17 Ocak 2012 Salı

Askeri Savcılık'tan Ergenekon'nu İtibarsızlaştırma Süreci


İnternet Andıcı iddianamesinin ek delil klasörlerinden Ergenekon ve Karargah Evleri soruşturmalarının itibarsızlaştırılması için Genelkurmay tarafından hazırlanan yol haritasının belgeleri de çıktı.

Andıç iddianamesinin ek klasörlerindeki Ergenekon savcılarıyla görüşen Askeri savcıların görüşme notlarında İP-Karargah Evleri soruşturmasının nasıl itibarsızlaştırılacağı anlatılıyor.
TSK içindeki İşçi Partisi bağlantılı Karargah Evleri soruşturması sırasında Genelkurmay Askeri Savcılığı yetkilileriyle Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Özel Yetkili Savcılığı arasında İstanbul’da dönemin Başsavcıvekili Turan Çolakkadı’nın odasında yapılan toplantıya ilişkin askerlerce hazırlanan not da ek klasörlere girdi.

Çubuklu’nun delillerinden çıktı

Hakkında yakalama kararı çıkan Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tümgeneral Hıfzı Çubuklu ile ilgili delil klasöründe yer alan Askeri Savcılığın görüşme notlarında ortaya çıktı. İP-Karargah Evleri soruşturmasının Askeri Savcılık’ta nasıl örtbas edildiğinin anlatıldığı notlarda “yasal yollardan yapılabilecek işlemler” başlığı altında Karargah Evleri Soruşturması’nın kamuoyu nezdinde kanuni yollardan nasıl itibarsızlaştırılabileceği de tek tek sıralanmış.
İşte o yöntemler: 

Yasal dinlemelerini sızdıralım

İstanbul Cımhuriyet Başsasavcılığı’nın Askeri Savcılığımıza verdiği ve tutuklama gerekçesi olarak kullandığı telefon kayıtlarının şüpheli müdafilerinden birisinin Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesi’nden talebiyle kendisine verilmesi ve bu belgelerin bu avukat tarafından basına verilerek ne kadar yetersiz delilerle terör örgütü oluşumu suçlaması yapıldığının kamuoyuna duyurulması.

Askeri Savcılığımız tarafından İP-Karargah Evleri belgesinde yer alan asker ve sivil şahısların telefon dinleme kayıtlarının yine mahkeme kararıyla şüpheli müdafiine verilerek bunların suç içermediğinin kamuoyuna duyurulması.

‘Kovuşturmaya yer yok’ diyelim

Ergenekon dosyasında yer alan İp-Karargah Evleri adlı belgenin MİT tarafından her hangi bir istihbari bilgiyle hazırlanmadığının kamuoyuna duyrulması.

Askeri Savcılığımızca dinlemesi yapılan 35 şüphelinin Mart 2009’da dinleme süresi bitecek. Kısa sürede kovuşturmaya yer yok kararı verilerek, tüm delillerle kamuoyuna açıklanıp İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nce yürütülen soruşturmanın gerçeği yansıtmadığını ve her hangi bir delile dayanmadığını basına yansıtmak.

TSK’ya yakın yazarlara sızdıralım

Ele geçen aynı belgelerdeki “Diğer hususlar” başlığı altında da şunlar yazıyordu: 

İP-Karargah Evleri lideri olduğu öne sürülen kişinin cami imamı olduğu çarpıcı bir şekilde anlatılarak, Karargah Evleri’nin ne kadar gayri ciddi olduğu anlatılmalı.

TSK’ya yakın gazete ve yazarlarına dosyayla ilgili bazı bilgiler avukatlar aracılığıyla ulaştırılarak, bu olayın yasal olmayan delillerle oluşturularak sanki TSK’lerinin içinde terör örgütü yapılanması varmış gibi gösterilmeye çalışıldığı kamuoyuna duyurulmalı..

