2 Şubat 2012 Perşembe

CAN DÜNDAR"IN İSTEĞİ DİN DERSİ KALKSIN



Dinsiz bir toplum oluşturma çabaları artık açık açık dillendirilmeye başlandı.
Milli Güvenlik dersi ile birlikte lise dersleri tartışılmaya açıldı. Can Dündar "din dersi" kalksın dedi...
Bir gazete "İnkılap Tarihi de çıkarılsın müfredattan" diye bayrak açtı.
Mümtazer Hoca da beden eğitimine takmış durumda.

Gazeteciler.com'da yer alan habere göre, Balçiçek İlter de bu tartışmalara katıldı.
O da diyor ki "din dersi kaldırılsın, yerine cinsellik dersi" konulsun.
Ve çok ciddi...
İşin dalgasını geçmeden önce yazısından alıntıladığımız bölümlere gözatın;

DİN DERSİ KALKSIN

"Kesinlikle destekliyorum. Bence de din dersi kaldırılmalı. Öncelikle o derste ne öğretildiğini anlamış değilim. Müslümanlık mı öğretiliyor örneğin? Alevilerin, Yahudilerin, Hıristiyanların haklarına hiç girmiyorum, o bile değil konum bugün. (...) Ne öğrettiği belli olmayan "milli güvenlik dersi" de "din kültürü ve ahlak dersi" de zorunlu olmasın...

CİNSELLİK DERSİ KONULSUN

"Benim başka bir fikrim var... Ve kesinlikle ciddiye alınmasını rica edeceğim...
Okullarda cinsellik dersi zorunlu olmalı! Evet yanlış okumadınız: "Cinsellik..." Şimdi işi sulandırıp, "Ne o, seks dersi mi vereceğiz çocuklarımıza bir de?" kolaycılığına kaçmayalım. Tam tersine bireyin "cinsel kimliği" o kadar önemli ki, biz asıl tehlikenin farkında değiliz.

"Kadın erkek vücudu budur, bebek böyle olur, seks nasıl yapılır" kolaycılığından bahsetmiyorum elbette. Benim arzum, adam gibi bir cinsellik dersinin zorunlu olması.

KIZLAR İLK ADET DENEYİMİNDE NE YAPACAKLARINI BİLMİYOR

Önce şöyle sorayım; ülkemizde cinselliğin hâlâ tabu olduğunun farkında mısınız? Aileleri tarafından "Aman evladım ayıp" diye büyüyen özellikle erkek çocuklar, ilk cinsel eğitimi nerede alıyor? Sokakta! Yapılan araştırmalara göre kızların yüzde 93'ü ilk âdetlerini gördüklerinde ne yapacaklarını bile bilmiyor. Daha da ileri gidelim; ilk âdet deneyimini suçluluk, tiksinme, endişe gibi olumsuz duygularla karşılıyorlar. Şimdi sen gel, kadınlığa doğru uzanan yolda bu gencecik kızlara ikinci sınıf olmadıklarını hissettir bakalım. Kolay mı?

ERKEKLER BOŞALMA NEDENİYLE SUÇLULUK DUYUYOR

Gelelim erkeklere; yine aynı araştırmaya göre gençlerin yüzde 91'i ilk boşalma deneyiminde suçluluk duygusu taşıyor. Hadi bakalım buradan buyurun! Cinsellik Türkiye'de hâlâ üstü açılmamış kocaman bir tabudur. Ve aslında bugün yaşadığımız bütün sorunların arkasında oturmamış cinsel kimliklerimiz vardır.

Din dersi, milli güvenlik saçmalığını bir yana bırakın, ilkokulların müfredatına cinsellik dersi girmelidir.

Komutandan Askere Namaz Azarı ve Şüpheli Ölüm



Gökçeada’daki askeri birliğinde intihar ettiği öne sürülen er Dere'nin otopsi raporu, 'İntihar değil' derken, ağabeyi de ilginç açıklamalarda bulundu.

Çanakkale-Gökçeada’daki askeri birliğinde 31 Temmuz 2000’de intihar ettiği öne sürülen Malatyalı er Aydın Dere’nin mezarı açılarak yeniden otopsi yapıldı.

Çanakkale-Gökçeada’dakie askeri birliğinde 31 Temmuz 2000’de intihar ettiği öne sürülen Malatyalı er Aydın Dere’nin mezarı açılarak yeniden otopsi yapıldı. Dere’nin arkadan bitişik mesafeden vurularak öldürüldüğü kanıtlandı.

Ölümü kuşkulu bulan ailenin girişimleri sonucunda Dere’nin Malatya’daki mezarı açıldı. İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda yeniden yapıolan otopside, Dere’nin arkadan bitişik mesafen vurularak öldürüldüğü belirtildi. Raporda, “bir kişinin bu şekilde kendisini vurmasının fiilen mümkün olmadığı” vurgulandı. Raporu Taraf ’a değerlendiren Dere’nin ağabeyi Mahmut Dere, “Kardeşim ölmeden 15 gün önce izne geldi. Bize ‘namaz kıldığım için bölük komutanı beni azarladı’ dedi. diye konuştu.

