27 Ağustos 2011 Cumartesi

Yoklama


   


Devamsızlıktan sınıfta kalanların, yazılıda ve sözlüde sınıfta olmayanların bütünleme zamanı sorulara itiraz hakkı olamaz.
         Demokrasi adı altında fitne çalışmaları sürdürmek demokrasinin ruhuna da aykırıdır, etik anlamda da izahı mümkün değildir.
          İstedikleriniz olmayınca ya da hakkını veremediğiniz koltuklarınızı kaybedince yalan, iftira ve hakaret kampanyalarında boy göstermek faydasızdır.
         1944 tutuklamalarından ve zulüm mahkemelerinden sonra siyasallaşan ve metodlaşan hareketimizin içinde hasbel kader bulunan bazı tipler zaman içinde durumdan vazife çıkartarak dosta yakışmayan davranışlar
sergilemişlerdir. Yaşadığımız toplumun beğenmediğimiz ve eleştirdiğimiz bazı davranış kalıpları biz istesek de, istemesek de içimizde görülmektedir.

Kendisi kıymetli olmayanlar kıymet bilmezler. Çakalın kurt taklidi yapması ise bir leş görene kadardır.

İnsan hayatında beklentiler ve ihtiyaçlar sınırsız, imkanlar ise sınırlıdır. İnsan bu ikisi arasında kurabildiği denge ile yaşar. Bu denge kurulurken öncelikler sıralaması en önemli belirleyicidir. Ülkücü Hareket’i diğer siyasal hareketlerinden ayıran en önemli belirleyici bu öncelikler sıralamasıdır. Ülkücü aç yaşar, işsiz yaşar ama onursuz yaşamaz. İstikbali için istiklalini satmaz. Toplum menfaatleri söz konusu olunca şahsi hesaplarını bir kenara iter. Kendisi için sıtk-ı sadakat ile ömrünü heba etmiş büyüklerine saygıda kusur etmez. Hakları kadar haddini de
bilen insandır Ülkücü…
Ülkücü seferde iken başka mecralarda akmış ırmakların suyundan abdest almaz. Liyakat ve sadakat nedir en iyi Ülkücü bilir.
Terazi kendisine teslim edilince ak ile karanın aynı kefede tartılmayacağının idrakindedir. Yaptığı her işte sadece ve sadece Allah(C.C.) rızasını gözetir.

Misafir severdir lakin, ev sahibi ile misafiri birbirinden ayırmayı da iyi bilir. Dünkü misafirler ev sahipliği rolüne soyunursa da damarlarındaki kanın gereğini yerine getirir ve tereddütsüz görevini yapar. Töresi ne emrediyorsa uygular. Töresiz yaşanmayacağını bilir.
Fikri sorulduğu zaman lisan-ı münasip ile hiçbir hesap gözetmeksizin inandığı doğruları söyler lakin emredildiği zaman tereddüt etmeden yerine getirir.
Yıllardır ülkemiz ve insanımız üzerinde uygulanan emperyalist politikaların yok edemediği insan tipidir Ülkücü…
Geçen zaman içinde çekmediği acı, uğramadığı zulüm kalmayan Ülkücüler hala dimdik ayakta ve Lider’inin emrinde çağlara meydan okumaya devam etmektedir. Tüm yoklamalarda ismi okununca ‘burada’diyen Ülkücüler birbirlerine sımsıkı kenetlenerek seferlerine devam etmektedirler. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi sırtımızdaki yükü ve vebali bir kat daha arttırmaktadır. Bugün bize dayatılmaya çalışılan şartlarda sistemin ve işbirlikçilerinin bizden istediği bedeli ödemeyeceğiz.Bunun sonuçları olumlu ya da olumsuz ne olursa olsun katlanacağız.

Bütün yoklamalarda var yazılan samimi Ülkücüler adına, Ülkücü üzerinde hesap yapan herkese sesleniyorum: Liyakat ve sadakat şerefimizdir.Şartlar ne olursa olsun Töremizi ve Devlet’imizi
satmayacağız…
Sevgi / Saygı / Dostlukla / Esen Kalın

Çok Unutkan Bir Milletiz Nedenmi ?