DİNİMİZDE YÜZÜK TAKMAK



Bu konuda fıkıh kitaplarındaki açıklama genellikle şöyledir: Kadın ve erkeklerin gümüş yüzük takmaları caizdir. Kadı, Sultan ve benzeri, yüzük kullanmaya ihtiyacı olanlar için sünnettir (Eskiden yüzüğü mühür olarak kullanıyorlardı). İhtiyacı olmayanların takmaması daha faziletlidir. Sünnet olan, yüzüğün ağırlığının bir miskal veya daha az olması ve erkek için taşını avucun içine çevirmesidir. Kadınlar ise böyle yapmazlar. Çünkü yüzük onlar için zinet (süs)tür; erkekler içinse süs değildir. Yüzüğün taşını akik ve yakut gibi kıymetli taşlardan yapmak ve üzerine kendi ismini veya Allah'ın ismini yazmak caizdir. Ancak 'ın ismi yazıldığı takdirde helaya giderken yüzüğün ya çıkarılması veya sağ ele takılması gerekir (bk. Abdullah b. Mahmud, el-İhtiyâr, IV,159; bk. Davudoğlu, a.g.e., IX, 457, Aynî'den naklen).

İmam Ebû Hanife'nin yüzüğünde ise: Ya hayrı (iyiyi) konuş veya sus; İmam Ebû Yusuf'unkinde: Kendi hissiyle hareket eden pişmanlık duyar; İmam Mujammed'inkinde: Sabreden başarıya ulaşır; Sabreden derviş muradına ermiş ibareleri yazılıydı (bk. Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV,288).

YÜZÜK TAKMAK

Islâm'a göre; erkekler de kadınlar da yüzük takabılirler. Ancak, yüzüğün takılış maksadı ve yapıldığı madde ile ilgili bazı şartların gözetilmesi gerekir.
Hanefî mezhebine göre, maddesi ne olursa olsun ihtiyaç duyulmaması halinde yüzük takılmaması daha iyidir.

Altından yapılan yüzükleri erkekler takamazlar. Takarlarsa haram işlemiş olurlar. Kadınlar ise takabılirler (el-Mevsılî, el-Ihtiyar fi Ta'lili'l-Muhtar, Mısır IV, 224: Merginânî, el-Hidaye, IV, 82; Ibn Abidîn, Reddü'lMuhtar, Ist. 1233, V, 216). Hz. Peygamber bir hadisinde; Ipek ve altın ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helal edilmiştir" buyurmuştur. (Tirmizî, Libas, 1).

Gümüşten yapılan yüzüğü hem erkekler hem de kadınlar takabılirler. Ancak, erkeklerin takacakları yüzüğün, kadınların taktıklarına benzememesi ve ağırlığının üç gramdan daha az olması gerekir (el-Cezîrî, Kitabü'l-Fıkh ale'l-Mezahilai'l-Erbaa, II, 16; Alâuddin Abidin, El-Hediyyetü'l-Alâiyye, 1978, 318).

Demir, bakır, kurşun ve tunç gibi madenlerden yapılan yüzükler hem erkeklere hem de kadınlara mekruhtur (el-Mevsılî, a.g.e., IV, 224). Akîk ve yeşim gibi kıymetli taşlardan yapılanlar ise kadın erkek herkes için caizdir. (Ibn Abidin, a.g.e.; V, 315).

Yüzüğün kaşına Allah'ın, Peygamberin ya da kişinin kendi adını işletilmesi de mahzur yoktur. Fakat insan ve hayvan gibi bir canlının resminin konulması günahtır. Kaşında Allah'ın ismi veya Peygamber'in adının yazılı olduğu bir yüzükle helâya giren kişi, yüzüğünü gizlemelidir. Eğer yüzük sol elinde ise taharetleneceğinde parmağından çıkarmalıdır (Ibn Abidin, a.g.e., V, 317).

Yüzük, her iki elin her hangi bir parmağına takılabilir. Ancak, küçük parmağa takılması sünnettir (Ibn Abidin, a.g.e., V, 316; Kamil Miras, Tecrid Tercemesi, XII, 108).

YÜZÜK TAKMANIN DİNİMİZDEKİ YERİ VAR MIDIR?

Yüzük takmak hususunda ihtilaf vardır.

Hanefi mezhebine göre yüzük gümüş olursa erkek ve kadın için mübahtır. Tunç, demir gibi şeylerden olursa erkek için haramdır.

