
Allah-u Teâlâ
Kelâm-ı kadim’inde:
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Hazret-i Allah’ın hükmü esastır, mahlukun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma
hakkı yalnız O’na âittir. Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye
müdahale etmesine hakkı ve salâhiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir,
irade, tam tasarruf O’na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Zira:
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği
hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir, kıyamete kadar
geçerlidir.
“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam
kemalindedir. O’nun sözlerini değiştire-bilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiç
birisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması
düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun emrettiği
her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun
yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç
kimse O’ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi
hikmetle yapar.
O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse
olamaz.
Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir
Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlukun hükmü
yoktur, O’nun hükmü esastır.
O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?
“Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Ra’d: 41)
O’nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet,
hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur.
Din kuran ve dinini ayakta
tutmak isteyenlere gelince:
Onlar bu Âyet-i kerime’yi inkâr ettiler. Hazret-i Allah’ın hükmüne karşı
geldiler, Âyet-i kerime’lerin hükmünü ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fâize
helâl diyenler, küfrü hoş görenler, ilâhlığını ilân edenler, tesettürü inkâr
edenler, sahte halifeliğini ilân edenler ve daha nice sahte ve türemeler
Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini ortadan kaldırdılar.
Emr-i ilâhi’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi
nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur
diyenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil
olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh
olarak kabul etmiştir.
Bu Âyet-i kerime, her yoldan sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat
ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki onlar
nefsini ilâh edinmiş, şirke düşmüşlerdir.
Öyle ki; Allah-u Teâlâ nefsinin hevâ ve hevesini ilâh edinenin kulağını ve
kalbini mühürler, gözünün üstüne perde çeker.
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak
ettiğini bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde
çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir?
Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Ve fakat bütün bölücülere bakın, imamlarına nasıl sarılmışlar. Sanki bu ilâhi
hükümler kendilerine hitap etmiyormuş gibi kulak vermek bile istemezler.
Allah-u Teâlâ’ya karşı gelenlere gelince:
“İnsan bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o
apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Bu ilâhi bir emirdir ve hükümdür. İnsan; Hazret-i Allah’ın kendisini kerih bir
nutfeden yarattığını görmedi, şeytana uydu ve apaçık hasım kesildi.
Buna rağmen insanoğlu; bir damla kerih sudan yaratıldığı halde Yaratan’a hasım
kesiliyor, ihsan ve ikram sahibi olan
Allah-u
Teâlâ’ya isyan ediyor.
Günümüzde ortalığı ifsat ateşine veren kimseler, Hazret-i Allah’ın Din-i
mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın
ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye,
yozlaştırmaya çalışarak Hazret-i Allah’a hasım kesilmektedirler.
Bu ise akl-ı selim sahibi olanların kabul etmeyeceği, hafsalanın almayacağı bir
durumdur. Halbuki yaratıldığı aslî maddesini düşünseydi nankörlük etmez, hasım
kesilmezdi.
Hiç şüphesiz ki iman nûruyla münevver, İslâm şerefiyle müşerref olmayan kişiler
yaratılış icaplarını yerine getirmezler, Yaratan’a hasım kesildikleri gibi;
dinini alaya alırlar, içten yıkmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ en belirgin noktaları hatırlatarak başlangıcını ve sonunu
düşündürmek üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör! Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu
nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu
kolaylaştırdı. Sonra onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu
tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)
Onu mahşere sevkeder, muhasebesini görür, ameline göre cezasını verir.
Bunca ihsan ve ikram sahibi olan Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklar, bu
ilâhî cezaya müstehak olmuşlardır.
Şeytan onları şaşırtmış, çıkmaza sokmuş. Onlar da ona kanmışlar, bu büyük
hakikatı, Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı gücünü göremez olmuşlar. İlk yaratılış
apaçık önlerinde iken görmemezlikten gelmişler.
O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini
tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.
Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklara ise Âyet-i kerime’lerde şöyle
buyuruluyor:
“Çünkü insan çok zâlim ve câhildir.” (Ahzab: 72)
İddiâ ettiği gibi âlim değil, aksine çok câhildir. Çünkü her sözünde ve her
icraatında cehaletini sergilemektedir.
“Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür ve kendisi de buna şahittir.”
(Âdiyat: 6-7)
O kadar ilâhî nimetlere nâil olduğu halde
hiç birisinin şükrünü yerine getirmez. Mazhar olduğu
bolca iyilikleri hiç hesaba katmaz. Rabbini unutur da, kulluk vazifelerini
yapmaz. Maruz kaldığı musibetleri ve zorlukları dile getirerek itiraz eder
durur.
Rabbine karşı çok nankör olduğuna insanın kendisi de şahittir. Bu durumu kendi
vicdanı da kabul eder ve dile getirir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör!” buyuruluyor. (Abese: 17)
Başka bir delile ihtiyaç yoktur. Çünkü yaptıkları ayan-beyan ortadadır.
Bu Âyet-i kerime’lere iman ve İslâm ile nazar ederseniz bunlar mümin midir?
Kâfir midir? Kararını kendin ver. İmanın varsa bunlardan nefret et ve imanını
kurtar.
“Allah’ım nurun ile bu fitne ateşini söndür.
İmansız imamları kahret ve öldür.”