       


Acaba neden unutkanız diye hiç düşündünüz mü? Veya unutkanlığa sebebiyet veren faktörleri hiç araştırdınız mı? Bazı unutkanlıklarınızın çok ağıra mal olduğunu hiç hesapladınız mı? İşte bu yazımızda unutkanlığa sebep olan faktörleri inceleyip bazı öneriler getirmeye çalışacağım.

Öncelikle unutkanlığa sebep olan faktörlerin başında; Vücudumuzdaki demir eksikliğinden kaynaklanan beyne yeterli miktarda kan gitmemesi, B vitamini eksikliği, kişisel dengesizlik, sağlık problemleri, sorumluluk aşımı, manevi sebepler, damar tıkanıklığı, herhangi bir darp sonunda beynimizde meydana gelen zedelenme, bilinç kaybı ve buna benzer sebepler unutkanlık yapmaktadır. Tabi ki bu sebeplerin birçoğu tıp bilimini ilgilendirmektedir ancak benim üzerinde duracağım unutkanlık, sosyal ve psikolojik ağırlıklı unutkanlıklar olacaktır.
Hafıza-i beşer nisyan ile malul dur sözü insanoğlunun unutmaya yatkın bir varlık olduğunu bize hatırlatmaktadır. Fakat öyle olaylar vardır ki toplumun hafızasında iz bırakan günlerce, aylarca bizleri üzen ve sevindiren olaylar da çok çabuk unutulmaktadır. Böylesine iz bırakan olaylar neden çabuk unutuluyor acaba diye hep kendimce düşünmüşümdür ve sebeplerini araştırdığım da; Bu olayların gözümüzde ne kadar değer taşıdığı yani bizim için önemi, hatırlanacak belli bir amacın olmaması, olaylardan az etkilenen bir yapıya sahip olmamız, olaylara kendimizi veremememiz, bilginin eleştirilmesi, sıkıntılarımız, olayları anlayamama, verilerin belleğe yanlış yerleştirilmesi, fiziksel, zihinsel stres yada sıkıntı, yaşanan olayları hatırlayamamamıza ve dolayısıyla unutkanlığa yol açmaktadır.
Milletçe seven bir millet olmamız bizi duygusallığa itmektedir. Sevgi bazı yanlışları, olumsuzlukları affettirmektedir. Acaba sevgideki ölçüyü mü kaçırıyoruz, yoksa Türk milletine has bir yaratılış mı bunu bilemiyorum. Yine Türk Milleti kimseye geçmişten gelen bir kin beslememektedir. Kinci bir millet olmamamız mı acaba bizi unutkanlığa sevk etmektedir? Dünyada İslamiyet'i en iyi anlayıp en iyi yaşamaya gayret eden bir millet olarak acaba İslamiyet'in verdiği affetme, bağışlama duygusu mu bize kötülükleri unutturan. Kötülükleri unutmak bir erdemdir ancak bazen iyilikleri de çabuk unutan bir millet olduk.
Sanıyorum bu durum Türk Milletinin hafızasıyla çok fazla oynanmasından kaynaklanmaktadır. Çok partili siyasete geçtiğimiz günden beri seçim öncesi yüzlerce söz verip seçildikten sonra bu sözleri unutan politikacılar, Türk insanını cahil yerine koyan bazı basın organları, ülkemizde ipini kaybedenlerin cirit atması, misyonerlik faaliyetleri, birilerinin sürekli kaşıdığı azınlıklar meselesi, bazı siyasetçilerin ülkenin kanayan yarası olan bazı meseleleri sıkıştıkça kullanmak için elinde güç olduğu halde çözmemesi gibi durumlar milletimizin hafızasını büyük oranda yıpratmıştır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen milli hafızamızı korumaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Çünkü unutkanlık bazen milletlerin milli hafızalarında telafisi mümkün olmayan tahrifatlar yapmaktadır. Özellikle seçildikten sonra siyasi anlayışını millete rağmen değiştiren devşirme siyasetçiler yıllardan beri uyutarak unutturma politikasını uygulayıp milletimizin geleceğini ipotek altına aldırmışlardır.
Milli hafızamızı daha fazla yıpratmamak için özellikle siyasi cambazlara, gücünü milletten almasına rağmen bunu unutup Türk Milletinin onur ve gururunu uluslar arası siyaset pazarında yok pahasına pazarlayanlara karşı çok uyanık olmak zorundayız.
Milli duruşu bozulan milletler küresel pazarda, kendi milli kaynaklarının gönüllü sömürülmesine rıza gösterirler. Hesaba alınmak için hesap yapmak gerekir. Bazı hassas meselelerde unutkanlık varlık sebebimizi ortadan kaldırabilir.
Unutkanlıklar bizim de unutulmamıza sebep olabilir. Özellikle dış politikada ülkemiz üzerinde oynanan oyunları görmemezlikten gelmek, unutmuş pozisyonu sergilemek ülkemizi küçük düşürür ve onarılması güç yaralar açar. Çünkü unutulanlar, unutanları asla unutmazlar. 