Şafi'i mezhebine göre ise gümüş yüzük takmak sünnettir. Çünkü Peygamber (sav) gümüş yüzük takardı. Enes'den rivayet edilmiştir: Peygamber (sav) Kisra, Kayser ve Necasi'ye birer mektup yazmak istedi. Peygamber'e (sav) "Bunlar mühürsüz mektup kabul etmezler” denildi. Bunun üzerine Peygamber (sav) gümüş bir yüzük yaptırdı. Ve üzerindeki nakış "Allah'ın Resulü Muhammed” cümlesinden ibaretti.

Hulefa-yı Raşidin'in de birer gümüş yüzüğü vardı. Hz. Ebubekir'in yüzüğündeki nakşı (Ni'mel Kadiru Allahu) Hz. Ömer'inki ise(Kefa bil mevti vaizen), Hz. Osman'ın ki de "Le ta'tebirunne ev letendemun'ne), Hz. Ali'nin ki de (El-Mülkü lillah) idi

HİDAYETE NAİL OLMANIZ İÇİN İMANA DÂVET




      Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Mâide sûre-i şerif’inin 44. 45. ve 47. Âyet-i kerime’lerinde Allah’ın hükümleriyle hüküm vermeyenlerin kâfirler, zalim ve fasıklar olduğunu beyan buyurmaktadır.
Bunları arzu ile yapmak, küfür basamağına adım atmak demektir.
      Bir kimseye dinden çıkması için pek çok para teklif edilse çıkmaz da, bilmediğinden ötürü Hazret-i Allah’ın hükmüne rıza göstermemekle küfre girdiğinin farkında olmaz.
       Allah-u Teâlâ Mâide suresi’nin 44. Âyet-i kerime’sinde hükümleri ile hükmetmeyenlerin kâfir olduklarını haber veriyor:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
      Bu ilâhi hükmü bırakıp kendisinin veya başkalarının verdiği hüküm ile hükmeden bir kimse kâfir olur. Çünkü Hazret-i Allah’ın indirdiğini reddetmekle küfür suçu işlemiştir.
       Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif’inin 45. Âyet-i kerime’sinde Ahkâm-ı ilâhi ile hareket etmeyenlerin zâlim olduğunu haber vermektedir:
       “Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)
Allah-u Teâlâ’nın dininden sözedebilmek için O’nun indirdiği ile, emir ve hükümleriyle hükmetmek gerekir. Çünkü O’nun hükümranlığının tecellisi budur.
Bu ilâhi emir ve hükümleri bırakıp kendi arzu ve istekleriyle bu hükümlere uymayanlar veya başkalarının hükümleri ile hükmedenler zâlim olurlar. Çünkü Hazret-i Allah’ın indirdiği fermân-ı ilâhi’yi, emir ve hükümleri çiğnemekle kişi zulüm suçunu işlemiş olur. Böylece zâlim olur.
Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif’inin 47. Âyet-i kerime’sinde Nezd-i ilâhi’sinden indirdiği hükümlerle hükmetmeyenin fâsık olduğunu haber veriyor:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)
Binaenaleyh Hazret-i Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, O’nun hükümlerinden saptıkları ve saptırdıkları için fâsık olurlar. İlâhi hükümleri bırakıp kendisinin veya tâbi olduğu imamın hükümlerini kabul ettiğinden hem kâfir, hem zâlim, hem fâsık olurlar.

Din Kuran ve Dinini Ayakta Tutmak İsteyenlere Gelince:

Allah-u Teâlâ Mü’minun Sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.” (Mü’minun: 52)
Cenâb-ı Hakk, inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhi’yi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmişüç fırkadan yetmişikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.
Ve Allah-u Teâlâ: “Benden korkun!” emr-i şerif’ini buyurduğu halde: “Hayır, biz senden korkmuyoruz.” dediler. “Bizim imamlarımız var, papazlarımız var, masonlarımız var. Biz senden korkmuyoruz” dediler. Allah-u Teâlâ’ya meydan okudular.
Allah-u Teâlâ da cevaben buyuruyor ki:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Mü’minun: 53)
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
Bu Âyet-i kerime her sapana ve sapıtıcıya hitap eder, yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki ilâhi hükme ve din-i İslâm’a ters düştüğü için küfre kaymıştır.
Bu böyledir. Çünkü bu gibi hareketler küfür kapsamına girer.
Allah-u Teâlâ bölücülerin hepsi için “Tuttuğu yoldan memnundur.” diyor. Dikkat edin! Hepsi memnun değil mi? Memnun oldukları için bu Âyet-i kerime’nin kapsamı içine giriyorlar. Binaenaleyh Mü’minun sûre-i şerif’inin 53. Âyet-i kerime’si bir berzahtır.
İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet, bir tek din vardır.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur’an’dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
Bu Âyet-i kerime’lere bak, bir de bunların icraatlarına bak. Kararını kendin ver.

