31 Ocak 2012 Salı

PKK Suriye Irak İran'da Kedi Gibi !



AKP’nin fikir ve strateji mutfağındaki önemli isimlerinden Grup Başkanvekili Mahir Ünal, siyaset, dış politika ve PKK konusunda çarpıcı açıklamalar yaptı.
AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, milletvekili olur olmaz grup başkanvekili oldu. AK Parti'nin kamuoyu önüne çıkardığı yeni bir isim, ama partideki geçmişi eskiye dayanıyor. Başbakan Erdoğan ile 2007 seçim kampanyası sunumu sırasında tanışmışlar. Ondan önce Erol Olçak'ın daveti ile 2004 seçim kampanyasında görev almış. 2002 seçim kampanyası hariç, AK Parti'nin bütün seçim kampanyalarında fikir ve strateji mutfağındaki bir isim. Yüksek lisansını ve doktorasını sosyoloji alanında yapmış. Artık, Meclis Genel Kurulu'nda partisini temsil ediyor. Milletvekili olur olmaz grup başkanvekili olunca, Meclis'in üç aylık tatil süresini anayasa ve içtüzük çalışarak geçirmiş. Genel kurulda onu şimdilik en çok terleten konu içtüzük tartışmalarıymış, "İçtüzük konusunda biraz daha çalışmam gerekiyor" diyebilecek kadar mütevazı. Türkiye meselelerine vakıf, yeni anayasa sürecini demokratikleşmenin kalbi olarak görüyor. "Yeni Türkiye"de siyasete ilgi duyanların adını çok sık duyacağı ve takip edeceği bir isim olacak gibi.
Vesayet altındaki siyasete alışanlar değişimi anlamıyor

AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Türkiye'deki en büyük domokrasi sorunun muhalefetin ülkeyi okuma biçimi olduğunu söyledi. Ünal, "Vesayet altında kalmış cılız siyasete alışanlar, millet iradesini yansıtan sorun çözücü yeni siyaseti otoriterleşme zannediyor" dedi.
* "Demokratikleşme" denilerek, Türkiye otoriterliğe mi götürülüyor?

Son 10 yılda, 2002'te, 2004'te, 2007'de, 2009'da, 2011'de seçimler, 2010 referandum yapıldı. Yaklaşık 2 yılda bir seçime girmiş, her seçimden de oyunu artırarak çıkmış bir siyasi parti var. Burada otoriterlikten ziyade millete verilen sözleri yerine getirme gayreti var. Sorun iktidarın gücünde değil, muhalefetin çok zayıf olmasında ve ülkeyi okuma biçiminde.

GÜÇLÜ SİYASET MİLLET İRADESİ

* Seçimlerden çıkan güç mü "otoriterlik" olarak nitelendiriliyor?

Seçimle işbaşına gelen, kaderini milletin kaderiyle birleştirmiş güçlü bir siyasi irade var, yani bu güçlü siyasi iradenin meşruiyetinin dayandığı yere bakılmalı. Bu güçlü siyasi irade tek adam diktatoryasına mı, yoksa millet iradesine mi dayanıyor? 10 yıllık süreç bize gösteriyor ki, güçlü siyasi irade millet iradesine dayanıyor.
* Başbakan'ın güçlü siyasi kimliği sebebiyle mi bu algılar oluşuyor?

AK Parti siyasetinin güçlü bir liderliği var, bu liderlik yol arkadaşlarıyla istişare ederek siyasetini yürütüyor, yaptığı herşeyin hesabını da millete veriyor. Recep Tayyip Erdoğan liderliği Türkiye için de bölge için de bir şans. Güçlü bir siyasi marka. Kendisini kanıtlamış, çizgisi, hatları, amacı, ideali belli olan bir liderlik. Türkiye'yi demokratikleştirmek, hukuksuzluğu ortadan kaldırmak üzere verilen bir mücadelenin hikayesi. Öbür tarafta ise iktidarını kaybetmiş, kaybettiği iktidarı yeniden kazanmak için mücadele eden, eski Türkiye'de kalmış, eski Türkiye'nin paradigması ile Türkiye'yi okumaya çalışan bir muhalefet var. Eski alışkanlıkları depreşiyor. Vesayet altında kalmış cılız siyasete alışanlar, millet iradesini güçlü şekilde yansıtan sorun çözücü yeni siyaseti otoriterleşme zannediyor.
TÜRKİYE'DE DEVAMLILIK VAR

* Sizin "Yeni Türkiye" diye tarif ettiğiniz 2. Cumhuriyet mi?