22 Ağustos 2011 Pazartesi

VE ASTEĞMEN PAŞAYA EMRETTİ..!





Asteğmen Aydın Özdalga’dan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e "açık mektup" şeklinde talimat!
VE ASTEĞMEN PAŞAYA EMRETTİ! Asteğmen Aydın Özdalga’dan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e "açık mektup" şeklinde talimat!

Sevgili Paşam,

Lafı fazla uzatmayacağım.

Türkiye’nin güneydoğu bölgesi bugün itibari ile, düşmanların saldırısı altındadır. Bu iş Ankara’nın göbeğinde karargah binasında oturarak olmaz.

Unutmayın, Atatürk Kurtuluş Savaşını Ankara’da oturarak değil, Kocatepe’de ordusunun başında durarak kazandı:

Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,eğildi, durdu.

Bıraksalar ince,uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon Ovası'na düşmanın üzerine atlayacaktı...

Hemen üstünüzdeki karargah kıyafetini çıkartın ve manevra kıyafetinizi giyin. Daha sonra da karargahın önündeki Genelkurmay Forsunu indirin ve çantanıza koyun.

Genelkurmay Karagahındaki tüm kurmay kadronuzu da, manevra kıyafetini giydirerek, hep birlikte uçağa binerek, Diyarbakır’a uçun.

Diyarbakır’a varınca da Genelkurmay Forsunu 7. Kolordu Karargahındaki direğe çekin ve sadece tek bir cümlelik açıklama yapın:

“ Misak-ı Milli sınırları içinde tek bir düşman kalmayana kadar, buradayım “

TSK’nın varolan tüm asker ve ateş gücünü güneydoğu’ya yığın.Yetmezse yedekleri, hatta benim gibi, artık askerlik çağı dışına çıkmış kişileri de silah altına alın. Ben koşa koşa gelirim.

Bu mücadele için hangi olanaklara ihtiyaçınız varsa isteyin. Hükümet istediklerinizi vermezse, bu millet % 50 oy verdiği hükümetten hesap sormasını da bilir.

Düşmanla mücadele, karargahlarda ya da karakollarda oturup, ara sıra bölgede devriye gezerek olmaz. Olursa da, işte böyle olur ve mehmetcik sürekli pusuya düşer.

Nasıl ki düşman küçük gruplar halinde dağlarda gezerek yaşıyorsa, mehmetcik de öyle yapmalı, dağlarda yaşamalı. Bir temas anında en yakın birlikten – ki mesafe 1.000 metreyi geçmez – ve hava unsurları desteği gelir.

Toplasan 2.000 düşmana karşı, onlar gibi dağlarda yaşayan 20.000 asker yeter de artar bile. Sivrisinekle, tank ve topla mücadele edilmez. Bugün gördük, düşman mayın döşeyip zırhlı araçları havaya uçurabiliyor.