Hüküm Yalnız Allah’ındır



Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde:
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Hazret-i Allah’ın hükmü esastır, mahlukun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na âittir. Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salâhiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir, irade, tam tasarruf O’na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Zira:
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir.
“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştire-bilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiç birisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun emrettiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O’ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.
O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlukun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.
O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?

“Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Ra’d: 41)
O’nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur.

Din kuran ve dinini ayakta tutmak isteyenlere gelince:

Onlar bu Âyet-i kerime’yi inkâr ettiler. Hazret-i Allah’ın hükmüne karşı geldiler, Âyet-i kerime’lerin hükmünü ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fâize helâl diyenler, küfrü hoş görenler, ilâhlığını ilân edenler, tesettürü inkâr edenler, sahte halifeliğini ilân edenler ve daha nice sahte ve türemeler Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini ortadan kaldırdılar.
Emr-i ilâhi’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
Bu Âyet-i kerime, her yoldan sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki onlar nefsini ilâh edinmiş, şirke düşmüşlerdir.
Öyle ki; Allah-u Teâlâ nefsinin hevâ ve hevesini ilâh edinenin kulağını ve kalbini mühürler, gözünün üstüne perde çeker.
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Ve fakat bütün bölücülere bakın, imamlarına nasıl sarılmışlar. Sanki bu ilâhi hükümler kendilerine hitap etmiyormuş gibi kulak vermek bile istemezler.
Allah-u Teâlâ’ya karşı gelenlere gelince:
“İnsan bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Bu ilâhi bir emirdir ve hükümdür. İnsan; Hazret-i Allah’ın kendisini kerih bir nutfeden yarattığını görmedi, şeytana uydu ve apaçık hasım kesildi.
Buna rağmen insanoğlu; bir damla kerih sudan yaratıldığı halde Yaratan’a hasım kesiliyor, ihsan ve ikram sahibi olan
Allah-u Teâlâ’ya isyan ediyor.
Günümüzde ortalığı ifsat ateşine veren kimseler, Hazret-i Allah’ın Din-i mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye, yozlaştırmaya çalışarak Hazret-i Allah’a hasım kesilmektedirler.
Bu ise akl-ı selim sahibi olanların kabul etmeyeceği, hafsalanın almayacağı bir durumdur. Halbuki yaratıldığı aslî maddesini düşünseydi nankörlük etmez, hasım kesilmezdi.
Hiç şüphesiz ki iman nûruyla münevver, İslâm şerefiyle müşerref olmayan kişiler yaratılış icaplarını yerine getirmezler, Yaratan’a hasım kesildikleri gibi; dinini alaya alırlar, içten yıkmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ en belirgin noktaları hatırlatarak başlangıcını ve sonunu düşündürmek üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör! Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)
Onu mahşere sevkeder, muhasebesini görür, ameline göre cezasını verir.
Bunca ihsan ve ikram sahibi olan Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklar, bu ilâhî cezaya müstehak olmuşlardır.
Şeytan onları şaşırtmış, çıkmaza sokmuş. Onlar da ona kanmışlar, bu büyük hakikatı, Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı gücünü göremez olmuşlar. İlk yaratılış apaçık önlerinde iken görmemezlikten gelmişler.
O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.
Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklara ise Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Çünkü insan çok zâlim ve câhildir.” (Ahzab: 72)
İddiâ ettiği gibi âlim değil, aksine çok câhildir. Çünkü her sözünde ve her icraatında cehaletini sergilemektedir.
“Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür ve kendisi de buna şahittir.” (Âdiyat: 6-7)
O kadar ilâhî nimetlere nâil olduğu halde
hiç birisinin şükrünü yerine getirmez. Mazhar olduğu bolca iyilikleri hiç hesaba katmaz. Rabbini unutur da, kulluk vazifelerini yapmaz. Maruz kaldığı musibetleri ve zorlukları dile getirerek itiraz eder durur.
Rabbine karşı çok nankör olduğuna insanın kendisi de şahittir. Bu durumu kendi vicdanı da kabul eder ve dile getirir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör!” buyuruluyor. (Abese: 17)
Başka bir delile ihtiyaç yoktur. Çünkü yaptıkları ayan-beyan ortadadır.
Bu Âyet-i kerime’lere iman ve İslâm ile nazar ederseniz bunlar mümin midir? Kâfir midir? Kararını kendin ver. İmanın varsa bunlardan nefret et ve imanını kurtar.