31 Ocak 2012 Salı

Galatasaray'da Büyük Savaş Çıktı!



Fatih Terim, istediği transferlerin Ünal Aysal'ın danışmanı Bülent Tulun'un çabalarıyla veto edildiğini düşünüyor...
Bursa deplasmanından yenilgiyle ayrılmasına rağmen liderliğini sürdüren Galatasaray içten içe yanıyor!.. Teknik direktör Fatih Terim ve bazı yöneticiler arasında yaşanan gerginlikler nedeniyle transferde bir türlü adım atılamadığı iddia ediliyor.
Alınan bilgilere göre Terim ve Başkan Ünal Aysal'ın danışmanı Bülent Tulun arasında yaşanan gerginlikler Shaqiri hüsranının ardından tavan yaptı.

TULUN MU ENGEL OLDU?
Terim'in çok istediği Shaqiri transferinin Tulun'un etkisiyle gerçekleşmediğini düşündüğü belirtiliyor.
İddialara göre Bülent Tulun, kendi talimatıyla gündeme gelen Ronaldinho'nun Terim tarafından veto edilmesi üzerine karşı misilleme yaparak Shaqiri konusunda Başkan Aysal'a olumsuz rapor verdi. Aysal da bu nedenle bonservisi 14 milyon Euro olan İsviçreli yıldızı "çok pahalı" olduğu gerekçesiyle almadı.
Fakat Aysal'ın Terim'e "istersen hemen alalım" dediği 32 yaşındaki Ronaldinho'nun toplam maliyetinin 30 milyon Euro'yu bulması dikkat çekiyor.

YÖNETİM NE YAPACAK?
Bir başka iddia ise Amrabat konusunda yaşanıyor... İkinci Başkan Adnan Öztürk, TFF Genel Kurulu'nda Kayseri Genel Menajeri Süleyman Hurma ile görüşünce "transfer bitiyor" haberleri gelmişti.
Fakat Öztürk'ün yakın çevresine, "Kayseri'yle ilişkileri yumuşattım. Anlaşma noktasına gelmiştim. Fakat sırf görüşmeyi ben yaptığım için Fatih hoca transferi veto etti. Ardından da resmi siteden yalanlama istedi" dediği öne sürülüyor. Transfer yapmak için çok kısa bir zamanı olan Galatasaray'ın bu gelişmeler sonrası nasıl bir yol izleyeceği merak ediliyor.

HER ŞEY GÜZEL BAŞLAMIŞTI
Sezon başında teknik heyet, yönetim kurulu ve Bülent Tulun'un da katıldığı yemek çok sıcak bir ortamda geçmişti. Fakat Fatih Terim'in Tulun'u Florya'da istememesi üzerine başlayan gerginlik ara transfer döneminde zirve noktaya ulaştı.

TERiM NE iSTEMiŞTi?
1- Sezon başı 'Mutlaka forvet lazım' dedi. Ama alınmadı
2- En büyük gözdesi Shaqiri'de hüsran yaşandı.
3- Olcan ve Alper'i istedi ama yönetim 'çok pahalı' buldu
4- Podolski, Luis Fabiano ve Diego Forlan alınamadı.
5- Sercan'ı devre arası kiralamak istedi. Ama veto yedi.

PKK Suriye Irak İran'da Kedi Gibi !



AKP’nin fikir ve strateji mutfağındaki önemli isimlerinden Grup Başkanvekili Mahir Ünal, siyaset, dış politika ve PKK konusunda çarpıcı açıklamalar yaptı.
AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, milletvekili olur olmaz grup başkanvekili oldu. AK Parti'nin kamuoyu önüne çıkardığı yeni bir isim, ama partideki geçmişi eskiye dayanıyor. Başbakan Erdoğan ile 2007 seçim kampanyası sunumu sırasında tanışmışlar. Ondan önce Erol Olçak'ın daveti ile 2004 seçim kampanyasında görev almış. 2002 seçim kampanyası hariç, AK Parti'nin bütün seçim kampanyalarında fikir ve strateji mutfağındaki bir isim. Yüksek lisansını ve doktorasını sosyoloji alanında yapmış. Artık, Meclis Genel Kurulu'nda partisini temsil ediyor. Milletvekili olur olmaz grup başkanvekili olunca, Meclis'in üç aylık tatil süresini anayasa ve içtüzük çalışarak geçirmiş. Genel kurulda onu şimdilik en çok terleten konu içtüzük tartışmalarıymış, "İçtüzük konusunda biraz daha çalışmam gerekiyor" diyebilecek kadar mütevazı. Türkiye meselelerine vakıf, yeni anayasa sürecini demokratikleşmenin kalbi olarak görüyor. "Yeni Türkiye"de siyasete ilgi duyanların adını çok sık duyacağı ve takip edeceği bir isim olacak gibi.
Vesayet altındaki siyasete alışanlar değişimi anlamıyor

AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Türkiye'deki en büyük domokrasi sorunun muhalefetin ülkeyi okuma biçimi olduğunu söyledi. Ünal, "Vesayet altında kalmış cılız siyasete alışanlar, millet iradesini yansıtan sorun çözücü yeni siyaseti otoriterleşme zannediyor" dedi.
* "Demokratikleşme" denilerek, Türkiye otoriterliğe mi götürülüyor?