Askerlik hakkında bildiklerim Tuzla Piyade Okulunda aldığım 4 aylık eğitim, okuduğum kitaplar ve izlediğim belgesellerle sınırlı. Bir de 30 yıldır kahrolarak izlediğim başarısız terör mücadelesi ile gözlemlerim var.

Bu nedenle, 40 yıllık bir piyade subayı olarak, yazdıklarıma belki de güleceksiniz. Ama unutmayın ki, 30 yıldır bitiremediğimiz düşman ne harp okulu mezunu, ne de harp akademisi mezunu. Düşman çok basit bir taktikle; “ Dağda yaşa, küçük gruplar halinde gez, büyük eylem öncesi birleş ve vur - kaç “ taktiği ile bize kan kusturuyor.

Tabi terör ile mücadelede daha iyi bir stratejiniz varsa, onu uygulayın.. Ama bugünkü stratejide daha fazla ısrar etmeyin. Varolan strateji iflas etmiştir.

Ve bir tavsiye... F-16’lar gece Kandil’i vurmuş ! Eğer amaç pilotlara atış eğitimi vermek ise, bir diyeceğim yok. Yok amaç düşmanı yok etmekse, heyhayt... Daha jetler gelmeden düşman mağaralara girer, belki bir kaç düşman ölür, hepsi bu.

Düşman çölde çadırda yaşasa jetle vurmak doğru olurdu ama, düşman dağda ve mağarada yaşıyor. Harcanan paraya yazık.Kandil’in çözümü ancak havadan indirilen ve karadan Kuzey Irak’a giren birliklerin kıskac harekatı ile olur. Tıpkı 1974’deki Kıbrıs Barış Harekatında olduğu gibi...

Bir de lütfen bu yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonu falan vermeyin. Gün, resepsiyon günü değil, mücadele günü.

Hayırlısıyla düşmanı güneydoğu’dan silip, Ankara’ya döndüğünüzde, Zafer Bayramını hep birlikte coşkıuyla kutlarız.

Saygılarımla.

Aydın Özdalga
179. Dönem Piyade Asteğmen

19 Ağustos 2011 Cuma

Nedir Bu Uzman Jandarmaların Çektiği Sıkıntılar

UZMAN JANDARMALARA YILLARDIR KOMİSYONLARDA BİRİLERİNİN BASKISI İLE VERİLMEYEN HAKLARI GENERALLER İÇİN JET HIZIYLA GEÇİYOR BAKIN 926 SAYILI KANUNDAKİ DEĞİŞİKLİK. İSTEYİNCE NASIL OLUYOR.


Karar Sayısı : KHK/647 Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda değişiklik yapılması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 18/7/2011 tarihinde kararlaştırılmıştır.

MADDE 1 – 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 65 inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin (2) numaralı alt bendinin birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı alt bende aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir.” “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir.”

 MADDE 2 – Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür

Emekli Uzman Jandarmalar Derneği Genel Başkanı Emekli Adnan Oğuz, Uzman Jandarmaları ilgilendiren özlük haklarıyla ilgili sorunların çözüme kavuşturulacağını ve yasalaştırılacağını umutla beklediklerini ifade etti. Oğuz, Emekli Uzman Jandarmalar Derneği (EMUJAD) Genel Başkanı Emekli Gazi Uzman Jandarma Adnan Oğuz, Uzman Jandarmaları ilgilendiren özlük haklarıyla ilgili sorunların çözüme kavuşturulacağını ve yasalaştırılacağını umutla beklediklerini ifade ederek, TBMM tatile girene kadar ilgili tasarının gündeme geleceğini ve genel kurulda görüşülerek kanunlaşacağına inandıklarını söyledi. Oğuz yaptığı yazılı açıklamada, sadece Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde kadrolu olarak görev yapan binlerce Uzman Jandarmayı ilgilendiren özlük hakları konusunda yapılacak iyileştirmeye yönelik düzenlemelerin Askeri hakimler savcılar kanun tasarısının içine eklenmesi neticesinde ilgili tasarının 28 Mart 2011 tarihinde Meclis Adalet komisyonunda görüşülerek seçim öncesi genel kurula geleceğini, Uzman Jandarmaları ilgilendiren özlük haklarıyla ilgili sorunların çözüme kavuşturulacağını ve yasalaştırılacağını umutla beklediklerini söyledi.

