2 Şubat 2012 Perşembe

Astsubaydan şok eden itiraflar




Hrant Dink davası duruşma savcısı ile soruşturma savcısının istediği Zirve Yayınevi cinayetleriyle ilgili soruşturma dosyasından Astsubay Göktürk’ün şok itirafları çıktı.

Malatya Zirve Katliamı soruşturmasında, Başçavuş Murat Göktürk’ün sorgusu sırasında 107 soruya verdiği 21 sayfalık cevaplarda Zirve Katliamına doğru ilerleyen süreci adım adım anlattığı iddia edildi.
Jandarmanın katliamdan bir yıl önce Malatya’da misyonerlik faliyetlerini takibe başladığını belirten Göktürk, kendisine de Zirve Yayınevi çalışanlarına ilişkin bilgi toplatıldığını söyledi. O dönemde, 2. Ordu Karargahı’nda da her hafta misyonerlik toplantısı yapıldığını belirten Göktürk, katliam günü Ergenekon davası sanığı Hurşit Tolon’un da Malatya’da olduğunu iddia etti.

İki şehre farklı görev verildi
Star Gazetesi'nin haberine göre Zirve Katliamı’nı soruşturan savcıya ifade veren Astsubay Murat Göktürk, ‘misyonerlik faliyetlerine’ ilişkin toplantıların 2006’da Kayseri Jandarma Bölge Komutanı Harun Ocaklı’nın yazılı emriyle başladığını ve “Niğde’ye Hizbullah, Malatya’ya Misyonerlik” konusu verildiğini söyledi. Malayta İl Jandarma Alay Komutanı Albay Mehmet Ülger’ın talimatıyla 2007’de Mersin’de Ruhi Abat, Abdullah Atılgan ve İlker Çınar’la toplandıklarını ve Abat’ın misyonerlik seminerleri verdiğini verdiğini söyledi.
2. Ordu’da misyonerlik toplantıları
Malatya’da kaç misyonerin bulunduğu ve bunlara ait olduğu belirtilen kilise evlerin sayısı hakkında Jandarma istihbaratının çalışmalarını da anlatan Göktürk “Misyonerlikle ilgili kişi bazında değil bölgesel anlamda bir çalışma yaptık. Haber alma elemanlarından alınan bilgilere göre biz 30-40 tane ev olduğunu yazdık. Ayrıca 2. Ordu Komutanlığı’nda düzenli olarak yapılan haftalık toplantılarda da bu konular gündeme geliyordu. O dönemde Ordu Komutanı Şükrü Sarıışık’tı. Bu toplantılara MİT ve Emniyet mensupları da katılırdı. Ancak İlker Çınar’ın Malatya’ya gelip eski İl Jandarma Komutanlığı binası içerisinde Haydar Yeşil, Mehmet Ülger ve Ruhi Abat’la bir araya geldiğini biliyorum. Ben bu görüşmeye katılmadım” dedi.
Abat, Ülger’le birlikte rapor yazdı
Astsubay Göktürk “Ruhi hoca (Abat) bazı yazıları getirirdi, Mehmet Ülger’le kendi odasında konuşup bazı raporlar yazardı. Bu raporları biz görmezdik, hatta üst yazı orada yazılırdı. Ruhi Abat benim kayıtlı elemanım değildi, ancak bizzat Alay Komutanı ve Haydar Yeşil ile yaptığı görüşmeler sonucu kendisine para verildiğini duydum” dedi. Albay Mehmet Ülger’in misyonerlik ile ilgili tüm çalışmalarını Ruhi Abat ile beraber organize ettiklerini kaydeden Göktürk, “Biz hizmet gereği yapıyorduk. Ancak Ruhi Abat’la samimi olduktan sonraki süreçte beni görevlerden soğuttu” diye konuştu.