Son 10 yılda, 2002'te, 2004'te, 2007'de, 2009'da, 2011'de seçimler, 2010 referandum yapıldı. Yaklaşık 2 yılda bir seçime girmiş, her seçimden de oyunu artırarak çıkmış bir siyasi parti var. Burada otoriterlikten ziyade millete verilen sözleri yerine getirme gayreti var. Sorun iktidarın gücünde değil, muhalefetin çok zayıf olmasında ve ülkeyi okuma biçiminde.

GÜÇLÜ SİYASET MİLLET İRADESİ

* Seçimlerden çıkan güç mü "otoriterlik" olarak nitelendiriliyor?

Seçimle işbaşına gelen, kaderini milletin kaderiyle birleştirmiş güçlü bir siyasi irade var, yani bu güçlü siyasi iradenin meşruiyetinin dayandığı yere bakılmalı. Bu güçlü siyasi irade tek adam diktatoryasına mı, yoksa millet iradesine mi dayanıyor? 10 yıllık süreç bize gösteriyor ki, güçlü siyasi irade millet iradesine dayanıyor.
* Başbakan'ın güçlü siyasi kimliği sebebiyle mi bu algılar oluşuyor?

AK Parti siyasetinin güçlü bir liderliği var, bu liderlik yol arkadaşlarıyla istişare ederek siyasetini yürütüyor, yaptığı herşeyin hesabını da millete veriyor. Recep Tayyip Erdoğan liderliği Türkiye için de bölge için de bir şans. Güçlü bir siyasi marka. Kendisini kanıtlamış, çizgisi, hatları, amacı, ideali belli olan bir liderlik. Türkiye'yi demokratikleştirmek, hukuksuzluğu ortadan kaldırmak üzere verilen bir mücadelenin hikayesi. Öbür tarafta ise iktidarını kaybetmiş, kaybettiği iktidarı yeniden kazanmak için mücadele eden, eski Türkiye'de kalmış, eski Türkiye'nin paradigması ile Türkiye'yi okumaya çalışan bir muhalefet var. Eski alışkanlıkları depreşiyor. Vesayet altında kalmış cılız siyasete alışanlar, millet iradesini güçlü şekilde yansıtan sorun çözücü yeni siyaseti otoriterleşme zannediyor.
TÜRKİYE'DE DEVAMLILIK VAR

* Sizin "Yeni Türkiye" diye tarif ettiğiniz 2. Cumhuriyet mi?

Hayır. Bunu bir "2. Cumhuriyet" olarak nitelendiremeyiz. Biz, Türkiye'yi "Yeni Türkiye" diye tanımlarken, yeni ve eski Türkiye'yi bir kesinti üzerinden algılamıyoruz, bir devamlılık, bir gelişim üzerinden tanımlıyoruz. İmparatorluklar çağının sona ermesiyle birlikte, genç Cumhuriyet'in kurucu iradesinin ortaya koyduğu açık bir demokrasi ideali var zaten, hatta demokrasi ideali Cumhuriyet'in kuruluşundan önceye dayanıyor. Cumhuriyet kendisini bu hasılanın üzerine bina ediyor.
* Kemalizm'le demokratikleşme ideali sanki rafa kaldırılmış.
Cumhuriyet'in fikri içeriği Recep Peker ve arkadaşları tarafından oluşturuldu. Atatürk masa başı doktrin adamı değil, dinamik bir lider. Bu içerik onun için yazılabilir ve değiştirilebilir bir şey, o daha çok değişimi ve sonuçlarını anlamakla ilgileniyor. Bu sonuçlara bakarak yeni kararlar veriyor. Bir değişimi yönetiyor. Recep Peker, Almanya ve İtalya'yı model olarak görür. Peker, Atatürk'e sunduğu 27 sayfalık raporda faşist bir yönetim modeli önerir, Atatürk "Ben diktatör değilim" diye reddeder. Nitekim 1936'da da Peker ve İsmet İnönü'yü tasfiye eder. Daha liberal olan Celal Bayar ve ekibi iş başına gelir. Maalesef 1938'de Atatürk'ün ölümüyle eski ekip tekrar iş başına gelir, 1946'ya kadar Cumhuriyet'i şekillendirir. Peker, CHP'nin Genel Sekreteri ve bir Mussolini, Hitler hayranı. Bugün Kemalizm dediğimiz yapı, Peker ve arkadaşlarının oluşturduğu bir zihinsel içeriktir. O dönemde Peker'e Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiği söylendiğinde "Zigana Dağı'nın tepesine portakal dikilmez" diyebilmiştir.
ANLAYIŞ SORUNU