Hayır. Bunu bir "2. Cumhuriyet" olarak nitelendiremeyiz. Biz, Türkiye'yi "Yeni Türkiye" diye tanımlarken, yeni ve eski Türkiye'yi bir kesinti üzerinden algılamıyoruz, bir devamlılık, bir gelişim üzerinden tanımlıyoruz. İmparatorluklar çağının sona ermesiyle birlikte, genç Cumhuriyet'in kurucu iradesinin ortaya koyduğu açık bir demokrasi ideali var zaten, hatta demokrasi ideali Cumhuriyet'in kuruluşundan önceye dayanıyor. Cumhuriyet kendisini bu hasılanın üzerine bina ediyor.
* Kemalizm'le demokratikleşme ideali sanki rafa kaldırılmış.
Cumhuriyet'in fikri içeriği Recep Peker ve arkadaşları tarafından oluşturuldu. Atatürk masa başı doktrin adamı değil, dinamik bir lider. Bu içerik onun için yazılabilir ve değiştirilebilir bir şey, o daha çok değişimi ve sonuçlarını anlamakla ilgileniyor. Bu sonuçlara bakarak yeni kararlar veriyor. Bir değişimi yönetiyor. Recep Peker, Almanya ve İtalya'yı model olarak görür. Peker, Atatürk'e sunduğu 27 sayfalık raporda faşist bir yönetim modeli önerir, Atatürk "Ben diktatör değilim" diye reddeder. Nitekim 1936'da da Peker ve İsmet İnönü'yü tasfiye eder. Daha liberal olan Celal Bayar ve ekibi iş başına gelir. Maalesef 1938'de Atatürk'ün ölümüyle eski ekip tekrar iş başına gelir, 1946'ya kadar Cumhuriyet'i şekillendirir. Peker, CHP'nin Genel Sekreteri ve bir Mussolini, Hitler hayranı. Bugün Kemalizm dediğimiz yapı, Peker ve arkadaşlarının oluşturduğu bir zihinsel içeriktir. O dönemde Peker'e Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiği söylendiğinde "Zigana Dağı'nın tepesine portakal dikilmez" diyebilmiştir.
ANLAYIŞ SORUNU

* Cumhuriyet'i Recep Peker tasallutundan kurtarıp, aslına mı rücu ettiriyorsunuz?
İnsanların nasıl giyineceğine, inanacığına, düşüneceğine, aydın olacağına, yaşayacağına karar veren bir modernleşme anlayışı sorunludur. Bunca darbe ve baskılara rağmen sürdürülemez olduğu görülmüştür.
* Başbakan, CHP'de İttihat Terakki zihniyeti olduğunu söylüyor.

"Küçük olsun benim olsun", "Güzel olan benim olandır", "Benim yönetebildiğim meşrudur, benim yönetemediğim her şey gayrimeşrudur" diyen bir zihniyet söz konusu. 12 Eylül referandumundan sonra 11 bin hakim ve savcının seçtiği, bağımsız bir HSYK oluştu. Ama, bu yargı, onlar için etkili olamadıkları, yönetemedikleri bir yargıysa meşru bir yargı değildir. Bu her kurum için geçerli. CHP kendisini Cumhuriyet'in, bu ülkenin sahibi ve efendisi olarak görüyor. Bu bakış, CHP'nin kendi hedef kitlesini dönüştürme sorumluluğunu yerine getirmesini de engellemiştir. CHP, 2011 seçim beyannamesinde, "Cumhuriyet'i CHP kurmuş ve egemenliği millete vermiştir" ifadesini kullanacak kadar da hâlâ meselenin dışında.

Bin yıllık adam etme süreci

* 1960 darbesi, bir bakıma Kemalizm'i kurumsallaştırıyor.

1924 Anayasası'nda yer alan"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ifadesi, 1960 darbesinden sonra, 1961 Anayasası ile içerik değiştiriyor. Egemenlik, millet adına kullanılmak üzere anayasal kurumlara tevdi ediliyor. Askeri vesayet yılları başlıyor. 1960 ve 12 Eylül darbelerinin, 12 Mart muhtırasının temel özelliği şudur: Askerler gelir, siyaseti dizayn eder, siyasi aktörleri belirler, sınırları çizer, adam eder, dövülmesi gerekenleri döver, sonra kışlalarına çekilirler.
* 28 Şubat'ı dahil etmediniz.

28 Şubat bütün darbelerin dışında, farklı bir özellik gösterir. Siyasete değil, bizzat milletin kendisine karşı yapılmıştır. Her seferinde müdahale eden, siyaseti ve siyasi aktörleri düzenleyen, vesayetinin altındakileri terbiye eden anlayış kendince bunların adam olmadığını görmüş ve "bin yıl da sürse sizi adam edeceğim" dediği bir süreci başlatmıştır.
* Bin yıl sürecek mi?

Toplumsal değişimin önünde hiçbir şey duramaz. Her yanlış kendi ölümünü yaşar. Türkiye, 28 Şubat sürecinden sonra yaşadığı büyük ekonomik krizle birlikte ciddi bir sistem krizine girdi. Millet, bu sistem krizinin çaresi ve çözümü olarak AK Parti'yi gördü. AK Parti'nin burada çok önemli işlevi ve misyonu var.
* Nedir o misyon?

AK Parti, biriken öfkeyi, tepkiyi, kızgınlığı, haksızlık duygusunu çok güçlü bir şekilde almış, yönetmiş, dönüştürmüş ve çevrede biriken negatif enerjiyi sağlıklı bir şekilde sistemle entegre etmiştir.
* AK Parti Ankaralılaştı eleştirileri yöneltiliyor ama.
AK Parti siyaset üzerindeki her türlü vesayete son vermiştir. AK Parti geleneği sistem dışına itilme gayretine rağmen, demokrasi ve hukuk zemininde mücadelesini vermiş, sistem içinde kalmış, sistemi dönüştürmüştür. Milletin egemenliğinin cari olduğu bir sonucu ortaya çıkarmıştır. Artık, Türkiye'de o kastettikleri Ankara yok ki, onların söylediği mânâda AK Parti Ankaralılaşsın.

PKK KENDİ JİTEM'İNİ ÜRETTİ

* Terörle mücadelede özgürlükler güvenliğe feda mı ediliyor?