Zirve çalışanlarının bilgisi istendi
Mehmet Ülger, Haydar Yeşil, Ruhi Abat ve İlker Çınar’ın katıldığı İl Jandarma Komutanlığında düzenlenen Misyonerlik çalıştayına alınmadığını anlatan Göktürk, “Ben toplantıda yoktum, ancak bana misyonerlikle alakalı görevlerin tamamını istihbaratçı olmamız sebebiyle Haydar Yeşil tarafından verilirdi. Zaman zaman da Alay Komutanı da çağırıp bu konuda görev veriyordu. Toplantıdan sonra bu Zirve Yayınevinin çalışanların kim olduğuna dair benden bilgi istediler. Ben de yazıp verdim, Necati Aydın ve Uğur Yüksel’i tanımam. İsimlerini orada Zirve Yayınevi’nde çalıştıkları için duymuştum, kendilerini tanımam” şeklinde konuştu.
Birbirlerini ziyaret ederlerdi

Ergenekon tutuklu sanığı Hurşit Tolon’un Malatya Zirve Yayınevi cinayetinin olduğu gün Malatya’da olduğunu da doğrulayan Göktürk “Hurşit Tolon’un cinayet günü seminer dolayısıyla Malatya’da İnönü Üniversitesi’nde olduğunu duydum. Niye geldiğini bilmiyorum. Rektör Fatih Hilmioğlu ile görüşürdü. Mehmet Ülger de Fatih Hilmioğlu ile çok samimiydi. Birbirlerini ziyaret ederlerdi. Ayrıca Rektör Fatih Hilmioğlu Ordu Komutanı Hasan Iğsız’la da sık sık görüşürdü” dedi.


Fransız Senatör Ermeni pazarlığında yakalandı!



"Soykırım" ı inkar yasasını savunan Fransız Senatör Philippe Kaltenbach’ın rüşvet aldığına ilişkin gizli kamera kayıtları ortaya çıktı

Fransa’da kabul edilen Ermeni soykırımı iddialarının inkarını suç sayan yasayı Sosyalist Parti grubu adına savunan Senatör Philippe Kaltenbach’ın rüşvet aldığına ilişkin gizli kamera kayıtları ortaya çıktı.

Ermenistan’daki soykırım iddialarıyla ilgili anıtı ziyaret eden, Fransa’da Senato’dan geçen inkâr yasasını Sosyalist Parti grubu adına savunan ve bu konuda yasa önerisi veren Clamart Belediye Başkanı ve Senatör Philippe Kaltenbach’ın rüşvet aldığı belirlendi.

Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre; video kayıtlarında Philippe Kaltenbach, yoksullara verilmek üzere inşa edilen belediyeye ait sosyal konutlardan birini, bir tanıdığına verme garantisi karşılığında, 1000 Euro’yu cüzdanına koyarken görüntüleniyor.

Geçtiğimiz yıl aynı iddia nedeniyle Nanterre Savcılığı tarafından hakkında soruşturma başlatılan Kaltenbach’ın para alırken çekilen görüntüleri dün önce Le Figaro gazetesinin internet sitesinde, ardından da haber kanallarında gösterildi. 

Kaltenbach’ın belediyedeki bürosunda çekilen 11 dakikalık videoda sosyalist politikacı, eski güvenlikten sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Muhammed Abdülhaled’den, bir yakınına sosyal lojman tahsis edilmesi için 50 Euro’luk banknotlar halinde 1000 Euro alıyor. Kaltenbach’in görüntülerde sanki normal bir alışveriş yapılıyormuşçasına parayı sayıp cüzdanına koyması şaşkınlık yarattı.

Ermeni diasporasının yoğun olarak yaşadığı Clamart’ın sosyalist Belediye Başkanı Kaltenbach, tüm iddiaları yalanlayarak, videonun montaj olduğunu ve tüm bunların siyasi bir manipülasyondan ibaret olduğunu öne sürdü.

Videonun bilirkişi incelemesine tâbi tutulmasını isteyen Kaltenbach, “Muhammed Abdülhaled 2008 krizinin ardından çok büyük bir maddi sıkıntı yaşadı. Ben de kendisine 10 bin Euro borç vermiştim. O akşam borcunu geri getirdi. Bunu video montajla ben rüşvet almışım gibi gösteriyorlar” dedi.

Daha önce varlığı bilinen video, Kaltenbach’ın UMP’li rakibi Philippe Pezemec’in avukatı aracılığı ile Nanterre Savcılığı’na iletilmişti. Pezemec, suç duyurusunda bulunduğunu doğrulayarak, “Eğer bu olay doğruysa çok ciddi bir yolsuzluk” dedi.