“Allah’ım nurun ile bu fitne ateşini söndür.
İmansız imamları kahret ve öldür.”





13 Ocak 2012 Cuma

PEYGAMBERLERİN SIFATLARI





Peygamberler hakkında bilmemiz vacib olan sıfatlar yedidir:Bunlar

1-EMANET :Emanete hıyanet etmezler.

2-SIDK        :Bütün peygamberler sözlerine sadık olurlar.Her sözleri doğrudur.

3-TEBLİĞ   :Allahü Tealanın emir ve yasaklarının hepsihi,ümmetlerine bildirir ve ulaştırırlar.

4-ADALET :Peygamberler adildirler.Hiç zulüm ve haksızlık yapmazlar.İnsanlar içinde her
                      hükmü doğru olan peygamberlerdir.

5-İSMET     :Büyük ve küçük bütün günahlardan uzaktırlar.Hiç günah işlemezler.İnsanlardan
                      masum olan,yalnız peygamberlerdir.

6-FETANET:Bütün peygamberler,diğer insanlardan daha akıllıdırlar.

7-EMN-ÜL AZL:Peygamberler,peygamberlikten dünyada ve ahirette azl olunmazlar.Çünkü
                             peygamberlik onlara Allahü Teala tarafından ihsan edilmiştir.




KÜFRE DÜŞÜREN HALLER



Değerli Müminler Yüce Allah bizi küfre düşüren hallerden korusun ve cennetine kabul etsin inşallah.
İslamiyet”in emir ve yasaklarından birini bile hafife almak, Kur”an-ı Kerim ile Meleklerle,Peygamberlerle alay etmek küfürdür.Küfre neden olan bir şeyi yapan dinden çıkmış olur.Küfre düşen hemen tevbe etmeli,imanını tazemelidir.Küfre düşüren hallerden bazıları şunlardır;