Türkiye'nin demokrasi açığını kapatması, eksikliklerini gidermesi ayrı bir konu. Bölgedeki her bir insanımızın güvenliği, sahip olması gereken haklar ve özgürlük bizim için mukaddestir, ama devlet şiddetin ve terörün bir çözüm aracı olarak görülmesini kabul edemez. Silahı, şiddeti bir çözüm yöntemi olarak gören, devlet içinde bir kimlik üzerinden yeniden bir ulus inşa etmeye, bunu da 4 ayrı ülkede halklar birliği üzerinden gerçekleştirmeye çalışan bir yapıya sessiz kalamayız.
* Yani bu sorun sadece Türkiye'nin sorunu değil mi?

KCK aslında Türkiye'nin yanı sıra Suriye'yi, İran'ı ve Irak'ı da kapsıyor.Üzerinde durulması gereken ilginç bir konu var. Suriye'de Kürt kimliğinde olan insanlar vatandaş bile kabul edilmiyorlar. İran'da başlarına gelenleri biliyoruz. Irak'ta ise 10 bin kilometre öteden desteklerle ayakta durmaya çalışan bir yapı söz konusu. Buralarda hak ve özgürlükleri, demokrasiyi bırakın yaşama hakları bile yok, ama örgüt buraları lojistik merkez olarak kullanıyor, kendisine savaş alanı olarak ise Türkiye'yi seçiyor.Demokratikleşmenin, hak ve özgürlüklerin en yaygın olduğu Türkiye'yi kendisine bir savaş alanı olarak seçmiş. Suriye'de, Irak'ta sesini çıkarmayan, İran'da kediye dönen örgüt Türkiye'de savaşıyor. Belli ki Türkiye'de verdiği mücadele bir hak ve özgürlük mücadelesi değil.
* Ne mücadelesi veriyor Türkiye'de?

Başka hesaplarla, uluslararası nitelikte bir taşeronluk yapıyor. Bölgenin üzerine bir kara basan gibi çöküp, insanların siyasi iradesini vesayet altına alan, insanların nasıl düşüneceğine, neye inanacağına kadar müdahil olan, her belediye başkanının başına bir komiser diken bir örgüt var. JİTEM'den bahsediliyor, JİTEM Türkiye'de 90'larda kaldı, ama şimdi örgüt kendi JİTEM'lerini üretti.
SORUNSUZ DIŞ POLİTİKA OLMAZ

* Dış politikada sıkıntılı bir süreç yaşanıyor, "sıfır sorun" denilirken, sorunlar büyüdü mü?

Dış politikada her an sorun vardır, çünkü dinamik bir süreçtir dış politika. Biz "sıfır sorun"la çözüm odaklı bir yaklaşımı ifade ediyoruz, sorunsuzluğu değil. Türkiye'nin 2002'de dış politikası Kıbrıs'tan ibaretti. Türkiye etki alanını genişlettikçe birilerinin etki alanı daralıyor. Mısır, Tunus, Libya üzerinde hesabı olan ülkelerin hesaplarını bozan bir Türkiye var. Sarkozy'nin bu kadar agresifleşmesinin temel sebeplerinden birisi de, Türkiye'nin özellikle Kuzey Afrika'da etkisini artırmış olması.


Google Kullanıcıları Bu Habere Dikkat!



Google, online imparatorluğunu hazırladığı yeni anayasa ile taçlandırıyor. Ancak bu anayasada dikkat edilmesi gereken çok fazla detay var!...

İnternet devi Google, 1 Mart tarihinden itibaren ‘gizilik politikası’nda yeni bir döneme geçiyor. Bununla ilgili süreci başlatan şirket Google’ın ücretsiz servislerinden yararlanan kullanıcıların yenilenen sözleşmeyi onaylayarak bu hizmetleri kullanması şartını getiriyor.

Burada kullanıcıya herhangi bir seçenek sunmayan şirket, açık bir dille sözleşmeyi kabul etmeyenlerin servisi kullanamayacağını ifade ediyor. Bununla ilgili bildirimlere başlayan Google, hedefini ‘gizlilik politikalarını sadeleştirmek’ olarak açıklıyor. Şirket bu yolla onlarca farklı servisini tek bir sözleşme altında topluyor. Daha önce her bir servis için farklı sözleşme imzalanma karmaşasının ortadan kaldırıldığı belirtiliyor.

Bu duruma Türkiye ne diyecek?
Tüm bunlara karşılık bu servisleri kullanmak isteyenlerin online platformda altına imza atarak kabul ettiği şartların detaylarına bakıldığında ‘mahremiyet’ ve ‘bilgi transferi’ ayağındaki maddeler dikkat çekiyor. Toplanan bilgilerin geniş bir alana yayılıyor olması, bu verilerin ne zaman ve nerelerde kullanılacağının açıkça belirtilmemesi pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Bu değişikliğin ardından gelen yorumlar başta Amerika ve Avrupa bölgesinde olmak üzere Google’ın kanun koyucu kurumlar ile başının belaya gireceğine işaret ediyor. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkenin yerel tarafta bu sözleşmeye karşı alacağı tavır merak konusu.

60 farklı sözleşme tek metinde birleşti

Google’ın ‘arama’ dahil servislerinden herhangi birini kullanıyor olanları bu yeni sözleşme bağlıyor. Şirket gizlilik politikası tarafında 60’a yakın sözleşmeyi birleştirerek tek bir metin altında birleştiriyor, İşte bu servislerden bazıları...
*  e-posta için Gmail
*  Online dökümanlar için GDocs
*  Video için YouTube
*  Harita için Google Maps
*  Arkadaşlık için Google Plus
*  Online günlük için Blogger
*  Anlık sohbet için GTalk
*  Tarayıcı tarafında Chrome

CEP’TEN KİMİ ARADIĞIMI NE YAPACAK?
Google yeni dönemde kullanıcının pek çok bilgisini bilgisayara, cep telefonuna, tablet PC’ye otomatik olarak yerleştirdiği programlar yoluyla toplayacak, bunları sunucularında depolayacak ve çeşitli amaçlar için kullanıyor olacak.