YouTube’a düşen bu videonun yanısıra, aynı olayla ilgili ikinci bir gizli kamera kaydı da yine aynı site üzerinden yayınlanmaya başladı. Video üzerindeki uzman incelemesinin sonuçları birkaç gün içinde açıklanacak.

FLAŞ! Oscar'lı Oyuncu Liam Neeson Müslüman Oluyor




Oscar ödüllü ünlü oyuncu Liam Neeson,İstanbul'da dinlediği ezandan çok etkilendiğini belirterek, Müslüman olmayı düşündüğünü açıkladı...

İngiliz The Sun gazetesi, 59 yaşındaki Hollywood yıldızı, Katolik inancını bırakarak Müslüman olabileceğini yazdı...

Gazetedeki habere göre, geçtiğimiz aralık ayında 'Taken 2' filminin çekimleri için İstanbul'da bulunan Kuzey İrlandalı oyuncu, ezandan çok etkilendiğini itiraf ederek "Ezan sesi ilk hafta beni deli ediyordu ancak daha sonra kendimi bulmamı sağladı, bu en güzel şey" dedi.

"Camiler Müslüman olmayı düşündürmüş"
İstanbul'daki camilerden çok etkilendiğini söyleyen Neeson, bazılarının muhteşemliği karşısında şaşkına düştüğünü ve camilerin kendini Müslüman olmayı düşündürdüğünü belirtti.

2009 yılındaki kayak sporu kazasında 45 yaşındaki eşi Natasha Richardson'ı kaybeden ünlü oyuncu, Katolik olarak yetiştirildiğini ancak biliçsizce insanların her gün "Bu dünyada ne yapıyoruz? 'Bütün bunlar ne anlama geliyor?" sorunlarını sorduğunu söyledi.

Tanrı ve Tanrı'nın yokluğu hakkında kitaplar okuduğunu da söyleyen Liam Neeson, Taken 2 filminin çekimleri için aralık ayında İstanbul'a gelmişti.

'Schindler'in Listesi'ndeki performansıyla Oscar'a layık görülen ünlü oyuncu Star Wars'ın 'Jedi'ı olarak biliniyor.


CAN DÜNDAR"IN İSTEĞİ DİN DERSİ KALKSIN



Dinsiz bir toplum oluşturma çabaları artık açık açık dillendirilmeye başlandı.
Milli Güvenlik dersi ile birlikte lise dersleri tartışılmaya açıldı. Can Dündar "din dersi" kalksın dedi...
Bir gazete "İnkılap Tarihi de çıkarılsın müfredattan" diye bayrak açtı.
Mümtazer Hoca da beden eğitimine takmış durumda.

Gazeteciler.com'da yer alan habere göre, Balçiçek İlter de bu tartışmalara katıldı.
O da diyor ki "din dersi kaldırılsın, yerine cinsellik dersi" konulsun.
Ve çok ciddi...
İşin dalgasını geçmeden önce yazısından alıntıladığımız bölümlere gözatın;

DİN DERSİ KALKSIN

"Kesinlikle destekliyorum. Bence de din dersi kaldırılmalı. Öncelikle o derste ne öğretildiğini anlamış değilim. Müslümanlık mı öğretiliyor örneğin? Alevilerin, Yahudilerin, Hıristiyanların haklarına hiç girmiyorum, o bile değil konum bugün. (...) Ne öğrettiği belli olmayan "milli güvenlik dersi" de "din kültürü ve ahlak dersi" de zorunlu olmasın...

CİNSELLİK DERSİ KONULSUN

"Benim başka bir fikrim var... Ve kesinlikle ciddiye alınmasını rica edeceğim...
Okullarda cinsellik dersi zorunlu olmalı! Evet yanlış okumadınız: "Cinsellik..." Şimdi işi sulandırıp, "Ne o, seks dersi mi vereceğiz çocuklarımıza bir de?" kolaycılığına kaçmayalım. Tam tersine bireyin "cinsel kimliği" o kadar önemli ki, biz asıl tehlikenin farkında değiliz.