Oğuz, “Sayın Başbakanımızın sıkıntılarımızı çok iyi bildiğini ve vereceği talimat ile Uzman Jandarmaların özlük hakları konusunda yapılan haksızlıkların bir şekilde düzeltileceğini ve adaletin tecelli edeceğini düşündük ‘sözleşmeli er’ tasarısına eklendik. Sevindik, tasarımız kanunlaşacak diye umutlandık, fakat tasarı olgunlaşmadı diye içinden çıkarıldık” dedi. “UZMAN JANDARMA HÜSRANA UĞRADI” Yıllardır sorunlarına çare olunmadığını, ancak bu dönem umutlandıklarını ifade eden Oğuz, “Sayın Başbakanımızın Rize Güneysu ilçesinde Uzman Jandarmaların eşleri ile yaptığı görüşmede ‘Sorunlarınızı biliyoruz çözeceğiz’ demesi, yine Sayın Başbakanımızın bir televizyon kanalında ‘Böyle haksızlık olamaz üniversite mezununun ortaokul üzerinden emekli olması uygun değildir, çalışıyoruz düzelteceğiz’ demesi bizleri büyük bir beklenti içerisine itti. Lakin Adalet komisyonunun son günde esastan karar vermek için yapılacak olan toplantıyı iptal etmesi üzerine binlerce Uzman jandarma hüsrana uğradı, aldığımız haberle şok olduk, sevincimiz başka bahara kalmış gözüküyor” diye konuştu. Oğuz, tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen yinede umutlu olduklarını ifade ederek, TBMM tatile girene kadar ilgili tasarının gündeme geleceğini ve genel kurulda görüşülerek kanunlaşacağına inandıklarını söyledi.

Nedir Bu Uzman Jandarmaların Çektiği Sıkıntılar

İSTİFA EDEN VE SİLİVRİ"DE TUTUKLU BULUNAN GENERALLER İÇİN JET HIZIYLA GEÇEN 926 SAYILI KANUNDAKİ DEĞİŞİKLİK. İSTEYİNCE NASIL OLUYOR. Karar Sayısı : KHK/647 Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda değişiklik yapılması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 18/7/2011 tarihinde kararlaştırılmıştır. MADDE 1 – 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 65 inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin (2) numaralı alt bendinin birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı alt bende aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir.” “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir.” MADDE 2 – Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür Uzman Jandarmalar hakkında ise 1989 yılından beri hiç bir iyileştirme yapılmadı.Kanunlar hala taslak halinde komisyonlarda beklerken generaller için anında jet hızıyla maaşları için kanunu geçirdiler.Bu durumda Uzman Jandarmalar içerisinde hayal kırıklığına ve meslekten iyice soğumalarına neden olmaktadır.Çoğu Uzman Jandarma köyümüzde çoban olsaydık bundan daha iyiydi,bu kadarda olmaz diyerek tepkilerini dile getirmektedirler. 1 EKİMDE açılacak olan TBMM.de bu güne kadar çeşitli nedenlerle ve baskılarla bekletilen Uzman Jandarma kanunlarının geçmesini dört gözle beklemekte olduklarını ,inşallah birileri yine engel olmaz,inşallah bu sıkıntılarınında böylelikle atlatmış olacaklarını istemektedirler. Yaprakları büyüten gökgürültüsü değil yağan yağmurlardır

Hüküm Yalnız Allah’ındır




Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde:
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Hazret-i Allah’ın hükmü esastır, mahlukun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na âittir. Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salâhiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir, irade, tam tasarruf O’na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Zira:
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir.
“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştire-bilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiç birisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun emrettiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O’ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.
O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlukun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.
O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?

“Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Ra’d: 41)
O’nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur.