Örneğin Google, cep telefonundan kendi servisine erişim sağlayan bir kullanıcının bırakın internette yaptığı arama sorgularını, cep telefonu numarası, çağrı yapan tarafın numarası, yönlendirilen numaralar, çağrıların tarihi ve saati, çağrıların süresi ile SMS bilgileri de kayıt altına alınıp, depolayacak.

‘Çerez’ atıp bilgi çekiyor
Google bilgi toplamak ve depolamak için çeşitli teknolojilerden yararlanıyor. Bu durum şu anlama geliyor: Bilgisayarınıza, telefonunuza minik bir program (çerez, tanımlayıcı) yükleyeceğim ve onun üzerinden sizinle ilgili bilgileri merkeze çekeceğim. Toplanan tüm bu bilgileri kullanma hakkına da sahip olacağım.

Google ayrıca, belirli bir servisteki kişisel bilgileri, diğer Google hizmetlerindeki bilgilerle (kişisel bilgileriniz de dahil) birleştirebileceğini de kullanıcıya kabul ettiriyor.

‘Topluyoruz çünkü...’
Google bu yapıya geçişle birlikte kullanıcıların karşısına onu çok daha yakından tanıyan bir şirket olarak çıkmayı vaat ediyor. Şirket bu yöntemle birlikte arama sonuçlarında, ekrana gelen reklamlarda kullanıcının ilgi alanına göre hızlı sonuç çıkaracağını belirtiyor.

Neredeyim bilecek!
Google konum (bulunulan yer) bilgileri etkin olan bir Google servisi kullanıldığında, mobil cihazın gönderdiği GPS sinyalleri üzerinden bilgi toplayıp, bunları işleyebilecek. Şirket bunun yanı sıra cihazdaki kablosuz erişim noktaları ve baz istasyonları üzerinden de konum bilgisi çekebileceğini belirtiyor.

Derin Google Kişisel Bilgi Avında !



Google bilgi toplamak ve depolamak için bilgisayarınıza bir program yolluyor. Siz bunu yüklediğinizde de tüm bilgileri toplama ve kullanma hakkına kavuşmuş oluyor..

İnternet devi Google, 1 Mart tarihinden itibaren ‘gizilik politikası’nda yeni bir döneme geçiyor. Bununla ilgili süreci başlatan şirket, Google’ın ücretsiz servislerinden yararlanan kullanıcıların yenilenen sözleşmeyi onaylayarak bu hizmetleri kullanması şartını getiriyor.
Burada kullanıcıya herhangi bir seçenek sunmayan şirket, açık bir dille sözleşmeyi kabul etmeyenlerin servisi kullanamayacağını ifade ediyor. Bununla ilgili bildirimlere başlayan Google, hedefini ‘gizlilik politikalarını sadeleştirmek’ olarak açıklıyor. Şirket bu yolla onlarca farklı servisini tek bir sözleşme altında topluyor. Daha önce her bir servis için farklı sözleşme imzalanma karmaşasının ortadan kaldırıldığı belirtiliyor.
Bu duruma Türkiye ne diyecek?

Tüm bunlara karşılık bu servisleri kullanmak isteyenlerin online platformda altına imza atarak kabul ettiği şartların detaylarına bakıldığında ‘mahremiyet’ ve ‘bilgi transferi’ ayağındaki maddeler dikkat çekiyor. Toplanan bilgilerin geniş bir alana yayılıyor olması, bu verilerin ne zaman ve nerelerde kullanılacağının açıkça belirtilmemesi pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Bu değişikliğin ardından gelen yorumlar başta Amerika ve Avrupa bölgesinde olmak üzere Google’ın kanun koyucu kurumlar ile başının belaya gireceğine işaret ediyor. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkenin yerel tarafta bu sözleşmeye karşı alacağı tavır merak konusu.
60 farklı sözleşme tek metinde birleşti
Google’ın ‘arama’ dahil servislerinden herhangi birini kullanıyor olanları bu yeni sözleşme bağlıyor. Şirket gizlilik politikası tarafında 60’a yakın sözleşmeyi birleştirerek tek bir metin altında birleştiriyor, İşte bu servislerden bazıları...
*  e-posta için Gmail
*  Online dökümanlar için GDocs
*  Video için YouTube
*  Harita için Google Maps
*  Arkadaşlık için Google Plus
*  Online günlük için Blogger
*  Anlık sohbet için GTalk
*  Tarayıcı tarafında Chrome

CEP’TEN KİMİ ARADIĞIMI NE YAPACAK?
Google yeni dönemde kullanıcının pek çok bilgisini bilgisayara, cep telefonuna, tablet PC’ye otomatik olarak yerleştirdiği programlar yoluyla toplayacak, bunları sunucularında depolayacak ve çeşitli amaçlar için kullanıyor olacak.
Örneğin Google, cep telefonundan kendi servisine erişim sağlayan bir kullanıcının bırakın internette yaptığı arama sorgularını, cep telefonu numarası, çağrı yapan tarafın numarası, yönlendirilen numaralar, çağrıların tarihi ve saati, çağrıların süresi ile SMS bilgileri de kayıt altına alınıp, depolayacak.
‘Çerez’ atıp bilgi çekiyor
Google bilgi toplamak ve depolamak için çeşitli teknolojilerden yararlanıyor. Bu durum şu anlama geliyor: Bilgisayarınıza, telefonunuza minik bir program (çerez, tanımlayıcı) yükleyeceğim ve onun üzerinden sizinle ilgili bilgileri merkeze çekeceğim. Toplanan tüm bu bilgileri kullanma hakkına da sahip olacağım.
Google ayrıca, belirli bir servisteki kişisel bilgileri, diğer Google hizmetlerindeki bilgilerle (kişisel bilgileriniz de dahil) birleştirebileceğini de kullanıcıya kabul ettiriyor.