"Kadın erkek vücudu budur, bebek böyle olur, seks nasıl yapılır" kolaycılığından bahsetmiyorum elbette. Benim arzum, adam gibi bir cinsellik dersinin zorunlu olması.

KIZLAR İLK ADET DENEYİMİNDE NE YAPACAKLARINI BİLMİYOR

Önce şöyle sorayım; ülkemizde cinselliğin hâlâ tabu olduğunun farkında mısınız? Aileleri tarafından "Aman evladım ayıp" diye büyüyen özellikle erkek çocuklar, ilk cinsel eğitimi nerede alıyor? Sokakta! Yapılan araştırmalara göre kızların yüzde 93'ü ilk âdetlerini gördüklerinde ne yapacaklarını bile bilmiyor. Daha da ileri gidelim; ilk âdet deneyimini suçluluk, tiksinme, endişe gibi olumsuz duygularla karşılıyorlar. Şimdi sen gel, kadınlığa doğru uzanan yolda bu gencecik kızlara ikinci sınıf olmadıklarını hissettir bakalım. Kolay mı?

ERKEKLER BOŞALMA NEDENİYLE SUÇLULUK DUYUYOR

Gelelim erkeklere; yine aynı araştırmaya göre gençlerin yüzde 91'i ilk boşalma deneyiminde suçluluk duygusu taşıyor. Hadi bakalım buradan buyurun! Cinsellik Türkiye'de hâlâ üstü açılmamış kocaman bir tabudur. Ve aslında bugün yaşadığımız bütün sorunların arkasında oturmamış cinsel kimliklerimiz vardır.

Din dersi, milli güvenlik saçmalığını bir yana bırakın, ilkokulların müfredatına cinsellik dersi girmelidir.

Komutandan Askere Namaz Azarı ve Şüpheli Ölüm



Gökçeada’daki askeri birliğinde intihar ettiği öne sürülen er Dere'nin otopsi raporu, 'İntihar değil' derken, ağabeyi de ilginç açıklamalarda bulundu.

Çanakkale-Gökçeada’daki askeri birliğinde 31 Temmuz 2000’de intihar ettiği öne sürülen Malatyalı er Aydın Dere’nin mezarı açılarak yeniden otopsi yapıldı.

Çanakkale-Gökçeada’dakie askeri birliğinde 31 Temmuz 2000’de intihar ettiği öne sürülen Malatyalı er Aydın Dere’nin mezarı açılarak yeniden otopsi yapıldı. Dere’nin arkadan bitişik mesafeden vurularak öldürüldüğü kanıtlandı.

Ölümü kuşkulu bulan ailenin girişimleri sonucunda Dere’nin Malatya’daki mezarı açıldı. İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda yeniden yapıolan otopside, Dere’nin arkadan bitişik mesafen vurularak öldürüldüğü belirtildi. Raporda, “bir kişinin bu şekilde kendisini vurmasının fiilen mümkün olmadığı” vurgulandı. Raporu Taraf ’a değerlendiren Dere’nin ağabeyi Mahmut Dere, “Kardeşim ölmeden 15 gün önce izne geldi. Bize ‘namaz kıldığım için bölük komutanı beni azarladı’ dedi. diye konuştu.

31 Ocak 2012 Salı

Galatasaray'da Büyük Savaş Çıktı!



Fatih Terim, istediği transferlerin Ünal Aysal'ın danışmanı Bülent Tulun'un çabalarıyla veto edildiğini düşünüyor...
Bursa deplasmanından yenilgiyle ayrılmasına rağmen liderliğini sürdüren Galatasaray içten içe yanıyor!.. Teknik direktör Fatih Terim ve bazı yöneticiler arasında yaşanan gerginlikler nedeniyle transferde bir türlü adım atılamadığı iddia ediliyor.
Alınan bilgilere göre Terim ve Başkan Ünal Aysal'ın danışmanı Bülent Tulun arasında yaşanan gerginlikler Shaqiri hüsranının ardından tavan yaptı.