* Cumhuriyet'i Recep Peker tasallutundan kurtarıp, aslına mı rücu ettiriyorsunuz?
İnsanların nasıl giyineceğine, inanacığına, düşüneceğine, aydın olacağına, yaşayacağına karar veren bir modernleşme anlayışı sorunludur. Bunca darbe ve baskılara rağmen sürdürülemez olduğu görülmüştür.
* Başbakan, CHP'de İttihat Terakki zihniyeti olduğunu söylüyor.

"Küçük olsun benim olsun", "Güzel olan benim olandır", "Benim yönetebildiğim meşrudur, benim yönetemediğim her şey gayrimeşrudur" diyen bir zihniyet söz konusu. 12 Eylül referandumundan sonra 11 bin hakim ve savcının seçtiği, bağımsız bir HSYK oluştu. Ama, bu yargı, onlar için etkili olamadıkları, yönetemedikleri bir yargıysa meşru bir yargı değildir. Bu her kurum için geçerli. CHP kendisini Cumhuriyet'in, bu ülkenin sahibi ve efendisi olarak görüyor. Bu bakış, CHP'nin kendi hedef kitlesini dönüştürme sorumluluğunu yerine getirmesini de engellemiştir. CHP, 2011 seçim beyannamesinde, "Cumhuriyet'i CHP kurmuş ve egemenliği millete vermiştir" ifadesini kullanacak kadar da hâlâ meselenin dışında.

Bin yıllık adam etme süreci

* 1960 darbesi, bir bakıma Kemalizm'i kurumsallaştırıyor.

1924 Anayasası'nda yer alan"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ifadesi, 1960 darbesinden sonra, 1961 Anayasası ile içerik değiştiriyor. Egemenlik, millet adına kullanılmak üzere anayasal kurumlara tevdi ediliyor. Askeri vesayet yılları başlıyor. 1960 ve 12 Eylül darbelerinin, 12 Mart muhtırasının temel özelliği şudur: Askerler gelir, siyaseti dizayn eder, siyasi aktörleri belirler, sınırları çizer, adam eder, dövülmesi gerekenleri döver, sonra kışlalarına çekilirler.
* 28 Şubat'ı dahil etmediniz.

28 Şubat bütün darbelerin dışında, farklı bir özellik gösterir. Siyasete değil, bizzat milletin kendisine karşı yapılmıştır. Her seferinde müdahale eden, siyaseti ve siyasi aktörleri düzenleyen, vesayetinin altındakileri terbiye eden anlayış kendince bunların adam olmadığını görmüş ve "bin yıl da sürse sizi adam edeceğim" dediği bir süreci başlatmıştır.
* Bin yıl sürecek mi?

Toplumsal değişimin önünde hiçbir şey duramaz. Her yanlış kendi ölümünü yaşar. Türkiye, 28 Şubat sürecinden sonra yaşadığı büyük ekonomik krizle birlikte ciddi bir sistem krizine girdi. Millet, bu sistem krizinin çaresi ve çözümü olarak AK Parti'yi gördü. AK Parti'nin burada çok önemli işlevi ve misyonu var.
* Nedir o misyon?

AK Parti, biriken öfkeyi, tepkiyi, kızgınlığı, haksızlık duygusunu çok güçlü bir şekilde almış, yönetmiş, dönüştürmüş ve çevrede biriken negatif enerjiyi sağlıklı bir şekilde sistemle entegre etmiştir.
* AK Parti Ankaralılaştı eleştirileri yöneltiliyor ama.
AK Parti siyaset üzerindeki her türlü vesayete son vermiştir. AK Parti geleneği sistem dışına itilme gayretine rağmen, demokrasi ve hukuk zemininde mücadelesini vermiş, sistem içinde kalmış, sistemi dönüştürmüştür. Milletin egemenliğinin cari olduğu bir sonucu ortaya çıkarmıştır. Artık, Türkiye'de o kastettikleri Ankara yok ki, onların söylediği mânâda AK Parti Ankaralılaşsın.

PKK KENDİ JİTEM'İNİ ÜRETTİ

* Terörle mücadelede özgürlükler güvenliğe feda mı ediliyor?