Din kuran ve dinini ayakta tutmak isteyenlere gelince:

Onlar bu Âyet-i kerime’yi inkâr ettiler. Hazret-i Allah’ın hükmüne karşı geldiler, Âyet-i kerime’lerin hükmünü ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fâize helâl diyenler, küfrü hoş görenler, ilâhlığını ilân edenler, tesettürü inkâr edenler, sahte halifeliğini ilân edenler ve daha nice sahte ve türemeler Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini ortadan kaldırdılar.
Emr-i ilâhi’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
Bu Âyet-i kerime, her yoldan sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki onlar nefsini ilâh edinmiş, şirke düşmüşlerdir.
Öyle ki; Allah-u Teâlâ nefsinin hevâ ve hevesini ilâh edinenin kulağını ve kalbini mühürler, gözünün üstüne perde çeker.
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Ve fakat bütün bölücülere bakın, imamlarına nasıl sarılmışlar. Sanki bu ilâhi hükümler kendilerine hitap etmiyormuş gibi kulak vermek bile istemezler.
Allah-u Teâlâ’ya karşı gelenlere gelince:
“İnsan bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Bu ilâhi bir emirdir ve hükümdür. İnsan; Hazret-i Allah’ın kendisini kerih bir nutfeden yarattığını görmedi, şeytana uydu ve apaçık hasım kesildi.
Buna rağmen insanoğlu; bir damla kerih sudan yaratıldığı halde Yaratan’a hasım kesiliyor, ihsan ve ikram sahibi olan
Allah-u Teâlâ’ya isyan ediyor.
Günümüzde ortalığı ifsat ateşine veren kimseler, Hazret-i Allah’ın Din-i mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye, yozlaştırmaya çalışarak Hazret-i Allah’a hasım kesilmektedirler.
Bu ise akl-ı selim sahibi olanların kabul etmeyeceği, hafsalanın almayacağı bir durumdur. Halbuki yaratıldığı aslî maddesini düşünseydi nankörlük etmez, hasım kesilmezdi.
Hiç şüphesiz ki iman nûruyla münevver, İslâm şerefiyle müşerref olmayan kişiler yaratılış icaplarını yerine getirmezler, Yaratan’a hasım kesildikleri gibi; dinini alaya alırlar, içten yıkmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ en belirgin noktaları hatırlatarak başlangıcını ve sonunu düşündürmek üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör! Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)
Onu mahşere sevkeder, muhasebesini görür, ameline göre cezasını verir.
Bunca ihsan ve ikram sahibi olan Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklar, bu ilâhî cezaya müstehak olmuşlardır.
Şeytan onları şaşırtmış, çıkmaza sokmuş. Onlar da ona kanmışlar, bu büyük hakikatı, Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı gücünü göremez olmuşlar. İlk yaratılış apaçık önlerinde iken görmemezlikten gelmişler.
O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.
Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklara ise Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Çünkü insan çok zâlim ve câhildir.” (Ahzab: 72)
İddiâ ettiği gibi âlim değil, aksine çok câhildir. Çünkü her sözünde ve her icraatında cehaletini sergilemektedir.
“Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür ve kendisi de buna şahittir.” (Âdiyat: 6-7)
O kadar ilâhî nimetlere nâil olduğu halde
hiç birisinin şükrünü yerine getirmez. Mazhar olduğu bolca iyilikleri hiç hesaba katmaz. Rabbini unutur da, kulluk vazifelerini yapmaz. Maruz kaldığı musibetleri ve zorlukları dile getirerek itiraz eder durur.
Rabbine karşı çok nankör olduğuna insanın kendisi de şahittir. Bu durumu kendi vicdanı da kabul eder ve dile getirir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör!” buyuruluyor. (Abese: 17)
Başka bir delile ihtiyaç yoktur. Çünkü yaptıkları ayan-beyan ortadadır.
Bu Âyet-i kerime’lere iman ve İslâm ile nazar ederseniz bunlar mümin midir? Kâfir midir? Kararını kendin ver. İmanın varsa bunlardan nefret et ve imanını kurtar.