‘Topluyoruz çünkü...’
Google bu yapıya geçişle birlikte kullanıcıların karşısına onu çok daha yakından tanıyan bir şirket olarak çıkmayı vaat ediyor. Şirket bu yöntemle birlikte arama sonuçlarında, ekrana gelen reklamlarda kullanıcının ilgi alanına göre hızlı sonuç çıkaracağını belirtiyor.
Neredeyim bilecek!
Google konum (bulunulan yer) bilgileri etkin olan bir Google servisi kullanıldığında, mobil cihazın gönderdiği GPS sinyalleri üzerinden bilgi toplayıp, bunları işleyebilecek. Şirket bunun yanı sıra cihazdaki kablosuz erişim noktaları ve baz istasyonları üzerinden de konum bilgisi çekebileceğini belirtiyor.

O Ülkücüler Ne Zaman Çıkacak?



12 Eylül 1980 askerî darbe sürecinde işledikleri suçlardan dolayı tutuklanan ve hâlâ cezaevinde bulunan hükümlülerden çağrı...

12 Eylül 1980 askerî darbe sürecinde işledikleri suçlardan dolayı tutuklanan ve hâlâ cezaevinde bulunan hükümlüler, darbe sonrası süreçte insan aklının almayacağı işkencelere maruz kaldıklarını kaydediyor. Darbecilerin hâkim karşısına çıkacak olmasını, Türkiye'nin geleceği açısından umut verici bulan mağdurlar, işkencecilere en ağır cezanın verilmesini istiyor.

12 Eylül darbesinin failleri 4 Nisan'da hâkim karşısına çıkacak; fakat darbe sürecinde gözaltına alınan, yargılanan ve hüküm giyenlerin bir kısmı aradan geçen 32 yıla rağmen hâlâ cezaevinde. Darbe döneminde cezaevine atılan ülkücülerden Muhsin Kahya, Caner Erdinç ve Mahir Kavalcı, avukat aracılığıyla Cihan Haber Ajansı'na konuştu. İşkence altında kabul ettikleri suçlar sebebiyle ceza aldıklarını hatırlatan ve bunların yok sayılması için yasa çıkarılmasını talep eden ülkücüler, 'Bu haksızlığa artık son verilsin' çağrısı yaptı. Darbecilerin hâkim karşısına çıkacak olmasının Türkiye'nin geleceği için umut verici olduğunu vurgulayan mahkûmlar, kendilerine akla gelmedik işkenceler yapan darbecilere en ağır cezanın verilmesini istedi.
Darbe yapıldıktan sonra gözaltına alınarak önce 12 Eylül öncesinde kurulmuş çoğunluğu Pol-Der üyesi polislerin bulunduğu C-5 tabir edilen işkencehaneye götürüldüğünü ifade eden Caner Erdinç de polisler tarafından akla hayale gelmeyecek işkencelere tabi tutulduğunu kaydetti. "Polisler ellerinde listelerle geliyorlar ve listedeki olayları kabul etmemizi, aksi takdirde işkencelerden kurtulamayacağımızı, suçlamaları kabul etmediğimiz takdirde öldürmekten de çekinmeyeceklerini belirtiyorlardı." diyen Erdinç, 90 gün polis işkencelerinde her türlü eziyeti gördükten sonra 'MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'ndan dolayı tutuklanarak Mamak Askerî Cezaevi'ne konulduğunu aktardı. Mamak Cezaevi'nde sistematik işkencelere maruz kaldığını dile getiren Erdinç, "Bu işkenceler iki aşamalı ve iki kademeli olarak yapılıyordu. Birinci aşama ve birinci kademede onlarca asker tarafından kafes tabir edilen kısımda saldırılara uğranılması ve aynı zamanda saçlarımızın kör makinelerle yolunarak tıraş edilmesi, üzerlerimize eğitilmiş köpekler salınarak şahsiyetlerimizin yerle bir edilmesi idi. İkinci aşama ve ikinci kademede ise karşıt görüşten kişilerle aynı hücrelere konulmak, tek yatakta iki kişi yatırılmak, zorla marşlar söyletilmek, zorla ders yaptırılmak, bu esnada da her şeyi bahane ederek askerler tarafından dövülmek vardı. Yıllarca süren yargılamalar esnasında bu işkenceler de cezaevinde devam etti." şeklinde konuştu. Darbecilerin yargı önüne çıkarılacak olmasına çok sevindiğini vurgulayan Erdinç, şöyle devam etti: "Darbecilerin yargılanmasının sağlanması, işkencelerden, faili meçhul olaylardan dolayı soruşturmaların başlatılması ülkemizde bundan sonra darbelerin yapılmaması ve çocuklarımızın insan haklarına saygılı tam demokratik bir ortamda yaşamasının önünün açılması elbette bizleri son derece memnun etmektedir. Fakat darbeciler yargılanırken işkenceler sonucunda kabul ettirilmiş suçlar nedeniyle hâlâ cezaevinde sürünmeye mahkûm edilen ben ve benim gibi insanların durumunu da dikkate almak gerekir."