Türkiye'nin demokrasi açığını kapatması, eksikliklerini gidermesi ayrı bir konu. Bölgedeki her bir insanımızın güvenliği, sahip olması gereken haklar ve özgürlük bizim için mukaddestir, ama devlet şiddetin ve terörün bir çözüm aracı olarak görülmesini kabul edemez. Silahı, şiddeti bir çözüm yöntemi olarak gören, devlet içinde bir kimlik üzerinden yeniden bir ulus inşa etmeye, bunu da 4 ayrı ülkede halklar birliği üzerinden gerçekleştirmeye çalışan bir yapıya sessiz kalamayız.
* Yani bu sorun sadece Türkiye'nin sorunu değil mi?

KCK aslında Türkiye'nin yanı sıra Suriye'yi, İran'ı ve Irak'ı da kapsıyor.Üzerinde durulması gereken ilginç bir konu var. Suriye'de Kürt kimliğinde olan insanlar vatandaş bile kabul edilmiyorlar. İran'da başlarına gelenleri biliyoruz. Irak'ta ise 10 bin kilometre öteden desteklerle ayakta durmaya çalışan bir yapı söz konusu. Buralarda hak ve özgürlükleri, demokrasiyi bırakın yaşama hakları bile yok, ama örgüt buraları lojistik merkez olarak kullanıyor, kendisine savaş alanı olarak ise Türkiye'yi seçiyor.Demokratikleşmenin, hak ve özgürlüklerin en yaygın olduğu Türkiye'yi kendisine bir savaş alanı olarak seçmiş. Suriye'de, Irak'ta sesini çıkarmayan, İran'da kediye dönen örgüt Türkiye'de savaşıyor. Belli ki Türkiye'de verdiği mücadele bir hak ve özgürlük mücadelesi değil.
* Ne mücadelesi veriyor Türkiye'de?

Başka hesaplarla, uluslararası nitelikte bir taşeronluk yapıyor. Bölgenin üzerine bir kara basan gibi çöküp, insanların siyasi iradesini vesayet altına alan, insanların nasıl düşüneceğine, neye inanacağına kadar müdahil olan, her belediye başkanının başına bir komiser diken bir örgüt var. JİTEM'den bahsediliyor, JİTEM Türkiye'de 90'larda kaldı, ama şimdi örgüt kendi JİTEM'lerini üretti.
SORUNSUZ DIŞ POLİTİKA OLMAZ

* Dış politikada sıkıntılı bir süreç yaşanıyor, "sıfır sorun" denilirken, sorunlar büyüdü mü?

Dış politikada her an sorun vardır, çünkü dinamik bir süreçtir dış politika. Biz "sıfır sorun"la çözüm odaklı bir yaklaşımı ifade ediyoruz, sorunsuzluğu değil. Türkiye'nin 2002'de dış politikası Kıbrıs'tan ibaretti. Türkiye etki alanını genişlettikçe birilerinin etki alanı daralıyor. Mısır, Tunus, Libya üzerinde hesabı olan ülkelerin hesaplarını bozan bir Türkiye var. Sarkozy'nin bu kadar agresifleşmesinin temel sebeplerinden birisi de, Türkiye'nin özellikle Kuzey Afrika'da etkisini artırmış olması.


Google Kullanıcıları Bu Habere Dikkat!



Google, online imparatorluğunu hazırladığı yeni anayasa ile taçlandırıyor. Ancak bu anayasada dikkat edilmesi gereken çok fazla detay var!...

İnternet devi Google, 1 Mart tarihinden itibaren ‘gizilik politikası’nda yeni bir döneme geçiyor. Bununla ilgili süreci başlatan şirket Google’ın ücretsiz servislerinden yararlanan kullanıcıların yenilenen sözleşmeyi onaylayarak bu hizmetleri kullanması şartını getiriyor.

Burada kullanıcıya herhangi bir seçenek sunmayan şirket, açık bir dille sözleşmeyi kabul etmeyenlerin servisi kullanamayacağını ifade ediyor. Bununla ilgili bildirimlere başlayan Google, hedefini ‘gizlilik politikalarını sadeleştirmek’ olarak açıklıyor. Şirket bu yolla onlarca farklı servisini tek bir sözleşme altında topluyor. Daha önce her bir servis için farklı sözleşme imzalanma karmaşasının ortadan kaldırıldığı belirtiliyor.

Bu duruma Türkiye ne diyecek?
Tüm bunlara karşılık bu servisleri kullanmak isteyenlerin online platformda altına imza atarak kabul ettiği şartların detaylarına bakıldığında ‘mahremiyet’ ve ‘bilgi transferi’ ayağındaki maddeler dikkat çekiyor. Toplanan bilgilerin geniş bir alana yayılıyor olması, bu verilerin ne zaman ve nerelerde kullanılacağının açıkça belirtilmemesi pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Bu değişikliğin ardından gelen yorumlar başta Amerika ve Avrupa bölgesinde olmak üzere Google’ın kanun koyucu kurumlar ile başının belaya gireceğine işaret ediyor. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkenin yerel tarafta bu sözleşmeye karşı alacağı tavır merak konusu.