“Allah’ım nurun ile bu fitne ateşini söndür.
İmansız imamları kahret ve öldür.” 

18 Ağustos 2011 Perşembe

ŞEHİT KİMDİR VE MERTEBELERİ NELERDİR ?



Şehid Kimdir ?

Allah yolunda canını feda eden bir müslümana şehid denir.

Şehidlik, İslâm'da en büyük mertebedir. Şehidlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir. Âhirette en büyük rütbenin Peygamberlikten sonra şehidlik olduğu belirtilmiştir. Bunun içindir ki, şehidlerin bütün günah ve kusurları Allah tarafından affedilmektedir.

Müslümanları, düşmanlarına üstün kılan en mühim esaslardan biri "ölürsem şehidim, kalırsam gazi..." inancıdır. Bu durum, ayette "iki güzelden biri" şeklinde ifade edilmiştir. (Tevbe Sûresi, 52) Yani, mü´min için savaşta iki güzel neticeden biri vardır: Ya galip gelecek, ya şehit olacaktır. (İbnu Kesir, IV, 102; Nesefi, II, 130)

Halid b. Velid´in İran komutanına söylediği şu sözler, şehitlik kavramının müslümanlara neler kazandırdığını gösteren güzel bir misaldir: "Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim." (Abdü rabbih, s., 387)

Şüheda hayatı, ruhani bir hayat, daha doğrusu hakiki bir hayattır. (Yazır, I, 547) "Şehit kendini hayatta bilir." (Nursi, Hutbe-i Şamiye, s., 122) Ölümün acısını hissetmeden, kendini daha güzel bir alemde bulur.

Hz. Peygamber (asm.), Uhud´da hayatını kaybeden 70 şehitle ilgili olarak şunu bildirmiştir: Kardeşleriniz Uhud´da şehit olunca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların cevfine koydu. Cennetin nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler. Arşın gölgesinde asılı altından kandillerde yerleşirler. Yiyecek, içecek ve istirahatlerinin güzelliğini görünce "keşke, derler Cennette hayatta olup, rızıklandırıldığımızı biri dünyadaki kardeşlerimize haber verse. Ta ki, cihaddan geri kalmasınlar, savaş esnasında kaçmasınlar". Cenab-ı Hak, "sizin bu halinizi onlara ulaştıracağım" der ve şu ayetlerle bildirir. (Ebu Davud, Cihad, 25)

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Allah´ın lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde, Rableri katında rızıklandırılırlar. Arkalarından gelecek olanlara şunu müjdelemek isterler: Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmezler. Allah´tan bir nimeti ve lütfu ve Allah´ın mü´minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler” (Al-i İmran Sûresi, 169-171)


Şehîd-i Kâmil Kime Denir?

Hem dünya hem de âhiret itibariyle şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bunlar muharebede öldürülenler, yahut âsiler, eşkıyalar, anarşistler veya evinde hırsızlar tarafından gadren ve zulmen öldürülen kimselerdir. Bir müslümanın şehîd-i kâmil sayılabilmesi için 6 şart lâzımdır:

1 - Müslüman olmak.

2 - Akıllı olmak.

3 - Bâliğ olmak.

4 - Cünüp olmamak, hayız ve nifas hâlinde bulunmamak.

5 - Vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak. Vurulduktan sonra, ölmeden önce, yeyip içer, tedavi görürse, vurulduğu yerden başka tarafa taşınırsa veya üzerinden bir namaz vakti geçecek kadar yaşarsa, kâmil şehidlik kısmından çıkar. Uhrevî şehîd olur.

6 - Öldürülmüş olmasından dolayı, öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak. Hatâen öldürülme durumlarında, katile kısas vâcib olmadığı için, maktûl şehîd-i kâmil kısmına girmez. Şehîd-i kâmiller, yıkanmadan kanlı elbiseleri ile gömülürler. Hz. Ömer ile Hz. Ali'de bu şartlardan biri bulunmadığı için yıkandılar; Hz. Osman ise, yıkanmadan gömüldü.