Darbenin akabinde gözaltına alın Muhsin Kahya da hâlâ hapiste yatan ülkücülerden biri. Kahya, o dönem Adana, Antalya ve Kayseri'de meydana gelen olaylar sebebiyle her üç şehirde de ağır işkenceler altında sorgulamalara tabi tutulduğunu söylüyor. Aylarca gözleri bağlı, aç susuz bırakılarak, insanoğlunun aklına bile getiremeyeceği işkenceler sonrasında birtakım suçlamaları kabul etmek zorunda bırakıldığını anlatan Kahya, 1991 yılında cezaevinden çıktıktan sonra,'birden fazla idam cezası alanların her ceza için 10 yıl yatması gerektiği'şeklinde zamanın adalet bakanının tahliyelerine itiraz etmesiyle hakkında tekrar yakalama kararı çıkarılınca yurtdışına kaçmak zorunda kaldığını ifade ediyor. Yurtdışında yakalanan, 6 yıl Almanya'daki cezaevlerinde kalan Kahya, 1998 yılında Türkiye'ye iade edilmiş. Kahya, "Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen hükme göre fiilen 36 yıl cezaevinde yatacağım. Haddizatında bu karar bile infaz yasasının ilgili hükümleri hakkaniyetle uygulandığında toplam 20 yıl yatmam gerekirken ben sadece Türkiye cezaevlerinde 22 yıldır yatmaktayım." diye konuştu.
'İşlemediğimiz suçları işkenceyle kabul ettik'

Mahir Kavalcı da, hapis yatan ülkücülerden biri. Darbe döneminde on yılı aşkın hapis cezası aldı. Bu cezasını tamamlamak üzereyken şartlı tahliye ile salıverildi. Ancak 2004 yılında Tarsus'ta havaya silahla ateş etmek suçundan yine tutuklandı. Kavalcı, "12 Eylül darbesinin mimarlarından hayatta kalanların yargı önüne çıkarılıyor olması darbeden mağdur olan bizleri oldukça memnun etmektedir. Binlerce insan gibi ben de o dönemde çok yoğun işkencelere tabi tutuldum. İşlemediğimiz suçları, işkence altında kabul etmek zorunda kaldım ve 10 yılımı darbecilerin kurdurmuş oldukları mahkemelerin verdiği kararlar sonucunda cezaevinde geçirdikten sonra, yine de darbecilerin ellerinden yakamı kurtaramadım. 2004 yılından bu yana da basit bir olaydan dolayı cezaevinde kalıyorum. İnfazımın yanması sebebiyle tahliyem 2019 yılında olacaktır." dedi.

Uludere PKK Açısından Amacına Ulaştı !




Uludere'de 34 kişinin ölümü ile sonuçlanan trajik olay PKK açısından istenilen sonucu verdi. 'Tam saha pres' şimdi 'tam saha beklemeye' döndü.

Bugün'den Adem Yavuz Arslan,Uludere olayının PKK açısından istenilen sonucu verdiğinedikkat çekti. Arslan, Kandil'e hava harekatının ve KCK operasyonlarının düzenli olarak yapıldığı bir dönemde gerçekleşen facianın örgüte hayat öpücüğü olduğunu ifade etti.

Örgütün lojistik yığınak yaptığıbilgisine yer veren Arslan, "Bu aşamada PKK'nın belini kırdık, artık açılım zamanı söylemi, hem yersiz hem yanlış. Terörle mücadele ciddi bir iş ve kararlılık gerektiriyor." dedi.
İşte Arslan'ın önemli tespitleri:

Uludere'de 34 kişinin ölümü ile sonuçlanan trajik olay PKK açısından istenilen sonucu verdi. 14 Temmuz Silvan saldırısı sonrası başlayan 'tam saha pres' şimdi 'tam saha beklemeye' döndü.
Bu durumun mevsimsel şartlara bağlanması doğru olmaz.
Çünkü örgütün lojistiğini kesmeye yönelik operasyonların karla kışla ilgisi yok.
Aslında sadece bu durum bile Uludere komplosunun nasıl bir proje olduğunu tek başına teyit ediyor.
Bu olay örgüte adeta hayat öpücüğü oldu.

Kandil güvenli bölge olmaktan çıkmıştı. Çünkü uzun yıllardır ilk kez aralıksız hava harekâtı yapılıyordu. KCK operasyonları nedeniyle şehir ile dağın irtibatı da büyük oranda azalmıştı.
Üstüne İmralı sakini de 'unutturuldu.'
Eğer bu yöntemle; bahar ve yaz aylarında da örgüte hareket alanı bırakılmazsa önümüzdeki sonbaharda yeni bir denklem kaçınılmaz olacaktı.
Fakat Uludere komplosu planı bozdu. Bölgeden gelen haberler kötü. Örgüt lojistik yığınak yapıyor.
Masum gösterilen sınır kaçakçılığı, özellikle de sigara kaçakçılığı PKK'ya oluk oluk para akıtıyor. Kaçak akaryakıt hakeza.