60 farklı sözleşme tek metinde birleşti

Google’ın ‘arama’ dahil servislerinden herhangi birini kullanıyor olanları bu yeni sözleşme bağlıyor. Şirket gizlilik politikası tarafında 60’a yakın sözleşmeyi birleştirerek tek bir metin altında birleştiriyor, İşte bu servislerden bazıları...
*  e-posta için Gmail
*  Online dökümanlar için GDocs
*  Video için YouTube
*  Harita için Google Maps
*  Arkadaşlık için Google Plus
*  Online günlük için Blogger
*  Anlık sohbet için GTalk
*  Tarayıcı tarafında Chrome

CEP’TEN KİMİ ARADIĞIMI NE YAPACAK?
Google yeni dönemde kullanıcının pek çok bilgisini bilgisayara, cep telefonuna, tablet PC’ye otomatik olarak yerleştirdiği programlar yoluyla toplayacak, bunları sunucularında depolayacak ve çeşitli amaçlar için kullanıyor olacak.

Örneğin Google, cep telefonundan kendi servisine erişim sağlayan bir kullanıcının bırakın internette yaptığı arama sorgularını, cep telefonu numarası, çağrı yapan tarafın numarası, yönlendirilen numaralar, çağrıların tarihi ve saati, çağrıların süresi ile SMS bilgileri de kayıt altına alınıp, depolayacak.

‘Çerez’ atıp bilgi çekiyor
Google bilgi toplamak ve depolamak için çeşitli teknolojilerden yararlanıyor. Bu durum şu anlama geliyor: Bilgisayarınıza, telefonunuza minik bir program (çerez, tanımlayıcı) yükleyeceğim ve onun üzerinden sizinle ilgili bilgileri merkeze çekeceğim. Toplanan tüm bu bilgileri kullanma hakkına da sahip olacağım.

Google ayrıca, belirli bir servisteki kişisel bilgileri, diğer Google hizmetlerindeki bilgilerle (kişisel bilgileriniz de dahil) birleştirebileceğini de kullanıcıya kabul ettiriyor.

‘Topluyoruz çünkü...’
Google bu yapıya geçişle birlikte kullanıcıların karşısına onu çok daha yakından tanıyan bir şirket olarak çıkmayı vaat ediyor. Şirket bu yöntemle birlikte arama sonuçlarında, ekrana gelen reklamlarda kullanıcının ilgi alanına göre hızlı sonuç çıkaracağını belirtiyor.

Neredeyim bilecek!
Google konum (bulunulan yer) bilgileri etkin olan bir Google servisi kullanıldığında, mobil cihazın gönderdiği GPS sinyalleri üzerinden bilgi toplayıp, bunları işleyebilecek. Şirket bunun yanı sıra cihazdaki kablosuz erişim noktaları ve baz istasyonları üzerinden de konum bilgisi çekebileceğini belirtiyor.

Derin Google Kişisel Bilgi Avında !



Google bilgi toplamak ve depolamak için bilgisayarınıza bir program yolluyor. Siz bunu yüklediğinizde de tüm bilgileri toplama ve kullanma hakkına kavuşmuş oluyor..

İnternet devi Google, 1 Mart tarihinden itibaren ‘gizilik politikası’nda yeni bir döneme geçiyor. Bununla ilgili süreci başlatan şirket, Google’ın ücretsiz servislerinden yararlanan kullanıcıların yenilenen sözleşmeyi onaylayarak bu hizmetleri kullanması şartını getiriyor.
Burada kullanıcıya herhangi bir seçenek sunmayan şirket, açık bir dille sözleşmeyi kabul etmeyenlerin servisi kullanamayacağını ifade ediyor. Bununla ilgili bildirimlere başlayan Google, hedefini ‘gizlilik politikalarını sadeleştirmek’ olarak açıklıyor. Şirket bu yolla onlarca farklı servisini tek bir sözleşme altında topluyor. Daha önce her bir servis için farklı sözleşme imzalanma karmaşasının ortadan kaldırıldığı belirtiliyor.
Bu duruma Türkiye ne diyecek?

Tüm bunlara karşılık bu servisleri kullanmak isteyenlerin online platformda altına imza atarak kabul ettiği şartların detaylarına bakıldığında ‘mahremiyet’ ve ‘bilgi transferi’ ayağındaki maddeler dikkat çekiyor. Toplanan bilgilerin geniş bir alana yayılıyor olması, bu verilerin ne zaman ve nerelerde kullanılacağının açıkça belirtilmemesi pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Bu değişikliğin ardından gelen yorumlar başta Amerika ve Avrupa bölgesinde olmak üzere Google’ın kanun koyucu kurumlar ile başının belaya gireceğine işaret ediyor. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkenin yerel tarafta bu sözleşmeye karşı alacağı tavır merak konusu.
60 farklı sözleşme tek metinde birleşti
Google’ın ‘arama’ dahil servislerinden herhangi birini kullanıyor olanları bu yeni sözleşme bağlıyor. Şirket gizlilik politikası tarafında 60’a yakın sözleşmeyi birleştirerek tek bir metin altında birleştiriyor, İşte bu servislerden bazıları...
*  e-posta için Gmail
*  Online dökümanlar için GDocs
*  Video için YouTube
*  Harita için Google Maps
*  Arkadaşlık için Google Plus
*  Online günlük için Blogger
*  Anlık sohbet için GTalk
*  Tarayıcı tarafında Chrome