3-Şehîd-i Uhrevî Kime Denir?

Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir. Şehîd-i kâmil olmanın şartlarından birini kaybeden kimseler, bu kısma girerler.

Bundan başka şu kimseler de âhiret şehîdi sayılır:

* Suda boğulanlar.

* Ateşte yananlar. (İbnu Mace, Cihad, 17))

* Enkaz altında kalanlar.

* Veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler.

* Sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler.

* İlim yolunda ölenler.

* Ciğer hastalıklarından ölenler.

* Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar.

* Baş ağrısından ölenler.

* Karın ağrısından ölenler.

* Ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler.

* Cuma gecesi ölenler.

* Gurbet ilde vefat edenler.

* Akrep, yılan sokması gibi sebeblerle vefat edenler... (Savaş dışındaki şehîdler hakkında hadisler  için bakınız: Buhârî, Ezan, 32, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164; Tirmizî, Cenâiz, 65, Fedâilu'l-Cihâd, 14; Ahmed b. Hanbel, I, 22, 23, II, 323, 325).)

4-Şehîd-i Hükmî Veya Şehîd-i Dünyevî Kime Denir?

Bunlar münafıklardır. Bunların kalblerinde bulunan nifak emaresini sadece Cenâb-ı Hak bildiği için, dünya itibariyle şehid muamelesi yapılır. Çünkü bunlar, dış görünüşleri itibariyle müslümanlardırlar, fakat kalbleri itibariyle kâfir...

5-Şehidlerle İlgili Bâzı Hadîs-i Şerîfler:

"Malını müdafaada öldürülen şehiddir, ırz ve nâmusunu müdafaa ederken öldürülen şehiddir, nefsini müdafaada öldürülen şehiddir..."

"Şehidleri kanları ile sarın. Zira Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar..."

"Şehidler cennetin kapısında, nehrin parlak zinetinde, yeşil çadırdadır. Sabah - akşam rızıkları Cennetten onlara gelir."

"Ma'rûfu emr ve münkeri nehiyden dolayı katledilen şehiddir."

"Kim Cuma günü vefat ederse şehiddir."

"Kim hayvanından düşüp ölürse o kimse şehiddir."

"Suda boğulan şehiddir, ateşte yanarak ölen şehiddir, gurbette garip ölen şehiddir, zehirli hayvan sokmasından ölen şehiddir, karın ağrısından ölenler şehiddir, bina yıkılıp altında kalarak ölen şehiddir, evinin üstünden (damdan) düşerek boynu kırılıp ölen şehiddir, üzerine büyük taş düşüp ölen şehiddir..."

"Din kardeşini müdafaada katlolunan şehiddir, mâsum olan komşusunu savunurken öldürülen de şehiddir..."

"Şehidin borçtan başka bütün günahları mağfiret olunur." (Müslim) Bâzı âlimler denizde şehid olmanın, kul borcuna dahi keffaret olacağını ileri sürmüşlerdir. "Şehid, ehl-i beytinden (aile ve akrabasından) 70 kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir." (Ebû Dâvud, Tirmizî).

"Kıyâmet gününde 3 sınıf şefaat edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler..." (Tâc)

Şehid olan insanların kul hakkı dışındaki bütün günahları affedilir. Şehid olmak, herkese nasib olmayan büyük bir şereftir ve mü'minler için mükemmel bir nimettir. Güzel bir şekilde yaşamak, ondan sonra Allah yolunda O'nun rızası için şehid olmak, her mü'minin hayal ettiği bir mutluluktur. İmân sahibi olan insanın böyle bir şuur ve düşünce ile yaşaması, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) tarafından ne kadar güzel bir şekilde övülmüştür!..: "Şehid olmayı Yüce Allah'tan samimi olarak dileyen kimseyi, Allah, rahat yatağında vefat etse bile, şehidlerin derecesine eriştirir" (Müslim, İmâre, 156, 157; Ebû Davud, İstigfâr, 26; Neseî, Cihâd, 36; ibn Mâce, Cihâd, 15).

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...