Bu aşamada PKK'nın belini kırdık, artık açılım zamanı söylemi, hem yersiz hem yanlış. Terörle mücadele ciddi bir iş ve kararlılık gerektiriyor.
Son bir not da Zana ile ilgili.
TBMM tarafından tahsis edilen fakat başkası tarafından kullanılan o bilgisayarda ne vardı?
Merak işte...

'Heron'a Karşı %100 Türk Yapımı 'Çaldıran'




Sinop'ta Yazılım ve Tasarımı Türk Mühendisler Tarafından Yapılan Ülkemizin İlk 6.5 Metre Boyundaki İnsansız Casus Uçaklarının Testleri Yapıldı.

Sinop’ta yazılım ve tasarımı Türk mühendisler tarafından yapılan ülkemizin ilk 6.5 metre boyundaki insansız casus uçaklarının testleri yapıldı. Çok gizli yürütülen proje deneme uçuşu yapılan uçaklardan biri dün düşünce ortaya çıktı.

İŞTE TÜRK YAPIMI ÇALDIRAN DENEME UÇUŞUNDA DÜŞMÜŞTÜ

İnsansız hava araçlarının ilki operatör hatası sonucu düşerken, ikincisi başarı ile uçuruldu. Uçakları yapan Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Bayraktar, “Türk Silahlı Kuvvetleri için İsrail’in Heron uçaklarına benzeyen ve daha üstün yazılım özelliklerine sahip ilk casus uçağı yapıp uçurduk. Gizli bir çalışmaydı. Ancak nihai demo öncesi test uçuşlarında biri düşünce gözler bize çevrildi. Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içerisinde 4 milyar dolarlık casus uçak alımı yapacağı öngörülmektedir. Onun için büyük rekabet yaşanıyor” dedi. İsrail’in Heron’larına rakip olması beklenen ve ‘Çaldıran’ adı verilen Türk yapımı casus uçak 20 bin feete çıkarken, 8 saat havada kalabiliyor. Bu yükseklikten gece ve gündüz nokta tespiti yapabiliyor.
Dün Sinop’un Erfelek İlçesi’nde insansız bir hava aracının düşmesi, gözleri Türk mühendislerinin bu alan yaptığı çalışmalara çevirdi. Milli Savunma Bakanlığı Kara Kuvvetlerinin ihtiyacı için yaklaşık 1.5 yıl önce insansız casus uçak ihalesini açtı. Tamamen milli bir proje olması istenilen ihaleye Vestel Savunma Sanayi A.Ş. ile Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş. katıldı. Her iki firma da çalışmalarını ülkemizin değişik noktalarında yürüttü. İlk casus uçağı Baykar Makina hazırlayarak uçuşa hazır hale getirdi.

SİNOP'TA TEST EDİLİYOR

Kendilerine devlet tarafından uçakların test edilip, uzman ekip tarafından değerlendirilmesi için geçen aySinop Havaalanı’nda bir bölge tahsis edildi. Dün aralarında subayların da bulunduğu 17 kişilik bir heyetin gözetiminde yapılan insansız hava araçlarından biri uçuruldu.
Ancak 18 bin feete çıkıp yaptığı manevra sırasında operatör hatası sonucu, uçak düştü. Erfelek İlçesi’ne düşen casus uçak gözlerin Sinop’a çevrilmesine neden oldu. Vali Mustafa Hakan Güvençer, “Bizi aşan bir durum var. Bunun bilimsel araştırmalar çerçevesinde denemeleri sürdürülen bir hava aracı olduğunu söyleyebilirim” demekle yetindi.

DHA, CASUS UÇAĞI BULUP UZMANLARIYLA KONUŞTU

Sinop’ta uçurulan ve ülkemizin ilk insansız hava araçlarının bulunduğu bölgeye DHA muhabirleri girdi. Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Bayraktar, çalışmanın gizli olduğunu, ancak prototip model uçuşu sırasında yaşanan kaza kırım nedeniyle çalışmaların kamuoyuna yansığını söyledi.
Bayraktar, “Biz iki firma yarışıyoruz. Bu özellikte ilk casus uçağı yaptık. Test uçuşları heyet gözetiminde değerlendiriliyor. Burada tamamen Türk mühendislerin bir eseri var. Yazılım ve tasarımında hiçbir yabancı mühendis katkısı yok. 8 yıldır uçaklar üzerinde çalışıyoruz. Son iki yılda İsrail’in Heron’larına yakın özellikte ‘Çaldıran’ adını verdiğimiz casus uçağı yaptık. İlk demonun uçuşu sırasında 18 bin feette operatör hatası sonucu kaza kırıma uğradık. Bu kaza ülkemizin milli casus uçak geliştirme projesini hiçbir koşulda askıya almayacaktır. Çalışmalara ikinci uçakla devam edilmektedir. Onda bu hata tekrarlanmadı” dedi.
Kaza kırıma uğrayan insansız hava aracının tamamen Türk mühendisleri tarafından geliştirilen ilk milli insansız hava aracı olduğunu belirten Bayraktar, bir aydır Sinop Havaalanı’nda test ve deneme yaptıklarını kaydetti.