CEP’TEN KİMİ ARADIĞIMI NE YAPACAK?
Google yeni dönemde kullanıcının pek çok bilgisini bilgisayara, cep telefonuna, tablet PC’ye otomatik olarak yerleştirdiği programlar yoluyla toplayacak, bunları sunucularında depolayacak ve çeşitli amaçlar için kullanıyor olacak.
Örneğin Google, cep telefonundan kendi servisine erişim sağlayan bir kullanıcının bırakın internette yaptığı arama sorgularını, cep telefonu numarası, çağrı yapan tarafın numarası, yönlendirilen numaralar, çağrıların tarihi ve saati, çağrıların süresi ile SMS bilgileri de kayıt altına alınıp, depolayacak.
‘Çerez’ atıp bilgi çekiyor
Google bilgi toplamak ve depolamak için çeşitli teknolojilerden yararlanıyor. Bu durum şu anlama geliyor: Bilgisayarınıza, telefonunuza minik bir program (çerez, tanımlayıcı) yükleyeceğim ve onun üzerinden sizinle ilgili bilgileri merkeze çekeceğim. Toplanan tüm bu bilgileri kullanma hakkına da sahip olacağım.
Google ayrıca, belirli bir servisteki kişisel bilgileri, diğer Google hizmetlerindeki bilgilerle (kişisel bilgileriniz de dahil) birleştirebileceğini de kullanıcıya kabul ettiriyor.

‘Topluyoruz çünkü...’
Google bu yapıya geçişle birlikte kullanıcıların karşısına onu çok daha yakından tanıyan bir şirket olarak çıkmayı vaat ediyor. Şirket bu yöntemle birlikte arama sonuçlarında, ekrana gelen reklamlarda kullanıcının ilgi alanına göre hızlı sonuç çıkaracağını belirtiyor.
Neredeyim bilecek!
Google konum (bulunulan yer) bilgileri etkin olan bir Google servisi kullanıldığında, mobil cihazın gönderdiği GPS sinyalleri üzerinden bilgi toplayıp, bunları işleyebilecek. Şirket bunun yanı sıra cihazdaki kablosuz erişim noktaları ve baz istasyonları üzerinden de konum bilgisi çekebileceğini belirtiyor.

O Ülkücüler Ne Zaman Çıkacak?



12 Eylül 1980 askerî darbe sürecinde işledikleri suçlardan dolayı tutuklanan ve hâlâ cezaevinde bulunan hükümlülerden çağrı...

12 Eylül 1980 askerî darbe sürecinde işledikleri suçlardan dolayı tutuklanan ve hâlâ cezaevinde bulunan hükümlüler, darbe sonrası süreçte insan aklının almayacağı işkencelere maruz kaldıklarını kaydediyor. Darbecilerin hâkim karşısına çıkacak olmasını, Türkiye'nin geleceği açısından umut verici bulan mağdurlar, işkencecilere en ağır cezanın verilmesini istiyor.