+ Din bilgilerine inanmamak,bunları ve din alimlerini,dini kitapları aşağılamak.
+ Din bilgileri için;(Bu bilgiler neye yarar ?Kime ne fayda vermiştir?Bize lazım olan şey paradır.)gibi
    sözler söylemek.
+ (Allahın buna gücü yetmez.) demek.
+ Birisi için;(Onun hakkından Allah bile gelemez,ben nasıl geleyim?) demek.
+ (Allah bizi unuttu.) demek.
+ Cenab-ı Hakka (Allah baba.) demek.
+ Herhangi bir şey için;(Allahın işi kalmadı da bunun gibi şeylermi yaratıyor.) demek.
+ Harama helal,helale haram demek.
+ Allahü Tealaya mekan izafe etmek.(Allah yukarıdadır,göktedir.) demek.
+ (Allah bize zulüm ediyor.) demek.
+ Bir kimse,(Allah falan kuluna şu kadar zenginlik veriyor,bana ise,az veriyor.Böyle adalet
    olurmu?.)demek.
+ Zenginin işinin rast gittiğini görünce,(Allah da zenginlerden yana.) demek.
+ Bir kimseye (Seni görmek bana can alıcıyı görmek gibidir.) demek.
+ Büyük ve küçük günah işleyen birine (Tevbe et !)denildiğinde,(Ne yaptımki,tevbe
    edeyim !) demek.
+ Kötü insanları görünce (Bunlar Zebani gibi insan.) demek.
+ (Falan kimse peygamber olsaydı,ben inanmazdım.) demek.
+ Bir kimseye (Allah bana cenneti verirse,sensiz istemem.)demek.
+ Dinen mübarek olan bir şeye,(Dine,İmana,Kitablara,Peygamberlere,Mezhebe,Kabeye.) Sövmek.
+ Kur”an-ı Kerimin bir ayetine bile olsa inanmamak veya şüphe etmek.
+ Kur”an-ı Kerimi,mevlidi ve ilahileri çalgı ile okumak.
+ (İslamiyet bu asra uygun değildir.) demek.
+ Dinimizce öğrenilmesi farz olan bilgileri öğrenmemek,öğrenmeye lüzum görmemek.
+ Sihrin (Büyünün) muhakkak tesir edeceğine inanmak.
+ Tenasüha,yani ölen insanın ruhunun başka birine,çocuğa geçtiğine inanmak.
+ Zalim birine;Adil demek.
+ Haram işleyen birine,güzel yaptın demek.
+ (Mü”minin ağzının içine …) diyerek sövmek.
+ Yabancı kadına şehvetle bakıp;(Güzele bakmak sevaptır.) demek.
+ Şarabın azına;(Az içersen günah olmaz.) demek.
+ Güzel bir bebek veya kadın görünce,(Allah bunu özenip,bezenip yaratmış.) demek.
+ Kötülemek için,(Falanca cennete girse,ben girmem.) demek.
+ (Kafir olmak hırsızlıktan,yalancılıktan,hainlikten iyidir.) veya (Hristiyan olmak,Komunist olmaktan
    iyidir.) demek.
+ (Allah gökten bize bakıyor.) demek veya (Allah göktedir.) demek.
+ Kabirdeki ve kıyametteki azablara (Akla,fenne uygun değildir.) demek.
+ (Namaz kılsam da kılmasam da ne fark eder.) demek.
+ (Helal bana iyilik getirmiyor.) demek.
+ Allahın rahmetinden ümidini kesmek ve gazabından emin olmak.
+ Müslümana kafir demek.
+ (Bu işte ilahi şuuru görüyoruz.),(Allah ne kadarda mükemmel düşünmüş.),(Allah çok akıllıdır.) demek.
+ Allahü Teala için,(Düşünerek.) veya (Hesab ederek) yahut (Planlayarak yarattı.) demek.

    Müslüman olan bir kimse,bunlar veya bunlara benzer küfre sebep olan bir şey yaparak kafir olursa,yani dinden  çıkarsa,önceki ibadetleri yok olur.İmanın gitmesine sebep olan şeyden tevbe etmedikçe kelime-i şehadet  söylemekle Müslüman olmaz.

11 Ocak 2012 Çarşamba

Türk Milleti Olarak Çok Unutkan Bir Milletiz


     


         Biz Türk Milleti olarak çok unutkan vede çok gamsız bir milletiz. Acaba sevgideki ölçüyü mü kaçırıyoruz, yoksa Türk milletine has bir yaratılış mı bunu bilemiyorum. Sanıyorum bu durum Türk Milletinin hafızasıyla çok fazla oynanmasından kaynaklanmaktadır
Acaba neden unutkanız diye hiç düşündünüz mü? Veya unutkanlığa sebebiyet veren faktörleri hiç araştırdınız mı? Bazı unutkanlıklarınızın çok ağıra mal olduğunu hiç hesapladınız mı? İşte bu yazımızda unutkanlığa sebep olan faktörleri inceleyip bazı öneriler getirmeye çalışacağım.