İLK TÜRK İNSANSIZ HAVA ARACI

35 kişilik bir ekibin eseri olan ilk Türk insansız hava aracı, uygun görülürse Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hizmetinde kullanılacak. Uçakların en önemli özelliğinin yazılımlarının Türk mühendisler tarafından yapılıyor olması ve çok düşük desibelde ses çıkarması. Bayraktar, “Bu sistem 10 saat ikmalsiz 200 kilometreden yayın yapıyor. 18 bin feette 8 saat havada kalıyor. 20 bin feete kadar da çıkabiliyor. Uçağımızın kanat açıklığı 9 metre. Boyu ise 6.5 metre. 140 litre yakıtla birlikte ağırlığıda 450 kilogram. Üzerinde gece ve gündüz en gelişmiş görüş alabilen termal özelliği de bulunan kameralara sahip. Havadan bir insanın kolundaki saati görebiliyor. Lazerle hedefi saptıyor. Saatte ise 100-120 kilometre hız yapıyor” dedi.
Bayraktar, Türk Silahlı Kuvvetleri için İsrail’in Heron uçaklarına benzeyen ve daha üstün yazılım özelliklerine sahip ilk casus uçağının uçurulmasının gizli bir çalışma olduğunu da söyleyerek, Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içerisinde 4 milyar dolarlık casus uçak alımı yapacağının öngörüldüğünü ileri sürdü.

UÇAK KENDİSİ KALKIP İNİYOR. ROTAYI TAKİP EDİYOR

Türk Mühendislerin eseri olan prototip ilk casus uçağı kendisine verilen komutu aynen uyguluyor. Çizilen rotaya göre kendisi havalanıyor, rotasında gidip, tekrar geri dönüyor. Otomatik iniş ve kalkış yapıyor. Bayraktar, “Uçakla ilgili ticari ürünler yurt dışından geliyor. Ancak tasarım ve yazılımını Türk mühendisleri yaptı. Bugün devresinde bir sürü eleman var. Onları biz seçiyoruz. Bizim otopilotumuzun içinde 500 bin satır kod var. Biz kodların içinde her türlü değişikliği yapabiliyoruz. Mesela 3 satır kod değişikliği ile eğer enlem ve boylam şunu geçerse motoru stop et ya da git uçağı şuraya çak. diye komut girebiliriz. Herşey mühendisin elinde. O nedenle bu tür sistemlerin milli olmasının önemi daha çok öne çıkmalı. Çünkü yurt dışından gelen sistemlerde kodları ne kadar biliyoruz ki” diye konuştu.

İNSANSIZ HAVA ARAÇLARI BEŞ SINIFTAN OLUŞUYOR

İnsansız Hava Araçları (İHA) 5 sınıftan oluşuyor. Ahmet Bayraktar, "İnsansız hava araçları 5 sınıftan oluşuyor. Mikro, mini, taktik, operatif ve male. Mikro: menzili kısa boyutu ufak. Mini: 5 kiloyu geçmeyen uçaklar, taktik: 150- 450 kilogram arası uçaklar. Operatif: 450 kilogram ile 1.5 ton arası, Male: ağırlığı 1.5 tondan yukarı olan uçaklardır. Bugün ordumuzda mikro yok. Mini modeli biz yapıyoruz. Taktiğin tedarikçisi İsrail. Operatif sınıfa heronlar giriyor. Ancak henüz teslim edilmedikleri için Silahlı Kuvvetlerin envarterine girmedi. Bizim yaptığımız model ise taktik ile operatif sınıf arasında kaldı” diye konuştu.

SİLAHLI KUVVETLER 24 ADET ALACAK

Öte yandan Silahlı Kuvvetler insansız casus uçaklardan 24 adet alacak. Baykar Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin uçağından sonra Vestel Savunma Sanayi A.Ş.’nin de uçakları test edilecek. Bu yıl içerisinde uçakların ilkinin teslim edilmesi bekleniyor. İsrail’in Heron’larına karşı 4’de 1 fiyata mal olması beklenen ilk Türk malı insansız casus uçaklarının terörle mücadele kapsamında ağırlıklı olarak Güneydoğu Bölgesi’nde kullanılacağı belirtildi.

GECİKEN HERONLARA 180 MİLYON DOLAR ÖDENECEK

Bu arada 2005 yılında İsrail’le imzalanan anlaşma sonucu yaklaşık 180 milyon Dolar ödenerek alınacak olan 10 Heron için teslimat gecikince Türkiye’nin kendi insansız hava aracını üretmek için çalışmaları hızlandı. Gelecekte insansız hava araçları daha da yaygınlaşacak. Ülkemizde bugün Kara Kuvvetleri’nin ihtiyacı nedeniyle insansız casus uçaklar üretilirken, gelecekte deniz, hava, jandarma, sivil savunma gibi birimlerde bu uçakları kullanacak.


30 Ocak 2012 Pazartesi

BDP, 4 diziyi RTÜK'e şikayet etti




BDP lideri Selahattin Demirtaş, aralarında "Kurtlar Vadisi"nin de bulunduğu 4 televizyon dizisini Kürt karşıtlığı yapmakla suçladı. Demirtaş, sözkonusu diziler için RTÜK'e şikayette bulundu.

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, TRT'de yayınlanan "Sakarya Fırat" dizisinin yanısıra, bazı özel kanallardaki "Ölümsüz Kahramanlar", "Tek türkiye" ve "Kurtlar Vadisi" dizilerinin "kardeşlik kültürüne zarar verdiğini" savundu.

BDP lideri Selatttin Demirtaş, bu yapımlarda gerçek dışı anlatım ve düşmanlığa teşvik olduğunu öne sürdü.
Selahattin Demirtaş, 4 diziyi Radyo Televizyon Üst Kurulu'na (RTÜK) şikayet etti.

Kendisi gibi şikayetçi vatandaşların RTÜK'e başvurmasını isteyen Demirtaş, bu dizileri seyredenlerin karşılarına çıkan ilk Kürt kökenli vatandaşa saldırabileceğini de iddia etti.

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...