TULUN MU ENGEL OLDU?
Terim'in çok istediği Shaqiri transferinin Tulun'un etkisiyle gerçekleşmediğini düşündüğü belirtiliyor.
İddialara göre Bülent Tulun, kendi talimatıyla gündeme gelen Ronaldinho'nun Terim tarafından veto edilmesi üzerine karşı misilleme yaparak Shaqiri konusunda Başkan Aysal'a olumsuz rapor verdi. Aysal da bu nedenle bonservisi 14 milyon Euro olan İsviçreli yıldızı "çok pahalı" olduğu gerekçesiyle almadı.
Fakat Aysal'ın Terim'e "istersen hemen alalım" dediği 32 yaşındaki Ronaldinho'nun toplam maliyetinin 30 milyon Euro'yu bulması dikkat çekiyor.

YÖNETİM NE YAPACAK?
Bir başka iddia ise Amrabat konusunda yaşanıyor... İkinci Başkan Adnan Öztürk, TFF Genel Kurulu'nda Kayseri Genel Menajeri Süleyman Hurma ile görüşünce "transfer bitiyor" haberleri gelmişti.
Fakat Öztürk'ün yakın çevresine, "Kayseri'yle ilişkileri yumuşattım. Anlaşma noktasına gelmiştim. Fakat sırf görüşmeyi ben yaptığım için Fatih hoca transferi veto etti. Ardından da resmi siteden yalanlama istedi" dediği öne sürülüyor. Transfer yapmak için çok kısa bir zamanı olan Galatasaray'ın bu gelişmeler sonrası nasıl bir yol izleyeceği merak ediliyor.

HER ŞEY GÜZEL BAŞLAMIŞTI
Sezon başında teknik heyet, yönetim kurulu ve Bülent Tulun'un da katıldığı yemek çok sıcak bir ortamda geçmişti. Fakat Fatih Terim'in Tulun'u Florya'da istememesi üzerine başlayan gerginlik ara transfer döneminde zirve noktaya ulaştı.

TERiM NE iSTEMiŞTi?
1- Sezon başı 'Mutlaka forvet lazım' dedi. Ama alınmadı
2- En büyük gözdesi Shaqiri'de hüsran yaşandı.
3- Olcan ve Alper'i istedi ama yönetim 'çok pahalı' buldu
4- Podolski, Luis Fabiano ve Diego Forlan alınamadı.
5- Sercan'ı devre arası kiralamak istedi. Ama veto yedi.

PKK Suriye Irak İran'da Kedi Gibi !



AKP’nin fikir ve strateji mutfağındaki önemli isimlerinden Grup Başkanvekili Mahir Ünal, siyaset, dış politika ve PKK konusunda çarpıcı açıklamalar yaptı.
AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, milletvekili olur olmaz grup başkanvekili oldu. AK Parti'nin kamuoyu önüne çıkardığı yeni bir isim, ama partideki geçmişi eskiye dayanıyor. Başbakan Erdoğan ile 2007 seçim kampanyası sunumu sırasında tanışmışlar. Ondan önce Erol Olçak'ın daveti ile 2004 seçim kampanyasında görev almış. 2002 seçim kampanyası hariç, AK Parti'nin bütün seçim kampanyalarında fikir ve strateji mutfağındaki bir isim. Yüksek lisansını ve doktorasını sosyoloji alanında yapmış. Artık, Meclis Genel Kurulu'nda partisini temsil ediyor. Milletvekili olur olmaz grup başkanvekili olunca, Meclis'in üç aylık tatil süresini anayasa ve içtüzük çalışarak geçirmiş. Genel kurulda onu şimdilik en çok terleten konu içtüzük tartışmalarıymış, "İçtüzük konusunda biraz daha çalışmam gerekiyor" diyebilecek kadar mütevazı. Türkiye meselelerine vakıf, yeni anayasa sürecini demokratikleşmenin kalbi olarak görüyor. "Yeni Türkiye"de siyasete ilgi duyanların adını çok sık duyacağı ve takip edeceği bir isim olacak gibi.
Vesayet altındaki siyasete alışanlar değişimi anlamıyor

AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Türkiye'deki en büyük domokrasi sorunun muhalefetin ülkeyi okuma biçimi olduğunu söyledi. Ünal, "Vesayet altında kalmış cılız siyasete alışanlar, millet iradesini yansıtan sorun çözücü yeni siyaseti otoriterleşme zannediyor" dedi.
* "Demokratikleşme" denilerek, Türkiye otoriterliğe mi götürülüyor?