12 Eylül darbesinin failleri 4 Nisan'da hâkim karşısına çıkacak; fakat darbe sürecinde gözaltına alınan, yargılanan ve hüküm giyenlerin bir kısmı aradan geçen 32 yıla rağmen hâlâ cezaevinde. Darbe döneminde cezaevine atılan ülkücülerden Muhsin Kahya, Caner Erdinç ve Mahir Kavalcı, avukat aracılığıyla Cihan Haber Ajansı'na konuştu. İşkence altında kabul ettikleri suçlar sebebiyle ceza aldıklarını hatırlatan ve bunların yok sayılması için yasa çıkarılmasını talep eden ülkücüler, 'Bu haksızlığa artık son verilsin' çağrısı yaptı. Darbecilerin hâkim karşısına çıkacak olmasının Türkiye'nin geleceği için umut verici olduğunu vurgulayan mahkûmlar, kendilerine akla gelmedik işkenceler yapan darbecilere en ağır cezanın verilmesini istedi.
Darbe yapıldıktan sonra gözaltına alınarak önce 12 Eylül öncesinde kurulmuş çoğunluğu Pol-Der üyesi polislerin bulunduğu C-5 tabir edilen işkencehaneye götürüldüğünü ifade eden Caner Erdinç de polisler tarafından akla hayale gelmeyecek işkencelere tabi tutulduğunu kaydetti. "Polisler ellerinde listelerle geliyorlar ve listedeki olayları kabul etmemizi, aksi takdirde işkencelerden kurtulamayacağımızı, suçlamaları kabul etmediğimiz takdirde öldürmekten de çekinmeyeceklerini belirtiyorlardı." diyen Erdinç, 90 gün polis işkencelerinde her türlü eziyeti gördükten sonra 'MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'ndan dolayı tutuklanarak Mamak Askerî Cezaevi'ne konulduğunu aktardı. Mamak Cezaevi'nde sistematik işkencelere maruz kaldığını dile getiren Erdinç, "Bu işkenceler iki aşamalı ve iki kademeli olarak yapılıyordu. Birinci aşama ve birinci kademede onlarca asker tarafından kafes tabir edilen kısımda saldırılara uğranılması ve aynı zamanda saçlarımızın kör makinelerle yolunarak tıraş edilmesi, üzerlerimize eğitilmiş köpekler salınarak şahsiyetlerimizin yerle bir edilmesi idi. İkinci aşama ve ikinci kademede ise karşıt görüşten kişilerle aynı hücrelere konulmak, tek yatakta iki kişi yatırılmak, zorla marşlar söyletilmek, zorla ders yaptırılmak, bu esnada da her şeyi bahane ederek askerler tarafından dövülmek vardı. Yıllarca süren yargılamalar esnasında bu işkenceler de cezaevinde devam etti." şeklinde konuştu. Darbecilerin yargı önüne çıkarılacak olmasına çok sevindiğini vurgulayan Erdinç, şöyle devam etti: "Darbecilerin yargılanmasının sağlanması, işkencelerden, faili meçhul olaylardan dolayı soruşturmaların başlatılması ülkemizde bundan sonra darbelerin yapılmaması ve çocuklarımızın insan haklarına saygılı tam demokratik bir ortamda yaşamasının önünün açılması elbette bizleri son derece memnun etmektedir. Fakat darbeciler yargılanırken işkenceler sonucunda kabul ettirilmiş suçlar nedeniyle hâlâ cezaevinde sürünmeye mahkûm edilen ben ve benim gibi insanların durumunu da dikkate almak gerekir."

Darbenin akabinde gözaltına alın Muhsin Kahya da hâlâ hapiste yatan ülkücülerden biri. Kahya, o dönem Adana, Antalya ve Kayseri'de meydana gelen olaylar sebebiyle her üç şehirde de ağır işkenceler altında sorgulamalara tabi tutulduğunu söylüyor. Aylarca gözleri bağlı, aç susuz bırakılarak, insanoğlunun aklına bile getiremeyeceği işkenceler sonrasında birtakım suçlamaları kabul etmek zorunda bırakıldığını anlatan Kahya, 1991 yılında cezaevinden çıktıktan sonra,'birden fazla idam cezası alanların her ceza için 10 yıl yatması gerektiği'şeklinde zamanın adalet bakanının tahliyelerine itiraz etmesiyle hakkında tekrar yakalama kararı çıkarılınca yurtdışına kaçmak zorunda kaldığını ifade ediyor. Yurtdışında yakalanan, 6 yıl Almanya'daki cezaevlerinde kalan Kahya, 1998 yılında Türkiye'ye iade edilmiş. Kahya, "Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen hükme göre fiilen 36 yıl cezaevinde yatacağım. Haddizatında bu karar bile infaz yasasının ilgili hükümleri hakkaniyetle uygulandığında toplam 20 yıl yatmam gerekirken ben sadece Türkiye cezaevlerinde 22 yıldır yatmaktayım." diye konuştu.
'İşlemediğimiz suçları işkenceyle kabul ettik'

Mahir Kavalcı da, hapis yatan ülkücülerden biri. Darbe döneminde on yılı aşkın hapis cezası aldı. Bu cezasını tamamlamak üzereyken şartlı tahliye ile salıverildi. Ancak 2004 yılında Tarsus'ta havaya silahla ateş etmek suçundan yine tutuklandı. Kavalcı, "12 Eylül darbesinin mimarlarından hayatta kalanların yargı önüne çıkarılıyor olması darbeden mağdur olan bizleri oldukça memnun etmektedir. Binlerce insan gibi ben de o dönemde çok yoğun işkencelere tabi tutuldum. İşlemediğimiz suçları, işkence altında kabul etmek zorunda kaldım ve 10 yılımı darbecilerin kurdurmuş oldukları mahkemelerin verdiği kararlar sonucunda cezaevinde geçirdikten sonra, yine de darbecilerin ellerinden yakamı kurtaramadım. 2004 yılından bu yana da basit bir olaydan dolayı cezaevinde kalıyorum. İnfazımın yanması sebebiyle tahliyem 2019 yılında olacaktır." dedi.

Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...