 15 Ekim'de ise Astsubay Meslek Yüksek Okulu Öğrenci Alayı'na sancak vererek, "TSK'nın subaylarla birlikte iki temel direği" olarak nitelediği astsubaylara olan güven ve desteğini göstermişti.

ASTSUBAY OKULUNUN TARİHİ

Astsubay Meslek Okulları ilk olarak 1909 yılında Osmanlı döneminde 7 Ordu bölgesinde kuruldu. 1964'teÇankırı'da kurulan Astsubay Hazırlama Okulu ile 1960'ta Ankara'da kurulan Elektronik Erbaş Hazırlama Okulu daha sonra Balıkesir'e taşındı. 2003 yılında yeniden yapılandırma çerçevesinde Astsubay Meslek Yüksekokulu olarak ön lisans seviyesinde eğitim vermeye başladı. Okul, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na yönetici ve teknik astsubay yetiştirmenin yanı sıra Deniz Kuvvetleri Komutanlığına piyade, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına da teknik sınıfta personel yetiştiriyor. Lise mezunu öğrencilere 2 yıl eğitim verilirken, lisans ve ön lisans mezunları ise 19 hafta eğitim alıyor. YÖK tarafından 2 yıllık yüksek eğitime denkliği tanınan okulda verilen eğitim, akademik ve askeri konuları kapsayacak şekilde tamamlanıyor. 

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...