Son 10 yılda, 2002'te, 2004'te, 2007'de, 2009'da, 2011'de seçimler, 2010 referandum yapıldı. Yaklaşık 2 yılda bir seçime girmiş, her seçimden de oyunu artırarak çıkmış bir siyasi parti var. Burada otoriterlikten ziyade millete verilen sözleri yerine getirme gayreti var. Sorun iktidarın gücünde değil, muhalefetin çok zayıf olmasında ve ülkeyi okuma biçiminde.

GÜÇLÜ SİYASET MİLLET İRADESİ

* Seçimlerden çıkan güç mü "otoriterlik" olarak nitelendiriliyor?

Seçimle işbaşına gelen, kaderini milletin kaderiyle birleştirmiş güçlü bir siyasi irade var, yani bu güçlü siyasi iradenin meşruiyetinin dayandığı yere bakılmalı. Bu güçlü siyasi irade tek adam diktatoryasına mı, yoksa millet iradesine mi dayanıyor? 10 yıllık süreç bize gösteriyor ki, güçlü siyasi irade millet iradesine dayanıyor.
* Başbakan'ın güçlü siyasi kimliği sebebiyle mi bu algılar oluşuyor?

AK Parti siyasetinin güçlü bir liderliği var, bu liderlik yol arkadaşlarıyla istişare ederek siyasetini yürütüyor, yaptığı herşeyin hesabını da millete veriyor. Recep Tayyip Erdoğan liderliği Türkiye için de bölge için de bir şans. Güçlü bir siyasi marka. Kendisini kanıtlamış, çizgisi, hatları, amacı, ideali belli olan bir liderlik. Türkiye'yi demokratikleştirmek, hukuksuzluğu ortadan kaldırmak üzere verilen bir mücadelenin hikayesi. Öbür tarafta ise iktidarını kaybetmiş, kaybettiği iktidarı yeniden kazanmak için mücadele eden, eski Türkiye'de kalmış, eski Türkiye'nin paradigması ile Türkiye'yi okumaya çalışan bir muhalefet var. Eski alışkanlıkları depreşiyor. Vesayet altında kalmış cılız siyasete alışanlar, millet iradesini güçlü şekilde yansıtan sorun çözücü yeni siyaseti otoriterleşme zannediyor.
TÜRKİYE'DE DEVAMLILIK VAR

* Sizin "Yeni Türkiye" diye tarif ettiğiniz 2. Cumhuriyet mi?

Hayır. Bunu bir "2. Cumhuriyet" olarak nitelendiremeyiz. Biz, Türkiye'yi "Yeni Türkiye" diye tanımlarken, yeni ve eski Türkiye'yi bir kesinti üzerinden algılamıyoruz, bir devamlılık, bir gelişim üzerinden tanımlıyoruz. İmparatorluklar çağının sona ermesiyle birlikte, genç Cumhuriyet'in kurucu iradesinin ortaya koyduğu açık bir demokrasi ideali var zaten, hatta demokrasi ideali Cumhuriyet'in kuruluşundan önceye dayanıyor. Cumhuriyet kendisini bu hasılanın üzerine bina ediyor.
* Kemalizm'le demokratikleşme ideali sanki rafa kaldırılmış.
Cumhuriyet'in fikri içeriği Recep Peker ve arkadaşları tarafından oluşturuldu. Atatürk masa başı doktrin adamı değil, dinamik bir lider. Bu içerik onun için yazılabilir ve değiştirilebilir bir şey, o daha çok değişimi ve sonuçlarını anlamakla ilgileniyor. Bu sonuçlara bakarak yeni kararlar veriyor. Bir değişimi yönetiyor. Recep Peker, Almanya ve İtalya'yı model olarak görür. Peker, Atatürk'e sunduğu 27 sayfalık raporda faşist bir yönetim modeli önerir, Atatürk "Ben diktatör değilim" diye reddeder. Nitekim 1936'da da Peker ve İsmet İnönü'yü tasfiye eder. Daha liberal olan Celal Bayar ve ekibi iş başına gelir. Maalesef 1938'de Atatürk'ün ölümüyle eski ekip tekrar iş başına gelir, 1946'ya kadar Cumhuriyet'i şekillendirir. Peker, CHP'nin Genel Sekreteri ve bir Mussolini, Hitler hayranı. Bugün Kemalizm dediğimiz yapı, Peker ve arkadaşlarının oluşturduğu bir zihinsel içeriktir. O dönemde Peker'e Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiği söylendiğinde "Zigana Dağı'nın tepesine portakal dikilmez" diyebilmiştir.
ANLAYIŞ SORUNU