        Öncelikle unutkanlığa sebep olan faktörlerin başında; Vücudumuzdaki demir eksikliğinden kaynaklanan beyne yeterli miktarda kan gitmemesi, B vitamini eksikliği, kişisel dengesizlik, sağlık problemleri, sorumluluk aşımı, manevi sebepler, damar tıkanıklığı, herhangi bir darp sonunda beynimizde meydana gelen zedelenme, bilinç kaybı ve buna benzer sebepler unutkanlık yapmaktadır. Tabi ki bu sebeplerin birçoğu tıp bilimini ilgilendirmektedir ancak benim üzerinde duracağım unutkanlık, sosyal ve psikolojik ağırlıklı unutkanlıklar olacaktır.
Hafıza-i beşer nisyan ile malul dur sözü insanoğlunun unutmaya yatkın bir varlık olduğunu bize hatırlatmaktadır. Fakat öyle olaylar vardır ki toplumun hafızasında iz bırakan günlerce, aylarca bizleri üzen ve sevindiren olaylar da çok çabuk unutulmaktadır. Böylesine iz bırakan olaylar neden çabuk unutuluyor acaba diye hep kendimce düşünmüşümdür ve sebeplerini araştırdığım da; Bu olayların gözümüzde ne kadar değer taşıdığı yani bizim için önemi, hatırlanacak belli bir amacın olmaması, olaylardan az etkilenen bir yapıya sahip olmamız, olaylara kendimizi veremememiz, bilginin eleştirilmesi, sıkıntılarımız, olayları anlayamama, verilerin belleğe yanlış yerleştirilmesi, fiziksel, zihinsel stres yada sıkıntı, yaşanan olayları hatırlayamamamıza ve dolayısıyla unutkanlığa yol açmaktadır.
Milletçe seven bir millet olmamız bizi duygusallığa itmektedir. Sevgi bazı yanlışları, olumsuzlukları affettirmektedir. Acaba sevgideki ölçüyü mü kaçırıyoruz, yoksa Türk milletine has bir yaratılış mı bunu bilemiyorum. Yine Türk Milleti kimseye geçmişten gelen bir kin beslememektedir. Kinci bir millet olmamamız mı acaba bizi unutkanlığa sevk etmektedir? Dünyada İslamiyet'i en iyi anlayıp en iyi yaşamaya gayret eden bir millet olarak acaba İslamiyet'in verdiği affetme, bağışlama duygusu mu bize kötülükleri unutturan. Kötülükleri unutmak bir erdemdir ancak bazen iyilikleri de çabuk unutan bir millet olduk.
Sanıyorum bu durum Türk Milletinin hafızasıyla çok fazla oynanmasından kaynaklanmaktadır. Çok partili siyasete geçtiğimiz günden beri seçim öncesi yüzlerce söz verip seçildikten sonra bu sözleri unutan politikacılar, Türk insanını cahil yerine koyan bazı basın organları, ülkemizde ipini kaybedenlerin cirit atması, misyonerlik faaliyetleri, birilerinin sürekli kaşıdığı azınlıklar meselesi, bazı siyasetçilerin ülkenin kanayan yarası olan bazı meseleleri sıkıştıkça kullanmak için elinde güç olduğu halde çözmemesi gibi durumlar milletimizin hafızasını büyük oranda yıpratmıştır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen milli hafızamızı korumaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Çünkü unutkanlık bazen milletlerin milli hafızalarında telafisi mümkün olmayan tahrifatlar yapmaktadır. Özellikle seçildikten sonra siyasi anlayışını millete rağmen değiştiren devşirme siyasetçiler yıllardan beri uyutarak unutturma politikasını uygulayıp milletimizin geleceğini ipotek altına aldırmışlardır.
Milli hafızamızı daha fazla yıpratmamak için özellikle siyasi cambazlara, gücünü milletten almasına rağmen bunu unutup Türk Milletinin onur ve gururunu uluslar arası siyaset pazarında yok pahasına pazarlayanlara karşı çok uyanık olmak zorundayız.
Milli duruşu bozulan milletler küresel pazarda, kendi milli kaynaklarının gönüllü sömürülmesine rıza gösterirler. Hesaba alınmak için hesap yapmak gerekir. Bazı hassas meselelerde unutkanlık varlık sebebimizi ortadan kaldırabilir.
Unutkanlıklar bizim de unutulmamıza sebep olabilir. Özellikle dış politikada ülkemiz üzerinde oynanan oyunları görmemezlikten gelmek, unutmuş pozisyonu sergilemek ülkemizi küçük düşürür ve onarılması güç yaralar açar. Çünkü unutulanlar, unutanları asla unutmazlar.

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...