* Cumhuriyet'i Recep Peker tasallutundan kurtarıp, aslına mı rücu ettiriyorsunuz?
İnsanların nasıl giyineceğine, inanacığına, düşüneceğine, aydın olacağına, yaşayacağına karar veren bir modernleşme anlayışı sorunludur. Bunca darbe ve baskılara rağmen sürdürülemez olduğu görülmüştür.
* Başbakan, CHP'de İttihat Terakki zihniyeti olduğunu söylüyor.

"Küçük olsun benim olsun", "Güzel olan benim olandır", "Benim yönetebildiğim meşrudur, benim yönetemediğim her şey gayrimeşrudur" diyen bir zihniyet söz konusu. 12 Eylül referandumundan sonra 11 bin hakim ve savcının seçtiği, bağımsız bir HSYK oluştu. Ama, bu yargı, onlar için etkili olamadıkları, yönetemedikleri bir yargıysa meşru bir yargı değildir. Bu her kurum için geçerli. CHP kendisini Cumhuriyet'in, bu ülkenin sahibi ve efendisi olarak görüyor. Bu bakış, CHP'nin kendi hedef kitlesini dönüştürme sorumluluğunu yerine getirmesini de engellemiştir. CHP, 2011 seçim beyannamesinde, "Cumhuriyet'i CHP kurmuş ve egemenliği millete vermiştir" ifadesini kullanacak kadar da hâlâ meselenin dışında.

Bin yıllık adam etme süreci

* 1960 darbesi, bir bakıma Kemalizm'i kurumsallaştırıyor.

1924 Anayasası'nda yer alan"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ifadesi, 1960 darbesinden sonra, 1961 Anayasası ile içerik değiştiriyor. Egemenlik, millet adına kullanılmak üzere anayasal kurumlara tevdi ediliyor. Askeri vesayet yılları başlıyor. 1960 ve 12 Eylül darbelerinin, 12 Mart muhtırasının temel özelliği şudur: Askerler gelir, siyaseti dizayn eder, siyasi aktörleri belirler, sınırları çizer, adam eder, dövülmesi gerekenleri döver, sonra kışlalarına çekilirler.
* 28 Şubat'ı dahil etmediniz.

28 Şubat bütün darbelerin dışında, farklı bir özellik gösterir. Siyasete değil, bizzat milletin kendisine karşı yapılmıştır. Her seferinde müdahale eden, siyaseti ve siyasi aktörleri düzenleyen, vesayetinin altındakileri terbiye eden anlayış kendince bunların adam olmadığını görmüş ve "bin yıl da sürse sizi adam edeceğim" dediği bir süreci başlatmıştır.
* Bin yıl sürecek mi?

Toplumsal değişimin önünde hiçbir şey duramaz. Her yanlış kendi ölümünü yaşar. Türkiye, 28 Şubat sürecinden sonra yaşadığı büyük ekonomik krizle birlikte ciddi bir sistem krizine girdi. Millet, bu sistem krizinin çaresi ve çözümü olarak AK Parti'yi gördü. AK Parti'nin burada çok önemli işlevi ve misyonu var.
* Nedir o misyon?

AK Parti, biriken öfkeyi, tepkiyi, kızgınlığı, haksızlık duygusunu çok güçlü bir şekilde almış, yönetmiş, dönüştürmüş ve çevrede biriken negatif enerjiyi sağlıklı bir şekilde sistemle entegre etmiştir.
* AK Parti Ankaralılaştı eleştirileri yöneltiliyor ama.
AK Parti siyaset üzerindeki her türlü vesayete son vermiştir. AK Parti geleneği sistem dışına itilme gayretine rağmen, demokrasi ve hukuk zemininde mücadelesini vermiş, sistem içinde kalmış, sistemi dönüştürmüştür. Milletin egemenliğinin cari olduğu bir sonucu ortaya çıkarmıştır. Artık, Türkiye'de o kastettikleri Ankara yok ki, onların söylediği mânâda AK Parti Ankaralılaşsın.

PKK KENDİ JİTEM'İNİ ÜRETTİ

* Terörle mücadelede özgürlükler güvenliğe feda mı ediliyor?

Türkiye'nin demokrasi açığını kapatması, eksikliklerini gidermesi ayrı bir konu. Bölgedeki her bir insanımızın güvenliği, sahip olması gereken haklar ve özgürlük bizim için mukaddestir, ama devlet şiddetin ve terörün bir çözüm aracı olarak görülmesini kabul edemez. Silahı, şiddeti bir çözüm yöntemi olarak gören, devlet içinde bir kimlik üzerinden yeniden bir ulus inşa etmeye, bunu da 4 ayrı ülkede halklar birliği üzerinden gerçekleştirmeye çalışan bir yapıya sessiz kalamayız.
* Yani bu sorun sadece Türkiye'nin sorunu değil mi?

KCK aslında Türkiye'nin yanı sıra Suriye'yi, İran'ı ve Irak'ı da kapsıyor.Üzerinde durulması gereken ilginç bir konu var. Suriye'de Kürt kimliğinde olan insanlar vatandaş bile kabul edilmiyorlar. İran'da başlarına gelenleri biliyoruz. Irak'ta ise 10 bin kilometre öteden desteklerle ayakta durmaya çalışan bir yapı söz konusu. Buralarda hak ve özgürlükleri, demokrasiyi bırakın yaşama hakları bile yok, ama örgüt buraları lojistik merkez olarak kullanıyor, kendisine savaş alanı olarak ise Türkiye'yi seçiyor.Demokratikleşmenin, hak ve özgürlüklerin en yaygın olduğu Türkiye'yi kendisine bir savaş alanı olarak seçmiş. Suriye'de, Irak'ta sesini çıkarmayan, İran'da kediye dönen örgüt Türkiye'de savaşıyor. Belli ki Türkiye'de verdiği mücadele bir hak ve özgürlük mücadelesi değil.
* Ne mücadelesi veriyor Türkiye'de?

Başka hesaplarla, uluslararası nitelikte bir taşeronluk yapıyor. Bölgenin üzerine bir kara basan gibi çöküp, insanların siyasi iradesini vesayet altına alan, insanların nasıl düşüneceğine, neye inanacağına kadar müdahil olan, her belediye başkanının başına bir komiser diken bir örgüt var. JİTEM'den bahsediliyor, JİTEM Türkiye'de 90'larda kaldı, ama şimdi örgüt kendi JİTEM'lerini üretti.
SORUNSUZ DIŞ POLİTİKA OLMAZ

* Dış politikada sıkıntılı bir süreç yaşanıyor, "sıfır sorun" denilirken, sorunlar büyüdü mü?

Dış politikada her an sorun vardır, çünkü dinamik bir süreçtir dış politika. Biz "sıfır sorun"la çözüm odaklı bir yaklaşımı ifade ediyoruz, sorunsuzluğu değil. Türkiye'nin 2002'de dış politikası Kıbrıs'tan ibaretti. Türkiye etki alanını genişlettikçe birilerinin etki alanı daralıyor. Mısır, Tunus, Libya üzerinde hesabı olan ülkelerin hesaplarını bozan bir Türkiye var. Sarkozy'nin bu kadar agresifleşmesinin temel sebeplerinden birisi de, Türkiye'nin özellikle Kuzey Afrika'da etkisini artırmış olması.


Şair Uzman Jandarmadan İkinci Şiir. (Hak arayışı Uzman Jandarmayı Şair Yaptı)

Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde uzman jandarmalarla ilgili haberleri  okumayan kalmamıştır muhtemelen. Astsubaylarla ...